Yakın tarihin en şanslı siyasi partisinin MHP olduğuna kuşku yok. Fiilen iktidarda olmadığından ekonomi, sağlık, eğitim, doğal afetler, göç gibi alanlardaki sorunlar ve gerilemeler karşısında herhangi bir siyasi sorumluluğu yok ama bu alanların tümüne hükmeden, bürokrasi ve yargıda her geçen gün daha da güçlenen müthiş bir pozisyona sahip. Yüzde 10 oyla ülkeyi yönetme gücüne erişmek her siyasi partinin ulaşabileceği bir imkân değil.
MHP, AKP ile ittifak kurduğu günden bu yana 1999’da DSP ve ANAP ile girdiği koalisyon hükümetindeki halinden dahi daha avantajlı ve güçlü bir konuma yükselmiş durumda. 1999 koalisyonunda hükümetin bir parçası olduğu için siyasi sorumluluğu da vardı ve özellikle ekonomideki kötü gidişat nedeniyle sadece üç yıl içinde oyları yüzde 18’den yüzde 8’e düşmüş ve meclis dışında kalmıştı. AKP ile ittifak kurduğu 2015’ten bu yana ise oyları yüzde 10-11 bandına sabitlenmiş durumda. Elde ettiği güç ve siyasi bağışıklığın değeri ise oy yüzdeleriyle kıyaslanamaz boyutlarda. Bu haliyle Erdoğan’ın bir değil birkaç dönem daha iktidarda kalmasını arzulamaları kendileri açısından son derece mantıklı.
MHP’nin 9 yıldır faydalandığı bu ayrıcalıklardan, Tuğrul Türkeş’in geçen yılki seçimlerden sonra tarif ettiği “milliyetçi lig”in kalan parçaları da -daha fazla- mahrum kalmak istemiyor elbette. Meral Akşener, 2023 seçimlerinin ardından önce biraz kararsız görünse de, devamında son derece açık şekilde bu yola yöneldi ve AKP’nin son derece imtiyazlı hale getirdiği milliyetçi ligin kazanan tarafında olmaya meyletti. İYİ Parti’nin bu girişimleri birkaç yıl önce olsa belki MHP’nin de hoşlanmayacağı veya izin vermeyeceği bir durum yaratabilirdi. Ancak MHP şu anda bu ortaklığın kendi başına daha fazla ilerleyemeyeceğini hissediyor olmalı ki yanına zaten gönüllü olan İYİ Parti’yi de çekmeye çalışıyor. Böylece Oğan’ın “plan”ına sadık kalan milliyetçi ligin iktidardaki ayrıcalıkları ve gücünün daha da pekişmesini umuyor. Bunu sağlayabildiğinde milliyetçiler iktidarın “küçük” değil, eşit ortağı haline gelecek.
Akşener’in bu süreçte Oğan kadar hızlı ve keskin bir geçiş yapmamaya, hem kendi seçmenini hem de kamuoyunu buna alıştırmaya çalıştığı anlaşılıyor. 2015’te başlayan MHP’den kopuş süreci iki yıla yakın bir süreye yayılmıştı, Bahçeli’nin ifadesiyle eski partisine “komşu” olması da yaklaşık olarak buna yakın bir zaman alacağa benziyor.
İYİ Parti’ye AKP-Erdoğan karşıtlığı nedeniyle oy veren seçmenin partilerinin tamamen başka bir tarafa savrulmasını benimseyip benimsemediğini veya bu durumu hazmedip hazmetmediğini ise yerel seçimlerde göreceğiz. Bu yönelime parti tabanının 31 Mart’ta olumlu veya olumsuz göstereceği her reaksiyon hem Akşener ve partisinin siyasi geleceğini hem de “milliyetçi ligin” kader ve yönünü belirleyecek.
Milliyetçi ligin bir başka hesabı da şüphesiz ki Erdoğan sonrası Türkiye’ye dair. “Ligi” kurmaya çalışanlar Erdoğan’sız AKP’nin oylarının eriyeceğinin farkında olduğundan o döneme kadar iktidarda olmanın avantajlarını da kullanarak tabanını olabildiğince genişletmeyi, böylece Erdoğan sonrası Türkiye’nin olası koalisyon veya iktidarlarında başrolde olmayı planlıyor.
AKP-MHP ortaklığı yapısı gereği nasıl ki MHP’yi ülkedeki ekonomi başta olmak üzere olumsuz gidişin sorumluluklarından bağışık tutuyorsa AKP’yi de Kürt meselesi, demokratikleşme gibi alanlarda başta Kürt seçmen olmak üzere diğer alanlarda kendisinden beklentisi olanlar karşısında bir tür bağışık kılıyor veya AKP bu ortaklığı bu şekilde kullanmaya çalışıyor. MHP ile ortaklık AKP’nin elinde ileride belki kullanacağı bir araç ve mazerete dönüşüyor.
Öte yandan AKP-MHP ortaklığının AKP’nin daha önce kurduğu diğer siyasi birliktelikler gibi belli bir doyum noktasına ulaştığı, hatta ittifakın AKP’nin kimliğini silikleştiren ve MHP’yi daha fazla öne çıkaran bir yere doğru ilerlediği de ortada. Erdoğan ve partisinin önümüzdeki dönemde bu ilişki biçimine ne ölçüde ihtiyaç duyduğunu da yine önemli ölçüde 31 Mart’tan alınacak sonuçlar belirleyecek. Ancak muhalefet partilerinin 2023 seçimlerinden sonra “müstakil” bir siyaset arayışına girme ihtiyacı duyup kendi seçmenine yönelmesi gibi AKP’nin de bir süre sonra bu ihtiyacı hissetmesi muhtemel.
Milliyetçiliği temel alan siyasi partiler Erdoğan’la kurdukları ittifakı tarihi bir fırsata dönüştürmeye ve buradan bir hareket gücü alarak -haliyle- etki alanlarını genişletmeye çalışıyor. Bütün bu pastadan pay alma çaba ve mücadelesinin gerisinde ise Kürt meselesi yatıyor. Bu nedenle milliyetçi ligin iktidarın nimetlerinden yararlanmaya devam etmek ve etki alanlarını genişletmek için Kürt meselesinde lehe olabilecek, dolayısıyla ülkenin demokratikleşmesine katkı sunacak her türlü girişimi engellemeye çalışacaklarını, bu amaçla da ligi güçlendirme ihtiyacı duyduklarını söylemek yanlış olmayacak. Kürt siyasetinin son birkaç aydır kurmaya çalıştığı müzakere siyasetinin bir amacının da bu gidişatı ters yüz etmek olduğu söylenebilir.