Bugünlerde Libya çerçevesinde yaşanan gelişmeler ve Mısır’ın (aslında düşük yoğunluklu müdahil olduğu) savaşa doğrudan ve etkin biçimde müdahil olma olasılığı Kissinger’in bu sözünü hatırlatıyor.
Önce tabloyu ortaya koymaya çalışalım:
Türkiye Doğu Akdeniz’de gaz arama ve çıkarma faaliyeti yapan ülkelere karşı kendi ekonomik çıkarlarını korumak için Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile deniz yetki alanı muhtırasını imzalayınca sadece bir ekonomik anlaşmaya imza atmadı. Bu anlaşmanın geçerliliğini koruması ve uygulanabilmesi için ise anlaşmanın diğer imzacısı Sarrac hükümetinin korunması gerekiyordu ve bununla ilgili adım atıldı. Bu adımın atılması ile birlikte mesele nitelik değiştirdi. Yani ekonomi anlaşması olmaktan çıktı; Türkiye Osmanlı döneminden bu yana Arap coğrafyasına yeniden somut adım atmış oldu. Böylece sorun iki başlıklı hale geldi.
Birinci başlıkta Türkiye’nin karşısında ekonomik blok var, ikincisinde Müslüman Kardeşler ve çeşitli başka başlıklar altında bölgede siyasi hakimiyet mücadelesinin oluşturduğu blok var.
Her iki başlık altında verilen mücadelenin merkezinde yer alan ülkelerden biri ise Mısır.
Gaz meselesinde Mısır İsrail ve GKRY (Yunanistan) ile birlikte hareket ediyor. Diğer yandan Mısır, (Fransa gibi) yine bu konuda Türkiye ile rekabet yaşayan Batı ülkelerinin Türkiye’ye karşı yanlarında görmek isteyecekleri ülkelerden birisi.
Libya çerçevesinde yaşanan gelişmeler için de aynı durum söz konusu. Fransa ve Rusya başta olmak üzere Libya rekabetini yaşayan ülkeler için Mısır yanlarında görmek isteyecekleri bir ülke.
“Türkiye’nin Arap topraklarına tekrar dönmesi tehlikesi” ve Müslüman Kardeşler başta olmak üzere yaşanan gerilimler düşünüldüğünde de Mısır öne çıkıyor ve örneğin Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkeler Mısır ile hareket etmek zorunda hissediyor. Böylece Mısır Batı’nın (en azından bazı ülkelerinin) Doğu Akdeniz’deki gaz ve Libya’daki nüfuz mücadelesi ile Arap coğrafyasında Türkiye ile yaşanan mücadelenin tam merkezine konumlanıyor.
Mısır’ın merkezde yer almasının sebepleri bunlarla bitmiyor. Mısır Türkiye’nin varlık gösterdiği Libya’nın kara ve deniz komşusu. Dolayısıyla yukarıda özetlemeye çalıştığımız sebepler olmasa bile zaten doğrudan Türkiye ile karşı karşıya gelmiş oluyor.
Türkiye’nin Libya’da varlık göstermesiyle gözlerin dikildiği Mısır’ın uzun sayılabilecek bir süredir sessizliği dikkat çekiyordu. Bu sessizlik Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah El Sisi’nin açıklamalarıyla bozuldu. Aslında (sessizliğin bozulması) sinyalleri daha önce verilmişti. Arap Birliği Türkiye’nin Sarrac hükümeti ile muhtıra imzalamasından sonra Aralık 2019’da açıklama yapmış ve “başka ülkelerin Libya’ya müdahalesinin önlenmesi için” çağrıda bulunmuştu. Geçtiğimiz günlerde yapılan Arap Birliği olağanüstü toplantısında ise (Suriye de zikredilerek) “Türkiye’nin Libya’daki faaliyetlerinden duyulan endişe” dile getirilmişti.
6 Haziran Kahire bildirgesi ise her ne kadar sadece Sisi, Hafter ve Salih’in katıldığı tek taraflı bir açıklama gibi görünse de yukarıdakilere göre daha ciddi bir adım sayılmalı. Birincisi bildirgenin çıktığı toplantının arkasında son dönemde cephe kaybeden Hafter’in müttefikleri Suudi Arabistan ve BAE’nin de olduğu açık. Rusya’nın da bildirgeye destek vermesi manidar. Bu deklarasyon anılan ülkeler açısından sadece Hafter’in gerilemesi değil, Türkiye’nin daha fazla ilerlemesi endişesini dile getiriyor aslında. ABD, Bahreyn, Ürdün, Cezayir gibi ülkelerin bildirgeyi olumlu karşıladıklarını da ekleyelim.
Abdülfettah El Sisi’nin son açıklamaları ise şu ana kadar sadece Mısır değil Arap dünyasının da attığı en ciddi adım olarak görülebilir. Aslında dün toplanması beklenen ancak bugüne ertelenen Arap Birliği olağanüstü toplantısının başlıklarından biri yine Libya meselesi olacak (diğeri Mısır’ın Etiyopya ile yaşadığı ve gittikçe daha ciddi bir hal alan baraj krizi). Bakalım bu toplantıdan nasıl bir sonuç çıkacak?
Kendisi de (eski?) asker olan Sisi’nin açıklamayı Libya sınırı tarafındaki (batıda) askeri birlikleri ziyaretine denk getirmiş olması tesadüf değil elbette. Sisi konuşmasında Mısır’ın (sessiz göründüğü son dönemde) bir süredir Libya ile ilgili askeri seçenekleri de değerlendirdiğini ve hazırlık yaptığını da ima etti, sessizliğini “durumun nereye gittiğini görmek için beklemekle de” açıkladı.
Bundan anladığımız (belki de) Türkiye’nin bu denli ilerleyeceğini ve Ulusal Birlik Hükümeti’nin Sirte’ye dayanmasını beklemiyorlardı. Belli ki şimdi gelinen nokta Mısır açısından aciliyet kesbetmiş durumda. Başta dediğimiz gibi bu sadece Mısır açısından değil ama “Türkler geliyor” düşüncesi ile diğer bazı Arap ülkeleri için de geçerli.
Peki Mısır ve müttefikleri “Türk akınını” nasıl durduracak, ya da durdurabilecek mi? Durdurmaya çalışırsa Türkiye-Mısır savaşı yaşanır mı?
Tam bir düğümden bahsediyoruz. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız gibi Libya’da Batı’nın ekonomik çıkarları var, kimilerinin, “boş ver Trablus’u petrol bölgesine bak” düşüncesi var. Doğu Akdeniz’de tarafların ayrı bir savaşı var, Araplar için Türkiye’nin coğrafyaya girmesinin dışında bölgesel rekabet boyutu var, Mısır için ise yanı başındaki ülkeye son yıllarda hiç de hoşlaşmadığı yabancı bir ülkenin müdahalesi, Müslüman Kardeşler ve diğer örgütler tehlikesi var. (Batı ve ABD’nin) Rusya’nın Libya’da alan kazanması endişesi var. Bunların tümü aktörlerin hepsi ya da bir kısmı açısından diğerleri ile bir şekilde birlikte ele alınacak başlıklar.
Mısır Sisi’nin açıklamalarıyla sahneye çıkacağı sinyalini verdi. Tabii tarih Arap ülkelerinin ileride Mısır’a “Beni suya kim itti?” dedirtebileceği örneklere de sahne oldu. Eğer Arap ülkeleri Mısır’ın arkasında kararlılıkla durursa durum sadece Türkiye değil tüm taraflar açısından daha sert ve karmaşık hale gelebilir, ama eğer Arap ülkeleri ya da bir şekilde Mısır’dan medet uman diğerleri bir yerde dönüş yaparlarsa Mısır sadece ortada kalmaz, şimdiki haritadan daha azına da razı olmak zorunda kalabilir.
Gelişmeler ister istemez Kissinger’in “(Ortadoğu’da) Suriye’siz barış, Mısır’sız savaş olmaz” tespitini hatırlatıyor. Savaş olur mu olmaz mı, olursa ne olur, bekleyelim, görelim.