Afrin vesilesiyle başlayan "tam destek" tartışmaları -gerekçe aramak veya üretmek ihtiyacı yüzünden- kavramları, süreçleri, bağlamları zorlayan, zaman zaman saçmalık seviyesine varan bir içerik kazanıyor. İşin "hamaset" tarafında "milli çıkar", "milli unsurlar", "kızıl elma" gibi istendiğinde içine her şeyin sığdırılabildiği kavramlar, ideolojik meşruiyet tarafında ise "anti-emperyalizm", Amerikan karşıtlığı, "ümmete giden yolu açmak" gibi iddialar rastgele kullanılıyor. "Bunlar", öncesi, sonrası, anlamı, ağırlığı, hatta sorumluluğu hesaba katılmadan "joker açıklayıcı" olarak devreye sokuluyor.
İktidar sözcülerinin ve yakınlarının uzunca bir süredir -"vesayeti tasfiye" zamanlarında alay konusu olmasına rağmen- kullanışlı bulduğu bu kavram kargaşası, "tam destekle" meseleye dahil olanlarca iyice içinden çıkılmaz hale getirildi. Yapılanlara, yaşananlara ve en önemlisi alınan tavırlara gerekçe, bahane, savunma ve iddia yerleştirme ihtiyacı çeşitlendikçe, "joker açıklayıcıların" kullanım alanı da genişliyor, anlamları, içerikleri iyice yamuluyor. Tarihi, siyasi, toplumsal ve ideolojik zorunluluk gibi sunulan tavırları haklılıaştırmak için neden bu kadar çok "çabaya" ihtiyaç duyulduğu da ayrı bir soru olarak duruyor.
İktidarın, - medyanın ve herkesin de talimatlandırıldığı gibi- kullanılması istenen "resmi dilin" hamaset dozu, atılan adımların etrafına ideolojik, kültürel ve "ahlaki" dayanaklar konulmaya çalışılması, çok şaşırtıcı veya beklenmedik bir durum değil. Yapılanın "doğru" olduğunun kabul ettirilmesi için, "ikna ve uzlaşı" yerine "talimat ve tehdit" yolunun kullanılması, itirazın açıkça yasaklanıp -saldırı talimatlarına varacak biçimde- "gereğinin" yapılması da, asla normalleştirilemeyecek sıradanlıklar olarak not edilebilir.
Bu siyasi tercihe itirazı olanların sindirilmek, susturulmak istendiği, politikacıların, gazetecilerin evlerinin basılarak gözaltına alındığı, suskun itiraz veya "tarafsızlığa" bile tahammül gösterilmeyip "istenen sözü söyleme mecburiyetinin" dayatıldığı, açık cinayet çağrılarına varan tehditlerin cezasızlıkla teşvik edildiği bir atmosfer yaşanıyor. Öngörüldüğü gibi çok kısa sürmeyeceği anlaşılan harekat boyunca, bu yaşananların benzerlerini ve fazlasını göreceğimiz anlaşılıyor. "Haklılığı ve doğruluğu konusunda hiçbir tartışmanın olamayacağı" iddiasındaki bir eylemin konuşulmasından neden bu kadar rahatsız olunduğu da, bir başka soru olarak ortada.
Tekrar bu yazının asıl meselesine, "tam destek" açıklamalarının kullandığı argümanlara geri dönersek: En çok kullanılan; "milli mesele" (veya milli çıkar) karşısında iktidar ve muhalefet arasında bir fark kalmayacağı (olmaması gerektiği) iddiası. Cümlenin çıplak anlamı; yani "ulusal birlik fikri", "amaçta ve tasada ortaklık" gibi milleti tarif eden unsurlar açısından daha az sorunlu bulunabilir ama işin siyaset penceresinden okunuşu fazlasıyla zorlama bir mantığa doğru ilerliyor. Çünkü siyaset, doğrudan "milli çıkar" denen şeyin tartışılmasıyla ilgili bir durum. İktidar, muhalefet ve aslında bütün politik aktör ve örgütler, "milli meseleleri" sıralayışları ve "milli çıkar" ile ilgili önermeleriyle farklılaşırlar. "Milli menfaatlere" ve onların nasıl elde edileceğine kimin, hangi etkilerle karar verdiği siyaset alanını belirler. Dolayısıyla, "milli çıkar" konusundaki siyasi farklılık, onun ne olduğunu tarifle başlayan, yol ve yöntem tartışmalarıyla devam eden kesintisiz bir süreç.
"Özel bir anda" ve "özel bir duruma karşı" farksızlık iddiası ve kendi argümanlarını üretemeyen koşulsuz "tam destek", mantıksal sorunları dışında siyasi teslimiyet anlamına da gelir. Bu cepheden bakıldığında, tam desteğini "milli meseleyi" de tarif ederek açıklayan Devlet Bahçeli'nin tutumu CHP'den daha politik duruyor. Eğer "milli meseleyi" konuşamazsanız, aynı argümana dayandırılarak tutuklanmış olan milletvekilinizin durumunu da tartışamazsınız.
Gelelim yine pek revaçtaki anti-emperyalizm argümanına: İddiaya göre, anti-emperyalist bir mücadele verilmektedir ve bunu desteklemek gerekir. Sol literatür içinde de son derece tartışmalı olan emperyalizm meselesi, bu kavramı pek kullanmaya alışık olmayan ağızlardan, biraz anlamı ve bağlamı bozularak hiç düşmezken, iktidarla aynı hizaya gelmeyi açıklamakta zorlananlara da "joker açıklayıcı" oluyor. Derin teorik tartışmalara girmeden peşinen söylenebilecek şey şu: Anti-emperyalist, emperyalistlerin bazılarıyla arası bozulduğu için bir yerde veya durumda kavgalı olanlara verilen bir isim değil. (Tıpkı, bazı iş çevrelerine fırça çekmenin anti-kapitalistlik sayılamayacağı gibi) Hele, olup bitenin "büyük resimde" ve uzun vadede kimin işine geldiği, hatta aslında gidişatı kimin yönlendirdiği ile ilgili bu kadar belirsizlik varken bunu söylemek daha zor.
Herkesin hafızasında son derece canlı olduğu üzere, mücadele edildiği iddia edilen emperyalistler bölgeye gelirken Türkiye'nin "partiye katılma" isteği de "milli mesele" olmuştu. O zaman itirazı yasaklamak için bu kadar güçlü olunmadığından, "milli çıkar" hevesi karşılık bulmadı. "Zaman değişti, şimdi bizim çizgimize geldiler" savunmasına karşı da, mücadelenin hala emperyalistlerin bölgeden çıkması için değil, bölgede kiminle kalacakları hakkında olduğunu hatırlatmak yeterli olur.
"Milli mesele" gibi ortak, anti-emperyalizm gibi sol orijinli argümanlarla haklılaştırılmaya çalışılan "tam destek", bu sertlikte olmasa da, daha önce de defalarca yaşandı. Özellikle, dış politika söz konusu olduğunda, "milli mesele" ve "ulusal çıkar" gibi kavramlar kolay müracaat edilen, birilerini kandırmaya yetmese bile "kendini kandırmaya" yeterli "aynılaştırıcılar" oluyor. Zaten son derece sığ ve daraltılmış olan siyasi alanın etkisi -tıpkı meclisin olduğu gibi- tamamen devre dışına çıkartılıyor.
Bu yüzden, son yıllarda, konjonktürün zorlaması, bölgesel gelişmeler gibi nedenlerin yanında, siyasi gündemin ağırlığının "dış politika" meselelerine kayması "sürüklenmekten" çok bilinçli bir tercihin sonucu. Pek çok iç politika meselesinin de, dış politika ile ilişkilendirilerek gündeme taşınması veya bu bağlam dışında konuşulmasına izin verilmemesi de, dış politika gelişmelerinin özel hassasiyetinden çok, yeni "siyaset mimarisinin" gereği. Kamuoyu ve medyanın iktidarı sınırlayan veya denetleyen bir dinamik olmaktan çıkartılıp, bizzat iktidarın yönlendirmesinde bir araca dönüştürülmesi, muhalefetin oluru ve hatta desteği ile işletiliyor. Dolayısıyla, demokratik işleyiş umudunun kapısı siyasi alanda tartışılmaz kavramlar ve alanlar olabileceği inancından vazgeçmekle açılabilir.