Milyarder filmini hatırlar mısınız? Senaryosunu Ümit Ünal’ın yazdığı, yönetmenliğini Kartal Tibet’in üstlendiği 1986 tarihli yapımda Milli Piyango yılbaşı ikramiyesi, mütevazı Mesudiye kasabasından istasyon şefi Mesut’a (Şener Şen) çıkar. Ancak piyangodan gelen milyar hem kasabayı hem de şefin hayatını altüst eder. Fransa futbolunun en üst kümesi Ligue 1’in ve Paris Saint-Germain’in son yıllardaki hali Mesudiye’yi ve Mesut Bey’i hatırlatıyor…
EN DEMOKRAT LİG
Fransızların her şeyle olduğu gibi futbolla da karmaşık bir ilişkisi var. Teoride kuvvetliler: Dünya Kupası, Şampiyon Kulüpler Kupası, Avrupa Şampiyonası, Ballon d’Or gibi büyük turnuvalar ve ödüller Fransız zihinlerin hayalleriyle gerçek oldu.
Pratikte de müthiş oldukları alanlar var. Clairefontaine Akademisi öncülüğündeki oyuncu yetiştirme metodolojisi, dünya için referans noktası haline geldi ve Fransa Milli Takımı’nı hem kıtada hem gezegende en yukarı taşıdı. Yetiştirdikleri isimler her seviyeden her lige dağılmış durumda ve sadece Maviler’i değil eski sömürgelerinin milli takımlarını da besliyor.
On yıl öncesine kadar Ligue 1 de bazı sorunlarına rağmen çeşitlilik açısından cennetti. Gerçi Lyon (filmdeki “Mehmet Dombili”) 21. yüzyılla birlikte hatırı sayılır bir hakimiyet kurmuştu, ama benim gibi bugün kırkına merdiven dayayanlar Marsilya, PSG, Nantes, Auxerre, Monaco, Lens, Bordeaux, Lyon ve Montpellier’nin ipi en önde göğüslediğine tanık oldu. Bugün bile ligi en çok kazanan takımlar olan PSG ve Saint-Étienne’in şampiyonluk sayısı yalnızca 10.
Ancak bu çeşitlilik ve lokomotif eksikliği Avrupa kupalarında işlerine yaramadı. İnanılması güç bir şekilde, Fransız kulüpleri bugüne kadar sadece iki kupa kazanabildi. 1950’lerde Stade de Reims, 70’lerde Saint-Étienne, 90’larda Marsilya ve PSG, 2000’lerde Lyon iz bıraksa da bir Şampiyonlar Ligi (Marsilya, 1993) ve bir Kupa Galipleri Kupası (PSG, 1996) dışında zirveye çıkan olmadı.
DAHA FAZLASI MÜMKÜN
Ama gün, mevcutla yetinme günü değildi. Hiçbir yerde. 2000’li yıllarla birlikte bütün dünyada para bolluğu yaşanmaya başlamış, sonsuza dek petrole bağlı yaşayamayacağını anlayan Körfez Ülkeleri hem yatırımlarını çeşitlendirmek hem de dünyadaki olumsuz imajlarını temizlemek için global projelere el atmaya başlamıştı. Futbol, popülerliği sayesinde kullanışlıydı. Kulüp aramaya başladılar.
1970 yılında Paris FC ile Stade Saint-Germain’in evliliğinden doğan Paris Saint-Germain özellikle 1990’larda Avrupa kupalarında beş sezon üst üste en az yarıfinal görerek dikkat çekmişti. Köklü rakiplerine kıyasla hep yapay bir ışıltıyla parlayan kulüp, gelenek eksikliğine rağmen Artur Jorge ve Luis Fernández gibi karizmatik teknik direktörlerin oynattığı iyi futbolla ve David Ginola, Jay-Jay Okocha, Rai, George Weah, Leonardo ve Ronaldinho gibi sıra dışı yıldızlarla sempati topladı. Ama çoğu zaman kurumsal istikrarsızlığın ve kulüpten çok Paris şehrini seçmiş görünen savruk yıldızların yuvası oldu. 2010’lara gelindiğinde bir ara düşme tehlikesi yaşayan, türbülanstan çıkamayan bir camia vardı.
Eski tenisçi Nasır El-Halifi’nin başında bulunduğu ve Katar Kamu Yatırım Fonu’na bağlı olduğu anlaşılan Katar Spor Yatırımları (QSI), 2011 yılının ekim ayında elindeki talih kuşunu kondurmak için PSG’yi seçti. Ligue 1’de ne kadar potansiyel varsa Paris kentinde katbekat fazlası vardı. Avrupa kalbinden fethedilecekti. Futbolun Mesudiye’sinde milyar PSG’ye çıkmıştı. Ligin cazibe eksikliği ve görece zayıf ekonomisi kaynağı belirsiz, kendisi sonsuz görünen parayla telafi edilecekti. Katarlılar “ol” diyecek ve olacaktı.
NE DEMİŞ NAPOLYON?
Oldu da. PSG 12 yılda futbol tarihinin en pahalı iki transferini yaptı: 2017-18 sezonunda Barcelona’dan Neymar (222 milyon euro) ve ertesi yıl Monaco’dan Kylian Mbappé (180 milyon euro) geldi. Kulüp tarihinin en pahalı 34 transferinden 33’ü bu dönemde gerçekleşti. Sadece bonservise 1 milyar 590 milyon euro harcandı. Uçuk sözleşmeler, tazminatlar, primler hariç.
Tabii bu kadar büyük para dengeleri bozdu. Lig çapında bonservis ve maaşlar şişti. Yeni düzene ayak uyduramayan eskiler dağıldı. Milyarder’de ikramiyeyi tek rakamla kaçıran Öğretmen Murat kafayı yemiş, Dişçi Atıf intihar etmişti. Ligue 1’de Saint-Étienne ve Bordeaux küme düştü. Oyuncu menajerleri ve medya, tıpkı Mesut Bey’in etrafına üşüşen akrabalar ve tanışlar gibi PSG’nin etrafını sardı.
Milyarın, hatta milyarların ortalığa saçılmasının farklı amaçları vardı: Birincisi, Fransa’nın bir numarası olmak. Bu amaç gerçekleşti. Ender istisnalar bir yana, artık kimse Ligue 1’de kimin şampiyon olacağını merak etmiyor. PSG yerel başarı bakımından Fransa’nın Bayern Münih’i oldu.
İkincisi, Avrupa’nın zirvesine yerleşmek. Global yatırımın temel amacı global şöhretti. Ancak yapaylık ve köksüzlük konusunda halihazırda kötü şöhrete sahip PSG’nin bu hedef için tamamen global yıldızlara yönelmesi doğru formül değildi. Örneğin Bayern her zaman Bundesliga’daki en iyileri toplayarak yerelle bağını kaybetmemiş, dışarıdan itici görünen bu politikayla ülkedeki oyuncular için cazibe merkezi vasfını korumuştu. PSG ise gözünü yurtdışına dikti. Mbappé hariç büyük transferlerin hiçbiri ülke içinden yapılmadı. Transferlerde takım içindeki hiyerarşi veya taktiksel denge gözetilmedi. Hücumu inanılmaz kuvvetli, hatta tarihin en büyük futbolcusu Messi’yi içinde barındıran, ama o hücumcuları sahaya sığdırmak için orta saha ve savunmadan feragat eden amorf bir yapı ortaya çıktı ve giderek daha da biçimsizleşti.
Denge önemli. PSG bu sezon Şampiyonlar Ligi’nde son 16’ya kalıp hiçbir maçta kalesini gole kapatamayan tek ekipti. Ayrıca seyircisiz oynanan ve Bayern Münih’e karşı finalde kaybettikleri 2019-2020 sezonu hariç yedi yıldır Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final göremediler.
DENGE ARAMAYIŞI
Taraftarın duygusu karışık. Kimileri Katar sermayesinin getirdiği kupalara ve yıldızlara minnettar. Kiminde milyarı bulan Mesut Bey’in ailesindekine benzer bir arsızlık var. Dün lig şampiyonluğu görmemiş olanlar bugün Şampiyonlar Ligi gelmedi diye küplere biniyor. Üstelik PSG aşırı sağcı taraftarlarıyla meşhur bir camia ve aşırı sağcılar, malum, parayı çok sevseler de işler istemedikleri gibi gidince “Vatan Millet Sakarya!” diye bağırmaya bayılırlar. Geçen nisan ayında “Paris Asla Katarlı Olmayacak” pankartı açıldı. Kentte El-Halifi’nin annesine küfür eden, yine El-Halifi ile Sportif Direktör Leonardo’yu hedef alan, “Leo ve Nasır, Defolun!” şeklindeki duvar yazıları görüldü.
Kadroya da belirsizlik hakim. Mbappé son maçın ardından, “Bayern Şampiyonlar Ligi’ni kazanmak için kurulmuş bir ekip. Bizim maksimumuz bu kadar” diyerek limitlerini ortaya koydu. Geçen yaz El-Halifi’nin – ve duyumlara göre Cumhurbaşkanı Macron’un ısrarıyla – son anda vazgeçtiği Real Madrid transferini bu yaz kovalayabilir. Messi, Neymar ve Ramos gibi yaşlı yıldızların akıbeti meçhul. Genel bir bıkkınlık ve “bu iş böyle olmayacak” havası var. Ginola gibi eski yıldızlar yönetimi aklıselime, daha dengeli bir kadro kurmaya davet ediyor.
Bu arada Fransız futbolunda da kaos var. Bir süredir tuhaf beyanatlarıyla (“Zidane arasa açmam!”) ve personele taciz iddialarıyla gündeme gelen Futbol Federasyonu Başkanı Noël Le Graët bu hafta istifa etti. Kadın Milli Takımı hocası bir sürü tartışma içinde kovuldu. Son üç yıldır tribünlerdeki şiddet olayları zirveye çıkmış durumda. Yayın anlaşmalarıyla ilgili tartışmalar bitmiyor. Kısacası, Mesudiye’de pek mesut olan yok.
MUTSUZ SON MU?
Tabii böyle olunca insan ister istemez Nasır El-Halifi’nin bakış açısını merak ediyor. O da 12 yılı başarısızlık olarak mı görüyor? Daha mütevazı ama sağlam bir yapı kurarak Şampiyonlar Ligi’ni kazanmayı tercih eder miydi? Hiç sanmıyorum.
Katarlılar PSG’ye milyarları dökerken esas dertleri spor üzerinden meşruiyet devşirerek dünya futbol haritasında yer edinmek ve ülkedeki rejimin falsolarını örtbas etmekti. Bu “sportswashing” hamlesi son derece başarılı oldu. El-Halifi 2016’da L’Équipe gazetesi tarafından “Dünya Futbolunun En Güçlü İnsanı” seçildi. Yine QSI’ın 2014 yılında kurduğu beIN Medya Grubu futbol yayıncılığında global dev haline geldi. En önemlisi, bunca nüfuzun getirdiği güç ve epey para karşılığı 2022 Dünya Kupası, tarihinde turnuvaya hiç katılmamış Katar’da düzenlendi.
Kısacası, El-Halifi’nin lüks sirki “içerik üretmeye” devam ediyor. Futbolu yönetenler de çoğu zaman buna ses etmiyor, bazen Financial Fair Play gibi kime nasıl uygulandığı belli olmayan absürt yönetmelik üzerinden sahte gözdağı veriyor.
Milyarder filminin sonunda, bütün çevresinin milyarın daha yüzünü bile görmeden bambaşka insanlara dönüşmesine isyan eden Mesut Bey, “Ne milyarmış ama şu milyar!” deyip evi terk ediyor, tek başına bindiği tren ağır ağır hareketlenirken milyarlık biletini yırtıp atıyordu. PSG taraftarı başına konan talih kuşunu kovar mı bilinmez, ancak kaç kupa kazanırlarsa kazansın, Katarlı PSG’nin arsızlık ve şımarıklık abidesi olarak hatırlanacağı kesin…