Keşke resim yapabilseydim. Bunu hep istedim ama bu kabiliyete sahip olanlara gıpta etmekle yetindim. Hele defterine resimler yapanlara… Neyse ki çağ değişiyor. Yapay zekâ hepimize ressam olma fırsatı verdi. Ama biz buna hazır mıyız? Ya da dünya bizim nihayet gün yüzüne çıkacak benzersiz düşlerimize hazır mı? Şaka bir yana, sanatla ilgili yeni soruları sormanın vaktidir.
1.
Picasso’ya atfedilen -amaçok büyük ihtimalle onunla alâkası olmayan- güzel hikâyedir… Bininci tekrar olma pahasına anlatmak istiyorum çünkü bugün bu hikâyeyle işimiz var:
Bir gün bir restoranda oturmuş sakin sakin yemeğini yiyen Picasso’nun masasına yan masadan biri gelir ve ondan kendisi için bir peçeteye resim yapmasını ister. Üstelik Picasso’nun talep edeceği ücreti ödemeye de gönüllüdür. Ressam nazlanmaz ve önünde duran peçeteye bir keçi resmi çiziktiriverir. Sade bir çizimdir ama peçetede Picasso’nun elinden çıktığı belli bir keçi durmaktadır. Ücreti? İşte o biraz yüksektir.
“Ama nasıl olur” diye hayal kırıklığıyla söylenir, resmi talep eden müşteri. “Bunu çizmek kırk saniyenizi aldı.”
“Hayır” der Picasso. “Onu çizmek kırk yılımı aldı.”
2.
Kırk yıl.
Picasso’da başlayıp Picasso’da biten bir mesele değil bu, kırk yıl burada emeğin adı. Rafineleşmenin, sadeleşmenin, mükemmelleşmenin adı. Bir yandan elbette çabuklaşmanın adı… Ustalık sadece dehayla gelmez. Hatta çoğunlukla dehayla gelmez. Ustalık emekle, basit tekrarları gerekirse kırk yıl boyunca yapmakla gelir. Picasso da bu tarifin haricinde değildir.
İnsanın eli alet tuttuğundan beri ustalık tekrarla kazanılmıştır.
Ama elbette adınız Picasso’ysa işin rengi değişiyor. O zaman sanat tarihine, bir yüzyıla ve hatta hayatın akışına dahi damga vurabiliyorsunuz.
O zaman ölümünüzün üstünden elli yıl geçse de yaptığınız işler hâlâ konuşulmaya devam ediyor; hâlâ ilham veriyor. Ya da kişiliğiniz ve hayat tarzınız hâlâ güçlü duygular uyandırıyor; ayrıca yine Picasso örneğinde olduğu gibi yoğun bir nefretin konusu daolabiliyor.
İspanyol ressam Pablo Picasso’nun ölümü üzerinden geçen hafta itibarıyla 50 yıl geçmiş.
BaştaİspanyaveFransa’dakilerdünyanın birçokönemlimüzesinde, bu sene epey iddialı Picasso sergileri düzenleniyor. Birçok başka kurumda da, geçen yüzyılın bu bir numaralı ve ürettiği binlerce eserle olağanüstü verimli sanatçısının hayatı çevresinde, seksizm eleştirileri de dahil olmak üzere yeni çalışmalar yapılıyor.
Bir yandan da hayat devam ediyor. Yeni sanatçılar yeni resimler yapıyor; Picasso’dan binlerce yıl önce var olan ve insanlığa dair ilk izleri, tarih öncesi mağaralardan bizlere taşıyan resim sanatını icra etmeye devam ediyorlar.
Yalnız arada bir iki yenilik de yaşanmıyor değil.
İşte geçen seneden bir örnek. Amerika’da Colorado Fuarı’ndaki bir resim yarışmasını kazanan ilginç esere bir göz atalım. İsmi ‘Théatre D’Opéra Spatial’. Ortaçağ saraylarını çağrıştıran bir ortamda bulunan üç kadın önlerindeki dairesel açıklıktan tuhaf bir dış dünyaya bakıyor.
Jason Allen isimli sanatçının bu resmi yarışmanın 300 dolarlık ödülünü kazandı. Ama kazanan sahiden Allen mıydı?
Hayır, Allen, resmi “metinden resim yaratan” yapay zekâ programı Midjourney’ye yaptırmıştı. Üstelik bunu gizlememişti. Eseri, “Jason Allen via Midjourney” (Midjourney vasıtasıyla) diye imzalamıştı. Ama jüri bu detayı es geçmişti.
Allen, programa gerekli komutları vermiş, yani istediği resmi tarif etmiş gerisini yapay zekâya bırakmıştı.
Peki bunu yapmak ne kadar vaktini almıştı?
Şüphesiz kırk yılını değil… Kırk saniyelik emeğe şimdi hiç olmadığımız kadar yakınız.
4.
Yapay zekânın hareket sahası son günlerde hepimizi fazlasıyla meşgul ediyor. ChatGPT ve türevlerinin neler yapabileceğini, yazabileceğini, hesaplayabileceğini ve günün birinde belki bir ihtimal neler “düşünebileceğini” özellikle son günlerde bu teknolojiye yönelik eleştiriler ve endişeler ışığında konuştuk.
İşin bir de görsel tarafı var. Rüyalarımızın, hayallerimizin ve kâbuslarımızın şimdilik iki boyutta ete kemiğe, renge desene büründüğü taraf.
Midjourney bunu yapıyor. Dall-E bunu yapıyor. Stable Diffusion ve daha niceleri bunu yapıyor. ChatGPT’nin metinden beslendiği gibi, görselden besleniyorlar ve gitgide hayatlarımızın içine nüfuz ediyorlar.
Geçen ay çok konuşulan, pofuduk montlu Papa fotoğrafını (!) hatırlarsınız. Onun yapay zekâ olduğu kesin olarak ortaya çıktığında bile çok kişi inanamadı. Montlu Papa, bir Midjourney imalatıydı. Yapay zekâ sadece sanatla sepetle ilgilenmiyordu; hiperrealizmin sularında da geziyordu.
Yine Donald Trump’ın başrolde olduğu “tutuklanma” fotoğrafları da bir süre sosyal medyayı sallamıştı. Tabii o fotoğraflar da yapay zekâ imalatıydı. (Gerçi daha sonra Trump polis zoruyla mahkemeye de getirildi). Bu tür ilgiden her zaman memnun olan Trump, kendi sosyal medya sitesi Truth Social’a kendinin yapay zekâdan olma bir başka görselini “gerçek değildir” ibaresi koymadan yükledi. Yapay veya değil, hayat onun için normal akışındaydı.
Sanat, hayat, siyaset… Yapay zekâ her alanda gümbür gümbür işlemeye devam edecek. Bunların videoları da gelecek (Halihazırda gelmeye başladı bile; çok kısa zamanda kendi hayallerimizden kendi -kötü- filmlerimizi çekmeye başlayacağız gibi).
Bunların yaşanıp yaşanmayacağı soru olmaktan çıktı artık.
Soru bizim buna ne kadar hazır olduğumuz. Soru, bugünün ve geleceğin sorularını ne kadar anlayabildiğimiz.
Evvela: Bu bir sanat mı? Bu da sanat mı?
Sanatın da mecrası değişiyor mu?
İnsanın sanatla ilişkisi değişiyor mu?
Sanatçının sanatıyla mesaisi değişiyor mu?
Gerçekle sahte arasındaki çizginin bulanıklaşması gibi, insanla yapay zekânın sanatı arasındaki çizgi de bulanıklaşıyor mu?
Bir ara cevap: Hollanda Lahey’deki Mauritshuis Müzesi, Hollanda’nın gururu “İnci Küpeli Kız”ın bir Midjourney versiyonunu, tepki çekme pahasına sergiledi bile…
İşin etik tarafı var. Hukuki tarafı var. Bin tane tarafı var.
Çok ilgimi çeken giden bir örnek vereyim. İki ay önce, Amerikan Telif Dairesi, “Zarya of the Dawn” isimli 18 sayfalık bir çizgi roman hakkındaki bir sahiplik davasını değerlendirdi. Eser, Kristina Kashtanova isimli bir sanatçıya ait görünmekle birlikte Midjourney tarafından yaratılmış resimlerle üretilmişti. Neticede eserin görselinin değil, sadece metninin telife konu olabileceğine hükmedildi. Sebep olarak da Midjourney kullanıcılarının kreatif süreç söz konusu olduğunda, “mastermind” (bir işin beyni) tanımına harfi harfine uymamalarıgösterildi.
Zaman içinde bu tanımlar dahi değişecektir.
5.
Bunlar işi bilenin daha iyi yorumlayabileceği konular. Ressamlar, grafikerler, illüstratörler… Onların sahasındayız.
Ben o sahada hiç olmadım. Keşke olabilseydim. Keşke resim yapabilseydim. Bunu hep istedim ama bu kabiliyete sahip olanlara gıpta etmekle yetindim. Defterine yazmakla kalmayanlara, bir de defterine çizenlere…
Picasso da iyidir ama benim hayatımdaki en önemli isimlerinden biri Hayao Miyazaki. Picasso değil Miyazaki olmak isterdim. Hem hikâye anlattığı hem de anlattığı benzersiz dünyaları benzersiz bir hayal gücüyle resmedebildiği için…
Bu sitelerde vakit geçirmek bu yüzden benim için muazzam bir deneyim. Hayatımda ilk defa, kendimi zihnimden geçen bir düşünceyi resme dökebilmiş gibi hissediyorum. Hatta istediğimden çok daha iyi bir resme.
Bu alandaki kabiliyet sahipleri benim beğendiğim resimleri son derece yetersiz bulabilirler, bundan hiç gocunmam ama bu siteler hiç hareket edemediğim bir alanda bana bir tür “süper güç” verdikleri için beni şaşırtıyor.
Masallara, çizgi romanlara, hikâyelere çıkacak fikirler buluyorum.
Kırk saniyede…
Ben bunu yapabiliyorsam, bu alanda yetkin olanlar neler yapabilirler, hayal bile edemiyorum.
Burada biraz ikiyüzlü bir tutum var, biliyorum. Benim tutumum.
İşin ucu yazıya dokunduğunda (ChatGPT) yaşadığım gerilimi, hiç söz sahibi olmadığım bir alanda yenilik yaşanınca “geliştirici” buluyorum.
Eh ne yapalım, ben de bunun için kırktan da fazla, tam kırk üç yıl bekledim.