Milyar dolarlık rüşvet fonu Türkiye’ye nasıl bağlandı?
Ergenekon iddianamesinde Veli Küçük’le ilişkilendirilen bir şirket, yıllar sonra Azerbaycan merkezli rüşvet ve yolsuzluk skandalında karşımıza çıktı. Peki bu bağlantı neydi?
Loş otoparkta, sütunun ardına gizlenmiş, yalnızca sigarasının dumanı seçilebilen “derin gırtlak” lakaplı köstebek, genç gazeteciye, yanlış yöne baktığını söyler. “Parayı takip et” der; “Parayı takip edersen, suçun arkasında kimin olduğunu bulursun.”
Alan Pakula’nın 1976’da çektiği Watergate skandalını anlatan Başkanın Bütün Adamları filminin popüler sahnesidir bu. Demokrat Parti’nin merkezinde gerçekleşen soygunun peşine düşen iki gazeteci, hırsızların kim olduğunu araştırırken, köstebeğin yönlendirmesiyle bağışçı listesine odaklanır ve Nixon iktidarına son veren rüşvet ağını deşifre eder.
Sedat Peker, Mehmet Ağar vs… Aşikâr olanın gizemli hale getirildiği, gizemli olanın aşikarmış gibi sunulduğu günleri yaşıyoruz yine. Tuğlalar dökülüyor fakat bütünüyle duvarı yıkıp, ardındaki manzarayı gösterecek “kilit taşı” ortaya çıkmıyor bir türlü. Nasıl bulacağız onu?
“Parayı takip et” klişesi burada hayatî rol üstleniyor işte.
Gelin manzarayı biraz daha tarif etmemizi sağlayacak iki farklı olayı inceleyelim şimdi. Biri, Türkiye’de pek çok şeyin değişmesine yol açan sarsıcı bir dava; diğeri, şu sıralar Avrupa’da taşları oynatan bir skandal.
Birbiriyle ilgisiz duran iki vaka arasında yıllar sonra ortaya çıkan ilişkiyi ilk kez okuyacaksınız. Bakın olaylar, dönüp dolaşıp Peker’li Ağar’lı performansın sergilendiği sahneye nereden bağlanıyor.
***
İkinci Ergenekon iddianamesinde basının ilgisini çeken konulardan biri, faili meçhul cinayetlerle anılan Veli Küçük’le alakalıydı. Bakiyesinde birikmiş suçların üzerine gitmek yerine, Küçük’e atfedilen “mazot kaçakçılığı” ve “ihale takipçiliği”ne odaklanılıyordu. Çirkin geçmişinden güç aldığından dolayı anlatılanlar da sorgusuz sualsiz kabul görüyordu zaten.
Ama kurgulanan hikayedeki bir detay, sadece davaların ardındaki niyeti göstermemiş, hızlanan rejim değişikliğine dair o günlerde yakayı ele vermiş bir “gizemi” de ortaya çıkarmıştı. Lakin siyasî manipülasyonlar, geçmişin karanlığını kapatmakla kalmadı, Türkiye’yi bekleyen gelecek karanlık günlerin ipuçlarını da ustaca örttü.
Bir kez daha aşikâr olanla gizemli olan yer değiştirmişti.
Oysa davadaki bir şirket, yıllar sonra Estonya’daki bir banka hesabında belirecek; Bakü’deki milyarlarca dolarlık kara para “çamaşırhanesi”ne bağlanacak; oradan Aliyev ailesine uzanacak; nihayetinde Avrupalı politikacıların da karıştığı rüşvet skandalına dönüşecekti.
***
2009 yılı… İkinci Ergenekon iddianamesinde Küçük’ün sık sık Vatan Madencilik ve Kaizen İnşaat’la görüştüğü belirtiliyordu. Mesele, Zincirlikuyu’daki askerî arazinin ihalesiydi. Küçük’ün milyon dolarlık komisyon karşılığında bağlantılarını kullanarak ihalenin alınmasını sağlayacağı belirtiliyordu. Dosyaya, dinlenen telefon konuşmaları da eklenmişti. Küçük’ün görüştüğü kişiler, şirketin ortakları Zahur Abdullayev ve İsak Baruh’tu.
Baruh odaklı medyaya servis edilen haberlerde, Vatan Madencilik’in, ABD kökenli bir Yahudi şirketi olduğu, arkasında MOSSAD’ın bulunduğu üzerinde duruluyordu. Aynı dönemde Küçük’ün, Kudüs’teki “Ağlama Duvarı”nda dua ettiği iddia edilen bir fotoğraf da çıkmıştı. Cazip bir hikâye yazılıyor, herkese “şu yöne bak” deniliyordu.
Buraya döneceğiz. Yıllar sonra patlak veren küresel bir yolsuzluk skandalını aktaralım önce.
***
2017 yılı… Danimarka’nın en büyük bankası Danske Bank’ın Estonya şubesindeki onbinlerce hesap hareketine dair bilgiler sızdı. Danimarka’nın ciddi gazetelerinden Berlingske, milyarlarca doların paravan şirketler aracılığıyla dağıtıldığını yazıyordu. Pek çok ülkeden gazeteci ve araştırmacıların oluşturduğu Organize Suç ve Rüşvet Kaydı Projesi (OCCRP) ile Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin araştırmaları, olayın Avrupa çapına yayılmış bir yolsuzluk, rüşvet ve kara para çarkı olduğunu açığa çıkardı.
Estonya şubesindeki dört hesapta 2012-2014 arasında yapılan işlemlerden izi sürülebilen miktar 2.9 milyar doları buluyordu. Tahminler paranın daha fazla olduğu ve işlemlerin eskiye dayandığı yönündeydi. Paranın nihaî adresi İngiltere’de kurulmuş Polux Management, Metastar Invest, Hilux Services ve LCM Alliance adlı dört şirketti.
Araştırmaları sonucunda milyarlarca doları tek bir kişinin, Azerbaycan vatandaşı 51 yaşındaki Maharram Ahmadov’un gönderdiği belirlendi. Kimdi Ahmadov? Bir finansçı mı? Oligark, zengin bir sermayedar veya etkili bir siyasetçi mi?
Bakü’nün eteklerinde küçük kümes hayvanı çiftliklerinin bulunduğu varoşlardan birinde, derme çatma evde yaşayan bir şofördü.
Banka hesaplarının aslında Azerbaycan’da iktidar ve çevresinin, ihale alan şirketlerin, kara para aklayıcılarının ortak olduğu bir çeşit fon olduğu anlaşılıyordu. Paraların büyük kısmının Acil Durumlar Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve istihbarat servisinden geldiği ileri sürülüyordu. Rus silah şirketi Rosoboronoexport, devlete ait Azerbaycan Ulusal Bankası, Baktelecom, Azerbaycan’ın “Cengiz İnşaat”ı sayılan Pano ASC, Haydar Aliyev Vakfı gibi çok şirket ve kurumun da adı geçiyordu.
İşin özeti bir ülke tepeden tırnağa soyuluyor, ganimet dışarı kaçırılıp pay ediliyordu. Rüşvet ve yolsuzluk ağı tüm Avrupa’ya yayılmıştı. Rüşvet ayağında kimler yoktu ki. Mesela; Angela Merkel’in baş destekçisi Hıristiyan Sosyal Birlik’in eski milletvekili Eduard Litner, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) Direktörü olarak görev yapmış Kalin Mitrev, CNN'in eski yapımcısı Eckart Sager. AİHM yargıçları, Almanya, İngiltere ve İtalya’dan siyasetçiler, Avrupa Konseyi parlamenterleri.
Karmaşık olayın ayrıntılarını merak edenler için dosyayı buraya bırakalım.
Bütün bunların Türkiye ile bağlantısı neydi peki?
***
Küçük’ün dosyasından siyasî amaçlara uygun biçimde özenle çekilip kamuoyunun önüne atılan isim İsak Baruh’tu. Her türlü komploya uygun “damgalı” bir kimliğe sahipti çünkü. Ne var ki kilit isim, yani takip edilecek paranın izini taşıyan kişi, iki şirketin büyük ortağı Zaur Abdullayev’di. Daha sonra Türk vatandaşı olup “Kafkas” soyadını alacaktı.
Abdullayev, Zilan Madencilik’e ortak olduktan sonra 2006’da adını Vatan Madencilik olarak değiştirmişti. Bunun yanında 2004’te Vladimir Nikitin adlı bir Rus’la beraber Askom Dış Ticaret'i, ardından da ona bağlı Metpoint Madencilik ile ayrı bir şirket olarak Stonex Madencilik’i kurmuştu. Vatan Madencilik Giresun, Van, Tokat, İzmit gibi illerde 20 ayrı sahada ruhsat almış, hiçbir faaliyette bulunmadığı için ruhsatları ileriki yıllarda iptal edilmişti. Diğerlerinin de faaliyette olduğu söylenemezdi. Abdullayev’in bunlardan başka şirketleri de muhakkak vardı.
2017’de Azerbaycan merkezli kara para, yolsuzluk ve rüşvet çarkı ortaya çıktığında İngiltere’deki dört ana şirketin, diğer ülkelerdeki bağlantıları da teşhir oldu. Türkiye ayağı, Abdullayev’in kurduğu şirketlerdi. Bunların, onlarca başka şirketten 2012-2014 arası yapmış olduğu satın almalar karşılığında, İngiltere merkezli yüzlerce fazla para transferi yapıldığı görülüyordu.
Skandal ortaya çıkmadan iki yıl önce, 2015’te Abdullayev, bütün şirketlerin kapısına kilit vurdu, bavulunu toplayıp İngiltere’ye giderek başka bir şirketin yönetimine geçti.
Telefon dinlemelerine takılan gizemli şirketler araştırıldı mı; bilmiyoruz. Abdullayev sorgulandı mı; bilmiyoruz. İddianamelerde bol keseden yazılan milyon dolarların peşine düşüldü mü; bilmiyoruz. Azerbaycanlı birinin kurduğu şirket niye MOSSAD’la bağlantılı sunuldu; bilmiyoruz.
Ancak bugünden bakınca şunu görüyoruz ki 2007 yılı, “Devlet AŞ”deki hisselerin el değiştirdiği önemli bir milattı. Perde arkasında, “Doğu”dan “Batı”ya akan milyarlarca dolarların Türkiye’ye düşen kısmında süren bir paylaşım savaşı da yaşanıyordu. Kurulan havuzun bereketli borularından birisi Azerbaycan’dan döşendi. Diğerlerinin izini de Zarrap davasında ve Katar ilişkilerinde görüyoruz. Kolombiya-Türkiye hattının filmini ise şimdi canlı canlı izliyoruz.
***
Bir katili, tetikteki parmak izinden; bir uyuşturucu tacirini, mala dokunduğu anda yakalarsınız. Fakat tetiği çektireni, uyuşturucuyu sattıranı, servetleri sorgulayarak bulabilirsiniz sadece. Geçmişte birbirini boğazlayanların; suçlu ile siyasetçinin, katil ile bürokratın nasıl olup da gülümseyerek aynı kadraja girebildiğinin yanıtı orada yatıyor çünkü.
Ha bu arada, Veli Küçük’e mazot kaçakçılığı suçlaması da yapılmıştı. Kastedilen elbette çiftçiye değil, yat ve teknelere satılan mazottu. 2007’de KDV ve ÖTV’nin sıfırlanması, sık sık yapılan “kaçak mazot operasyonları” ve kurulan bazı şirketler… Sonrasında Katarlı ve Rus zenginlerin kocaman yatları… O yatların uğradığı kocaman marinalar... Marinalarda her yaz tonlarca mazot satan istasyonlar…
Tekrardan “parayı takip et” diyelim ve başka bir zamana bırakalım.