Mimar Çimen: Nemrut’tan çok Nemrut üzerinden yaratılacak ekonomiye vurgu yapılıyor

Birinci derece doğal sit alanı olan Nemrut Dağı Krater Gölü ve Kalderası’nda hiçbir şekilde yapısal bir unsurun bulunamayacağına dikkat çeken Dr. Mimar Devrim Çimen, kalderayı yapılaşmaya açma planının turizm motivasyonun bir sonucu olduğunu söylüyor. Nemrut’un turist akınına uğrayacağı ve bu sayede yerel ekonominin güçleneceğine dair bir kampanya yürütüldüğünü belirten Çimen, “Yani Nemrut'un doğal değerlerinin korunmasından daha çok onun üzerinden yaratılacak ekonomiye vurgu yapıldığını görüyorsunuz” diyor.

Abone ol

DUVAR - Dört farklı koruma statüsü bulunan Nemrut Dağı Kalderası’na tuvalet ve sosyal tesis yapıldığına ilişkin görüntüler büyük tepki topladı. Bitlis Valiliği inşaatın durdurulduğunu ve sorumlular hakkında soruşturma başlatıldığını duyurdu. Dr. Mimar Devrim Çimen, söz konusu alanda yapılaşma planının yeni olmadığını belirtiyor. Çimen, 2017 yılında Bitlis’e gittiğinde kendisine kalderanın içinde restoran, kır lokantası, otopark gibi alanların yer aldığı bir yönetim planının gösterildiğini söylüyor: “Bugün tanık olduğumuz inşai faaliyet, bizim 3 yıl önce kritik ettiğimiz yönetim planında da vardı. Aynı yaklaşımın devam ettiğini görüyoruz. Bu yüzden ‘Burada hukuk dışı, illegal bir şey yapılıyor’ demek doğru olmayacaktır.”

Lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Mimarlık Fakültesi’nde tamamlayan Çimen, üniversite yıllarından beri mimarlığın kentle olan ilişkisine ilgi duyuyor ve kentsel tasarım başta olmak üzere çok çeşitli alanlarda projeler üretiyor. Bu üretimlerin önemli bir kısmını ulusal ve  uluslararası mimarlık yarışmalarında yapan Çimen’in çok sayıda ödülü bulunuyor. “Yarışmalar yoluyla çok farklı alanlarda projeler üretme şansı yakaladık. Bu da bizim bilgi birikimimizi ve bakış açımızı genişletti. Nemrut'la olan münasebetimiz de bu bilgi üzerine kuruldu.” Bitlis İl Özel İdaresi tarafından Nemrut Kalderası’na seyir noktaları yapmak için açılan ve sonrasında yine idare tarafından tartışmalı biçimde iptal edilen tasarım yarışmasında da jüri başkanı olarak görev yapan Çimen, 2007 yılında ortağıyla birlikte kurduğu Sekiz Artı Mimarlık’ta projeler üretmeye devam ediyor. Aynı zamanda Bilgi Üniversitesi’nde yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Dr. Mimar Devrim Çimen’le Nemrut Dağı Karater Gölü ve Kalderası’nda ne olup bittiğini konuştuk.

Nemrut Kalderası nasıl bir yapıdır ve bu alanı özel kılan nedir?

Nemrut Kalderası çok farklı doğal koruma statülerinin üst üste çakıştığı ve bu anlamıyla sık karşılaşmadığımız çok özel bir alan. Kaldera dediğimiz krater ise bir yanardağın ağzında meydana gelen büyük bir patlama ile oluşuyor. Önceden yaklaşık 4 bin 500 metre yüksekliğe sahip Nemrut Dağı gerçekleşen büyük bir patlamayla beraber yaklaşık yarısını kaybediyor. Patlamayla eksilen bin 600 metrelik kısmı çevreye saçılıyor ve bir kısmı da kendi içine çöküyor. Yaklaşık 110 kilometreküplük bir malzemeden bahsediyoruz ki bunun 30 kilometreküpü lav, inanılmaz bir büyüklük. Biraz popülerleştirmek istersek de Nemrut Kalderası yaklaşık 8 kilometrelik çapı ile dünyanın en büyük 16. kalderasıdır. Nemrut Krater Gölü ise yaklaşık 6 kilometre çapı ile dünyanın en büyük ikinci krater gölü olma özelliğine sahiptir.

Devrim Çimen (Fotoğraf-Aynur Tekin)

Kalderayı ve krater gölünü oluşturan bu doğa olayı bölgenin yapısını nasıl değiştiriyor?

Kalderanın oluşmasından sonra da doğal hayat devam ediyor ve kaldera bir flora ve faunaya ev sahipliği yapmaya başlıyor. Hem krater oluşumunun topoğrafik özellikleri hem yanardağ ağzının lavlarla tıkanması sonucunda kalıcı ve mevsimsel göller oluşuyor, sıcaklığı 60 dereceyi bulan Ilıgöl bunlardan biri. Bu su oluşumuna bağlı olarak sulak alan ve sulak alanla birlikte gelen bir canlı yaşantısı oluşuyor. Örneğin göç eden kuşlar için bir mola yerine dönüşüyor ve burada bir sulak alan hayatı oluşmaya başlıyor. Volkanik faaliyetleri ve toprak yapısının özel olmasından ötürü endemik bitki türleri gelişiyor.

Peki böyle bir doğal koruma alanında bir proje yapılırken hangi kriterlere bakılır ve süreç hangi ilkeler doğrultusunda yürütülür?

Doğal alanlara ilişkin yol ve yöntemleri tarif eden şey, temel olarak yasal çerçevelerdir. Doğal hayatı, doğal değerleri korumak ve bunların insan faaliyetleri ile olan ilişkisini tanımlamak için oluşturulan yasalar ve mevzuatlar esas alınır. Temel yaklaşım, oranın doğal değerlerini korumak, o değerleri sürdürmek ve geleceğe aktarmaktır. Bunlar gerek uluslararası ölçekte gerekse ulusal ölçekte hazırlanmış bağlayıcı metinlerdir. Buna ek olarak da bu yasal çerçevelerin uygulayıcısı ve denetleyicisi olan kurumsal yapılar söz konusudur.

Nemrut birden fazla statüye sahip özel bir alan. Bu statüler, ne tür yasal çerçevelerin üzerine inşa ediliyor?

Nemrut Kalderası, hem ulusal hem de uluslararası koruma statülerine sahip bir alan. Bunlardan ilki, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nca tanımlanmış olan “1. Derece Doğal Sit Alanı” statüsü. İkinci koruma statüsü 1983'de hazırlanan Milli Parklar Kanunu ile tanımlanmış bulunan “Tabiat Anıtı” statüsü. Üçüncü bir koruma statüsü ise 1971’de İran’ın Ramsar şehrinde imzalanan ve Türkiye’nin 1994 yılında imzalayıp tarafı olduğu Ramsar Sözleşmesi uyarınca taşıdığı sulak alan sebebiyle verilmiş “RAMSAR Alanı” statüsü, ki bu statü Türkiye’de sadece 14 alan için verilmiştir ve Nemrut 2013 yılında bu statüyü kazanmış sonuncu alandır. Son dönemde ise Süphan Dağı’yla birlikte Nemrut Dağı’nı ve dolayısıyla Nemrut Kalderası’nı da içine alan bölgenin bir Jeopark alanı olarak tescil edilmesine yönelik çalışmaların sürdüğünü de biliyoruz. Bu koruma statülerine aykırılık teşkil eden durumlarda gerek uluslararası gerekse ulusal mekanizmalarla belli yaptırımların uygulanması söz konusu. Yani bu statüler usulen ya da şeklen çizilmiş çerçeveler değil. Bağlayıcılığı ve yaptırım gücü söz konusu.

2017 yılında düzenlenen Nemrut Kalderası Seyir Noktaları Mimari Proje Yarışması’nın jüri başkanıydınız. Yarışma kapsamında kalderada seyir noktaları ve dağın eteklerinde rekreasyon alanı yapılması öngörülüyordu. Bu süreç nasıl başladı?

2015 yılında Bitlis’e atanan vali Ahmet Çınar, estetik gözü olan ve liyakate inanan bir bürokrattı. Bitlis'e geldiğinde onun önüne kalderanın tepesine yapılması planlanan bir restoran projesi geliyor. Vali de bu projenin iyi bir proje olmadığını düşündüğü için Bitlis Eğitim ve Tanıtma Vakfı’yla (BETAV) iletişime geçiyor. BETAV da önceki tanışıklığımızdan ötürü bizimle iletişime geçti. O süreçte bizim yaptığımız ilk şey kısa süre içerisinde bu özel alanı anlamaya çalışmak ve çok boyutlu araştırmaktı. Bu araştırmalar sonucu alana ilişkin hazırlanmış Milli Parklar Müdürlüğü’nün bir analitik etüt ve sentez raporu çalışmasının olduğunu gördük.

2017 yılında düzenlenen Nemrut Kalderası Seyir Noktaları Mimari Proje Yarışması’nın jürisi, kalderada inceleme yapıyor. (Fotoğraf Devrim Çimen)

Bu nasıl bir çalışmaydı, alana dair hangi bilgileri içeriyordu?

Aslında 200-300 sayfalık bir rapordan bahsediyorum. Rapor, kalderanın fiziki varlığını farklı bilimsel disiplinler çerçevesinde analiz eden bir doküman ve bunun uzantısı olarak da bir yönetim planı içeriyordu. Yani bütün bu alanın nasıl yönetileceğini, nasıl işletileceğini, nasıl korunacağını ve insan faaliyetlerine hangi ölçüde ve nasıl izin verileceğine ilişkin bir yol haritası diyebiliriz. Ancak yine aynı kurum tarafından hazırlanmış olan bu yönetim planının analitik etüt çalışması ile ciddi tezatlar barındırdığını gördük ve bu planda öngörülenler açık olarak doğal değerleri tehdit ediyordu. Özetle analitik etüt raporunda eleştirilen ne varsa yönetim planında neredeyse onu görüyor gibiydik.

Kalderanın içine restoran, otopark gibi mekanların yapılmasını öngören yönetim planından bahsediyoruz değil mi?

Evet. Yönetim planı kalderanın içerisini 4 farklı bölgeye ayırmıştı ve bazı bölgelerde kır lokantası, restoran ve otoparklar gibi kalıcı tesisler öngörüyordu. Hatta kalderanın zirve noktasına bir restoran önerisi bile vardı. Bunlar tabii alanın doğal değerlerinin korunması anlamında çok riskli yaklaşımlar. Biz de bir rapor hazırlayalım ve Vali beye bunu sunalım istedik. Olması gerekeni çok kabaca da olsa anlattık ve bazı yöntem önerilerimiz oldu.

Ne tür önerilerdi bunlar?

Temel yaklaşımız kalderanın içindeki insan faaliyetlerinin mümkün olduğunca kısıtlanmasıydı. İnsan faaliyetlerinin daha aşağıda, dağın eteklerinde karşılanması ama kaldera içerisinde hiçbir şekilde bir yapısal unsurun bulunmamasıydı. Kalderaya ulaşımın da kontrollü bir şekilde örneğin basitçe tasarlanmış özel elektrikli araçlarla ya da bisikletle sağlanmasını önermiştik BETAV ile birlikte.

Kalderaya seyir noktaları yapılması fikri nasıl ortaya çıktı?

İnsan faaliyetlerini daha aşağılarda, yani kalderadan olabildiğince uzak bir bölgede sınırlandırmak bir koruma ilkesi olarak önerdiğimiz asal yaklaşımdı. Bu işe müdahil olmamızın sebebi de kaldera için projelendirilmiş bir restoran yapısıydı. Bu yüzden de pratik gerekçelerle ilk iş olarak yönetim planında restoran önerilen bu alana kalderayı bütünsel olarak algılayabileceğimiz ve mevcut teleferik ile ulaşılabilen, belli tasarım ilkeleri ile şekillendirilmiş, alanın doğal yapısına ve siluetine olabildiğince az dokunan, konfor koşulları düşük bir seyir terası öngördük ve bunu da ulusal bir tasarım yarışmasıyla yapmayı önerdik. Gidip 3-5 saat vakit geçirebilecek değil de çıkıp 2-3 dakika durulabilecek, birkaç fotoğraf veya video çekip inilecek bir veya birkaç bakı noktası. Benim için oraya çıkmak yaşadığım en özel deneyimlerden biriydi, inanılmaz bir şeydi. Oraya çıkan her insanın o manzaradan aynı şekilde etkileneceğini ve kalderanın içine başka duygu ve farkındalıkla gireceğini düşünüyorum. Doğrudan kalderanın bütünlüğünü ve ihtişamını hissedeceğimiz ve onu görebileceğimiz bir noktadan bahsediyoruz. Arkanızı döndüğünüzde aynı noktadan Van Gölü'nü de görüyorsunuz.

Bu sayede insan faaliyeti sınırlandırıldığı için kaldera turizm baskısına karşı korunabilecekti öyle değil mi?

Evet. Kaldera sınırları dışındaki alan aynı zamanda bir turizm bölgesi ve burada amaç insan faaliyetini yok saymak değil, doğru şekilde doğru yere yönlendirmek olmalı diye düşündük. Alanda zamanında yapılmış 2,5 kilometre uzunluğunda bir teleferik hattı var. Nemrut'un eteklerinden kraterin zirve noktasının yüz metre aşağısına kadar çıkan bir teleferik hattı bu. Teleferikten de anlaşılacağı üzere dağın bu yamaçları bölge insanının ilgi gösterdiği bir kayak merkezi yani halihazırda rekreatif amaçlarla kullanılan bir bölge. Önerdiğimiz şey aslında bu teleferiğin alt istasyonunda kalderaya ilişkin bilgi ve farkındalığı artıracak bir ziyaretçi merkezinin kurulmasıydı.

Bildiğimiz kadarıyla gayet iyi işleyen bir yarışma süreci vardı ancak yönetim değişikliği ile süreç sonlandırıldı. Yarışmacılar ve süreç bir nevi ortada bırakıldı da diyebiliriz sanırım.

Yarışma süreci gerçekten çok olumlu bir şekilde ilerliyordu. Yarışmada yer görmeyi zorunlu tutmuştuk, ilginin çok yüksek olduğunu kurumdan gelen bilgilerden anlıyorduk. Yarışmaya girmeyi düşünen tasarımcılar büyük bir özveriyle gelip yeri görmüşler. Yer görme, son dönemdeki yarışmalarda pek yapılan bir şey değildir.

Buraya bir parantez açıp şunu sormak isterim: Yarışmaların mimarlık geleneğinde nasıl bir yeri var ve yarışmalar hangi yasal zemin üzerine kuruluyor?

Bu yöntem aslında kamunun klasik ihale etme yöntemi dışında zaman zaman ve özellikli projeler için tercih ettiği bir iş verme biçimi. Sürecin nasıl formüle edileceği ve nasıl işleyeceğine ilişkin hem usule hem de zaman planlamasına yönelik çok net bir mevzuat var. Kamunun özellikli bir tasarıma ihtiyacı olduğunda tercih edebileceği bir yöntemdir. Yapılacak olan işin tanımını, tarifini yapan bir şartname ve işin uzmanlarından oluşan bir jüri ve raportör heyeti oluşturulur. Jürinin de raportörlerin de seçilme kriterleri var. Örneğin jüri üyesi olabilmek için meslekte 10 yılı tamamlamış olmak, benzer projeleri yapmış olmak, bilimsel makale yazmış olmak ya da benzer yarışmalarda ödül almış olmak gibi liyakate dayalı kriterler aranır. Şartname hazırlandıktan sonra yarışma Resmi Gazete ’de ilan edilir ve yasal olarak bir süreç başlar. Tüm süreci raportörlük takip eder. Katılımcılar projeleri için rumuz oluştururlar ve elden ya da kargo yoluyla teslim yaparlar. Raportörlük rumuzları da kapatarak her projeye sıra numarası verir. Yani Jüri, önüne gelen eserin kime ait olduğunu kesinlikle bilmez. Bildiğimiz anlamda klasik ihale yönteminin çok ötesinde, anonimliği sağlayan, seçen ve seçilen arasındaki bağı seçime etki etme anlamında kopartan bir mekanizmadır yarışma.

‘YARIŞMANIN BİTİRİLDİĞİNİ BASINDAN ÖĞRENDİK’

Peki yarışma hangi aşamada iptal edildi? Siz bu kararı nasıl öğrendiniz?

Önce şunu belirteyim gerek saygın akademisyenler gerekse tasarım pratiğinde çok önemli işler başarmış meslek insanlarından oluşan yetkin bir jüri oluşturuldu. Akademisyen ve uzmanların yanı sıra kamu kurumlarının, BETAV, ÇEKÜL gibi sivil toplum örgütlerinin paydaşı olduğu bir ortam yaratıldı. Şartname hazırlıkları sürecinde paydaşlar, jüri ve raportörlük çok özverili bir şekilde çalıştı. Zor koşullarda birkaç kez zirveye çıktık bir kaç saat kaldık, çok rüzgarlı ve soğuk olduğu için orada durması çok zor. Yarışma süreci gayet başarılı bir şekilde devam ederken bir kararname sonucunda vali Ahmet Çınar Zonguldak'a atandı. Bu karar sırasında yarışma süreci devam etmekteydi. Vali bey yeni görev yeri için Bitlis’ten ayrıldıktan kısa bir süre sonra biz basından öğrendik ki yarışma iptal edilmiş. Yani tamamen bizim irademiz dışında, yarışmayı açmış bulunan İl Özel İdaresi tarafından yarışma süreci tek taraflı olarak bitirildi. Bu Türkiye'nin yarışmalar tarihinde çok ender olmuş bir şeydir. Ortasında iptal edilmiş yarışma bir elin parmağını geçmez Türkiye’de ve yarışma kültürünü içselleştirmiş hiçbir idare de bu yolu tercih etmez.

‘NEMRUT’A DÖKÜLEN BETON KAÇAK DEĞİL, PLAN DAHİLİNDE’

Şu anda krater gölü ve kalderada olan nedir? Beton tam olarak nerelere döküldü?

Orada şu anda yapılanlar bizim 2017’de eleştirdiğimiz yönetim planının alana ilişkin öngördüğü mekânsal tasarruflarla benzerlik gösteriyor. Belki de aynı yönetim planı uygulanıyor ama kısıtlı bilgiden ötürü emin olamıyoruz. Emin olduğumuz şeyse şu; orada bugün tanık olduğumuz inşai faaliyet, bizim 3 yıl önce kritik ettiğimiz yönetim planında da vardı. Aynı yaklaşımın devam ettiğini görüyoruz. Bu yüzden “Burada hukuk dışı, illegal bir şey yapılıyor” demek doğru olmayacaktır. Birinin gidip de keyfi olarak oraya beton dökmesinin söz konusu olduğunu hiç zannetmiyorum. Yapılan uygulamanın ilgili kurumun açmış olduğu bir iş yapım ihalesinin parçası olduğu ortada.

Dr. Mimar Devrim Çimen, kalderada.

Önümüzdeki günlerde betonun söküleceği açıklandı. Söküm işlemi tahribatı giderebilir mi? Yoksa bu işlemin etkisi kalıcı mıdır?

Aslında bu, özelliklerini insan müdahalesi ile kaybetmiş doğal bir alanın geri kazanılmasına ilişkin bir yöntem olan peyzaj restorasyonunun alanı. Kendi bilgim dahilinde yanıt vermem gerekirse toprak yapısı, bitki yapısı gibi bütün özelliklerin araştırılması ve bunun sonucunda buradaki peyzajın nasıl geri kazanılacağına dair bilimsel bir yöntemle bu alanın tamir edilmesi gerekir. Ama hepimiz biliyoruz ki bu işlem muhtemelen burayı bu hale getiren müteahhit tarafından yapılacaktır. Müteahhit oradaki betonu kıracak, moloz haline getirip kamyonlara yükleyip götürecek ve sonra bir yerden toprak alıp gelip onun üzerine serecektir, büyük bir olasılıkla. Eğer böyle olursa kraterin o kısmının eski doğal karakterini yeniden kazanması zor olabilir.

Kalderadaki yapıların turizm potansiyelini artıracağı ve bunun yerelde ekonomik bir gelir sağlayacağına dair bir kampanya da yürütülüyor. Ekonomik gelir temelli bu yaklaşım yerele nasıl yansıyor?

Turizm meselesi, motivasyonu yüksek bir tanımlama. “Turist gelecek, Nemrut uçacak” gibi şeyler demeye başladığınız zaman buradaki insan faaliyetlerinin kontrolünü zorlaştırıyorsunuz. Yani Nemrut'un doğal değerlerinin korunmasından daha çok onun üzerinden yaratılacak ekonomiye vurgu yapıldığını görüyorsunuz. Bu da yerelde "pozitif" bir algı oluşturuyor ve “benim ekonomim güçlenecek, iş olanaklarım artacak” beklentisi üzerinden projenin hayata geçmesini kolaylaştıracak bir manivela görevi görüyor.

‘İNSAN FAALİYETLERİNİ DOĞAL ALANLARA DOĞRU GENİŞLETME MOTİVASYONU VAR’

Son yıllarda Nemrut gibi özellikli alanlar bir tür işgal altında. Hem şehirlerdeki kültür yapılarına hem de kırsalda bulunan doğal alanlara beton dökülmesi, yapının özelliğine uygun olmayan bir şekilde restore edilmesi ya da kısa vadeli ekonomik gelir projeksiyonları için bu alanların yok edilmesi ile karşı karşıyayız. Sizce son yıllarda bu durum artıyor mu yoksa görünürlük kazandığı için mi daha çok konuşuluyor?

Bu, benim de kafamı kurcalayan bir mesele. Bizim sanayi üretiminin dışında bir de bacasız sanayi denen bir olgumuz vardır, o da turizmdir. Geçmişte ve günümüzde Ege ve Akdeniz kıyılarında olan şey, doğal alanların turizm baskısı altında tahrip olmasıdır. Şimdi Bodrum'a, Datça'ya baktığımız zaman orman alanlarının yapılaşmaya açıldığını görüyoruz. Turizmin ibresi şehir arsasından daha doğal arsalara doğru dönmeye başladı açıkçası. Bu doğa turizmi ve kültür turizmi meselesi bana biraz tehlikeli geliyor. İyi niyetlerle yapılıyor olduğunu düşünsek bile bu yaklaşım uzun vadede söz konusu doğal alanların tahribatına imkan veren çerçeveler haline dönüşmeye başlıyor. Güncel bir konu olarak yaylalara yol yapılması meselesi örneğin. Yolu yaptığınız ya da orayı ıslah etme iddiasıyla yola çıktığınız zaman aslında oraya erişimi kolaylaştırıyorsunuz ve insan faaliyetinin orada kalıcı olmasına zemin hazırlamış altyapıyı kurmuş oluyorsunuz. İnsan faaliyetlerini doğal alanlara doğru genişletmeye ve artırmaya yönelik bir motivasyon var son dönemde ve sosyal medyanın yaygınlığı bu türden faaliyetlerin zaman ve mekandan bağımsız olarak görünürlüğünü de arttırıyor.

Sizce ibre neden doğal arsalara doğru ilerliyor ve neden özelliğine bakılmaksızın her yere turizm götürülmeye çalışılıyor?

Bu, bir toprak ya da genel anlamıyla doğa parçasına hangi gözlüklerle baktığımızla ilgili. Örneğin o dönem biz Nemrut'a bir gözlükle bakarken başkaları da bambaşka gözlüklerle bakıyordu. Yani burada sözünü ettiğimiz, bu bakışların ve kavramsallaştırmaların birbirleriyle olan mücadelesi. Öte yandan eğer doğayla insan faaliyeti arasında bir ilişkinden söz edersek, bu çok uzun bir süredir eşitsiz ve insan lehine bükülmüş durumda ve bunun sonucunda doğa ister istemez tahrip oluyor. Betonla simgeleşen, insani faaliyeti önceleyen ve doğaya o gözle bakan bir yaklaşım bu. Genel bir deyiş vardır, “Elinde çekiç varsa her şeyi çivi olarak görürsün” diye. Burada biraz da en büyük maharetinin o olmasından kaynaklanan bir durum var galiba. Her yere onunla dokunmak, bir alana onun enstrümanlarıyla bakmak, müdahale etmek gibi bir şey gelişiyor. Çok boyutlu, daha derinlemesine yaklaşımlar geliştirmek gerekiyor. Bu da zaman, emek ve kültürel birikim gerektiren bir konu. Herkes böyle düşünmüyor ama genellemek gerekirse biz biraz hızlı ve kolay olana, hızlı bir şekilde geri dönüşünü almak üzere kurgulanmış bir yapıya meylediyoruz. Bu da verili bir değer olan ve üzerinden bir ekonomi oluşturulabilecek potansiyele sahip doğal alanların hızla tahrip olmasına neden oluyor.

Bundan sonraki süreçte kalderanın korunması için nasıl bir yol izlenebilir?

Öncelikle yapılması gereken, yakın zamanda tanık olduğumuz uygulamanın altlığını teşkil eden yönetim planının askıya alınması ve tüm uygulamaların durdurulması. İlk yapılması gereken bu. Bu alanın geleceğinin nasıl olacağına ilişkin süreç bence ondan sonra konuşulabilir. Bu çok disiplinli, çok katılımcı ve şeffaf süreçlerle ilerleyebilecek bir mesele. Kapalı kapılar ardından, kimsenin bilmediği süreçlerle birkaç meslek disiplininin hakimiyet alanına daraltılabilecek, yerelde ya da merkezde birkaç bürokratın karar verip ilerletebileceği bir süreçten bahsetmiyoruz. O yüzden de olabildiğince çok disiplinli, çok farklı alanlardan bilim ve meslek insanlarının katkısının alınacağı, bunu yaparken yerelle ilişkilerin güçlü bir şekilde kurulacağı bir yapı kurmak şart. Çünkü bu alan evrensel değerlerinden ötürü bir koruma bölgesi.

‘DURDUK YERE BOZULMUŞ BİR ŞEY TAMİR EDİLMEYE ÇALIŞILIYOR’

Sizce bundan sonra Nemrut’ta ne olur? Sosyal medya üzerinden oluşan ve yerel yönetimi yasal çerçevelere, sözleşmelere uymaya zorlayan irade korunabilir mi?

“Bir musibet, bin nasihatten yeğdir” diye bir söz var. Bunu bir musibet olarak değerlendirip ileriye dönük yol haritasında farklı bir güzergah tercih etme istenci oluşabilir mi? Oluşabilirse ne mutlu ama bunu gözlemlemek gerekiyor. Ama yaşananların buna vesile olması gerektiğini düşünüyorum açıkçası. Oradaki betonun sökülüp yerine tekrar toprak doldurulması gibi tamamen palyatif bir çözümden bahsetmiyoruz, hatta bir çözüm bile diyemeyiz buna. Çünkü orada durduk yere bozulmuş bir şey tamir edilmeye çalışılıyor. Süreci hukuki, disiplinlerarası, bütüncül, katılımcı bir çerçeveyle ele alan, evrensel koruma ilkelerini önceleyen ve bu farkındalık düzeyini yerelle bütünleştiren bir çözümden yana olmamız gerekiyor.