Zaman Cetveli Sergisi, Tophane-i Amire'de açıldı. Küratörlüğünü Meriç Öner’in gerçekleştirdiği sergi, Erginoğlu-Çalışlar ofisinin otuz yıllık serüvenini projelerin araştırma, tasarım ve uygulama süreçlerinden derlenen nesneler ile aktarıyor. İşlerin paralelinde Zaman Cetveli’ne eklenen olaylar dizisi ise Türkiye ve dünyada otuz yılın bazı eşiklerini anımsatarak sergiyi ortak bir geçmişe yayıyor.
Çağımızın öncü mimarlık ofislerinden Erginoğlu&Çalışlar’ın otuz yıllık mimarlık üretimini dönem hafızasıyla paralel olarak incelemeye sunan Zaman Cetveli sergisi MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi Tek Kubbe Salonunda küratör Meriç Önen’in hikaye anlatımı ve Cemal Emden’in eşsiz kareleri ile birlikte ziyarete açıldı. 31 Mayıs’a kadar açık olacak sergi mimari ile ilgili paneller, söyleşiler ve rehberli turlara da ev sahipliği yapacak.
Tophane_i Amire, farklı sergi salonları ile İstanbul’un göbeğinde yer alan önemli bir kültür sanat merkezi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi tarafından kültürel etkinlikler için kullanıma açılan bu mekanı, sanıyorum keyifli bulmayan yoktur. En tepesinde yer alan okuma bahçesinde geçtiğimiz günlerde biz de bir buluşma yaptık; kubbelerin arasından Aya Sofya göz kırpıyor, boğaz tüm trafiği ile göz dolduruyordu. Birkaç gün önce yolum buraya yine bir mimarlık sergisi için düştü. Zaman Cetveli isimli bu sergiyi bir süredir heyecanla bekliyordum doğrusu. Öyle bir açılış oldu ki, İstanbul sınırlarında olup da bu davete katılmamış mimar, basın görevlisi, benim gibi meraklısı, tasarımcısı yok gibiydi. “Ne mutlu” diye düşündüm.
Dile kolay, Zaman Cetveli isimli bu sergiyi hazırlayan, ülkemizin öncü mimarlık ofislerinden biri olan Erginoğlu&Çalışlar, dünya çapında mesleki, toplumsal ve ekonomik dönüşümlere şahitlik ettiği bu otuz yıllık dönemde, çok sayıda kişi ve kuruluş ile çalışmış bir mimarlık ofisi. Her mimarlık ofisi gibi onlar da gerek yurt içinde gerekse yurt dışında projelerini hayata geçirirken meslektaş, usta, işveren, mühendis, yüklenici, denetimci sıfatıyla projeye ortak olanlar ile birlikte oldukça kalabalık bir insan topluluğu ile buluşmuşlar; farklı program ve ölçeklerde uygulamalar gerçekleştirmişler.
Zaman Cetveli, stüdyonun 1993 yılından bu yana süregelen macerasını toplumla paylaşıyor; mimarlık üretimini incelemeye açıyor. Küratörlüğünü Meriç Öner’in gerçekleştirdiği sergi, ofisin otuz yıllık serüvenini projelerin araştırma, tasarım ve uygulama süreçlerinden derlenen nesneler ile aktarıyor. Orijinal eskiz, çizim, maket ve fotografik kayıtları barındıran derleme, mekânda kronolojik bir düzende yer alırken ofisin fiziksel ve dijital birikiminden ödünç alınan nesneler, sergide özgün yapılarına uygun biçimde sunuluyor. Proje temsil biçimlerini ait oldukları dönemlere göre ayrıştırmaya yarayan kurgu ile mimarlık alanında teknolojinin gündelik değişiminin paranteze alınması da amaçlanıyor. İşlerin paralelinde Zaman Cetveli’ne eklenen olaylar dizisi ise Türkiye ve dünyada otuz yılın bazı eşiklerini anımsatarak sergiyi ortak bir geçmişe yayıyor.
Bu çerçevede örneğin Mavi için yapılmış İstanbul temalı tshirt'lerle, bir floppy disc ile, karşılaşabiliyorsunuz sergide veya bir proje için sahada çekilen onlarca fotoğrafın; tüm tekliflerin yazışmaların derlendiği bir çalışma dosyasının içine kadar sokulabiliyorsunuz merakınız ölçüsünde. Bir bakıma büyük şeffaflık bu paylaşım. Elini attığı her işin gözüm kapalı iyi olacağına hayatımın bir yerlerinde inanmış olduğum Meriç’in etkili ve yalın hikaye anlatımı, Cemal’in her biri sanat eseri olan fotoğraf kareleri ile birleşince ortaya ne demek istediğini iyi anlatan bir deneyim çıkıyor. Meriç, sergileme için yeniden bir üretime girişmediklerini, nerede ise hemen her şeyi ikilinin ofisinden getirerek kullandıklarını anlatıyor, bunu çok önemli bir bakış açısı olarak kenara not ediyorum.
Mimarlık ve tasarım hakkında her sergi gezdiğimde beynime dolan düşünceler yeniden ortaya çıkıyor Tophane’nin bu tek kubbesi altında gezinirken: Bu sergilere neden ihtiyacımız var?
Mimarlık da diğer tasarım alanları gibi, sonucu her ne kadar somut olsa da, süreçleri soyut bir kavram. Oysa mimarlar ve tasarımcılar sanıyorum hak vereceklerdir bana, toplumun somut çıktıyı gördüğü an bizler için zaten o iş, o konu çoktan gerilerde kalmıştır. Her Mayıs ayında dillendirdiğim gibi, düş gücü de bilek gücü kadar yüklü bir mesai gerektiriyor ve en az bilek gücü kadar önemli bir emek alıyor.
Toplumlarda mitleşmiş olan avukatlık, doktorluk, tüccarlık gibi mesleklerin yanında her zaman bir adım geride duran yaratıcı mesleklerin en hazin gerçeği, onların bu süreçlerinin görünür olmaması.
İçtiğimiz sütün, kullandığımız şampuanın ambalajından, üstümüze giydiğimiz giysiye, kullandığımız araçtan girdiğimiz okula, restorana, yanından geçtiğimiz dev binalardan parklara bahçelere dek bunların tümü sanki hop diye tek gecede oraya kondu sanıyoruz. Yapılı fiziki çevremizin ardında kimi zaman onlarca, kimi zaman binlerce insanın tasarıma, uygulamaya ve organizasyona dayalı emeği var.
Zaman Cetveli’nde olduğu gibi bu süreçlerin sergi olarak sunulması, söyleşilerle paylaşılması veya aynı bakış açısı ile mimarlık ve tasarım alanında yapılmış tüm kitaplar, yayınlar, sunumlar bu emeği göstermeyi, bu aktörleri tanıtmayı amaçlıyor
Mimarlık sergileri, inşa edilmiş çevre hakkında halk bilincini şekillendirmede önemli bir rol oynar. Bir mimarın yapıtları ile birlikte toplumla etkileşime girdiği söylenebilir ama asıl böyle sergilerle, mimarların, tasarımcıların ve sanatçıların çalışmalarını derinlemesine anlatma, fikirlerini paylaşma ve geniş bir kitleyle etkileşime girme olanağı doğar. Farklı bakış açılarını bir araya getirerek yenilikçi tasarımları sergileyen mimarlık sergileri, mimarinin toplum ve çevre üzerindeki etkisi hakkında önemli tartışmaları başlatır.
Mimarlık sergileri sadece tekil stüdyo sergileri olarak yapılmıyor. Tarihsel olarak, mimarlık sergileri devrim niteliğindeki tasarımları vurgulamak ve geleneksel mimarlık sınırlarını zorlamak konusunda önemli bir rol oynamış. En ikonik mimarlık sergilerinden biri, 1925 yılında Paris'te düzenlenen ve Art Deco akımının doğmasına neden olan "Exposition Internationale des Arts Décoratifs et Industriels Modernes" sergisi denilebilir. Bu sergi, modernist tasarımları sergilemişti ve gelecek on yıllar boyunca mimari tarzları etkiledi. Daha geniş kapsamlı sergilerin etkileri de bu denli büyük oluyor.
Daha yakın zamanlarda, Venedik Bienali Mimarlık Sergileri uluslararası bir platformda mimarların ve tasarımcıların çalışmalarını sergilemek için tanınmış bir etkinlik haline geldi. 1980 yılından bu yana iki yılda bir düzenlenen Bienal, dünya genelinden ülkelerin pavyonlarına ev sahipliği yapmakta ve çağdaş mimarlık üzerine benzersiz bakış açıları sunmakta. Bu etkinlik, mimarlık tutkunları ve profesyonelleri için kaçırılmaması gereken bir etkinlik haline gelmiş durumda ve her düzenlendiğinde mimari tasarımdaki çeşitliliği ve yeniliği görmek isteyenleri şehire mıknatıs gibi çekmekte. Son on yıldır Türkiye’nin de bienal alanında bir merkezi var. Burada düzenlenen sergiler bu yıl sanata ev sahipliği yaparken, iki yılda bir ülkemizin temsili gibi önemli bir vazifeyi İKSV koordinasyonunda çeşitli mimarlar üstleniyor ve bienal sergilemelerini gerçekleştiriyorlar. Gelecek yıl 19. kez açılacak bienal sergilerinin küratörlüğünü, teknoloji alanındaki önemli çağdaşlardan biri olan Carlo Ratti üstleniyor. Bu seçim, mimarlığın teknolojik gelişmelerle kuracağı bağın ortaya serileceği önemli ve daha erken ama belki de tarihi bir sergi ile karşılaşacağımızı bize müjdeliyor. Yapay Zeka başta olmak üzere gelişen tüm yeni teknolojiler herkes gibi mimarların ve tasarımcıların da kafasını karıştırıyor; onları da dönüştürüyor.
Mimarlık sergilerinde ne zaman dolansam onların aynı zamanda iyi tasarımın değerini ve mimarinin günlük yaşantımız üzerindeki etkisini halka anlatmada nasıl da kritik bir rol oynadıklarını düşünürüm. Çoğunlukla tarihin belirli bir noktasından başlayan ve günümüze uzanan çağdaş projelerin sergilenmesi, teknolojiler, malzemeler, üretim detayları, estetik stiller gibi pek çok alanda yaşanan değişimleri de bizlere sunma özelliğini taşırlar; büyülenirim bu zaman yolculuğundan.
Böylece bu tür sergiler, mimari mirasın korunması ve sürdürülebilir tasarım uygulamalarının teşvik edilmesi konusunda farkındalığı artırmaya yardımcı olur. Örneğin, 2014 yılında Londra Kraliyet Sanat Akademisi'nde düzenlenen "Sensing Spaces: Architecture Reimagined" sergisi, ziyaretçileri mimariyi tüm duyularıyla deneyimlemeye davet ederek, mekân ve form hakkındaki geleneksel kavramları sorgulamıştı. Mimarlık dünyasının dev isimlerinin yer aldığı bu sergide, Kengo Kuma’nın ışık ile mekan algısı yarattığı enstalasyondaki koku deneyimini hala unutamadım ve o günden sonra ne zaman bir mekana girsem, hatta kentin sokaklarında bile gezinsem, kokusunun ne olduğunu düşünüyor hafızama duyu notları alıyorum.
Mimarlık sergileri, bu tür yaratıcı örneklerle mimarların yeni fikirler ve teknolojilerle deney yapmalarına olanak sağlayarak tasarımda mümkün olan sınırları zorlar. "Digital Turn" sergisi gibi örnekler çoğalarak önümüzdeki dönemde dijital teknolojilerin mimari üzerindeki etkisini çok boyutlu olarak gözler önüne serecek gibi duruyor.
Sonuç olarak, mimarlık sergilerinin mimarinin dünyamızı şekillendirmedeki gücü hakkında izleyicileri ilhamlandırma ve bilinçlendirme rolü değerli. Böyle sergiler mimarların birbirlerinin çalışma pratiklerini karşılaştırmasına, izleyicinin bilmediği yapıtların mutafı hakkında bilgi sahibi olmasına, hep birlikte tarihimizle günümüz ve geleceğimiz arasında bağlar kurmamıza imkan veriyor.
Her sergi, her paylaşım, her sunum, öznesine sonrası için bir de kendini aşma yükü getiriyor ayrıca. Kerem Erginoğlu ve Hasan Çalışlar’ı kutlarken umuyorum bu sergi, Anadolu’daki diğer kentleri de gezsin ve yeni nesile sundukları kültür ile ilham olsun.