Mızraklı: Ayaklarınıza pranga vurularak 'Haydi maça' deniliyor
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nde protokol girişindeki merdivenler değişmiş. Özel Kalem Müdürü makam odasındaki 'banyoyu' gösteriyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Selçuk Mızraklı burayı kullanmayacağını zaten en baştan söylemişti. Belediyenin borcundan bahseden Mızraklı, "Sizi maça çıkartmışlar ama ayaklarınıza pranga, ellerinize kelepçe vurulmuş, “Hadi buyurun maç yapın” denilen bir durumdayız" diyor.
Bircan Değirmenci
DİYARBAKIR - Üç yıldan sonra ilk kez belediye binasına yaklaşıyorum. Abartmıyorum, o süre zarfında önünden bile geçmemeye, geçmek zorunda kaldığımda da dönüp bakmamaya gayret ettim. Mekanla olan bağlarım kopmuş, oraya yabancılaşmıştım. Ruhumuza, bedenimize ördüğümüz duvarlar belediye önüne yükseltilen duvarlardan daha güçlüydü demek ki. Hatta öyle ki '12 yıllık hafıza bir anda nasıl silinebilir?' diye düşünmekten alamıyordum kendimi. Şimdi, o duvarlar yıkıldı ve ben 'Yeniden fabrika ayarlarımıza dönebilir miyiz?' diye merak ediyorum. Silindiğini sandığım bütün anılar bir köşeye çekilmiş olup bitenleri izliyormuş meğer.
Binanın Başkanlık girişinde duran tanıdık güvenlik görevlisi, “hoş geldin” deyip geçmeme izin veriyor. Protokol girişindeki merdivenler değişmiş. Birinci kata çıkınca iki ihtişamlı kapıyla karşılaşıyorum. Aval aval bakınırken, kameradan gören görevli personel gelip alıyor beni. Bina yabancılaşmış olsa da yüzler tanıdık. Hal hatır sorup hasret gideriyoruz. Ne hikmetse özel kalemin bulunduğu kısımda yalnızca duvarda asılı saatte değişiklik yapılmış; Yan duvardan alınıp karşı duvara asılmış sadece.
Belediye başkanıyla randevu saatini beklerken medyaya görüntüleri yansıyan 'saray yavrusu'nu merak ettiğimi söylüyorum. Özel Kalem Müdürü eşlik ediyor ve kapı açılıyor. Daha önce basından izlemiştim ama yakından görünce insanın gözleri daha bir kamaşıyor. 'Evim Şahane' programında evini yeniden yaratan ekibe gözyaşlarıyla sarılanlar gibi her yere bakarak, eski halini hatırlamaya çalışıyorum ama nafile. Aklıma hiçbir şey gelmiyor. Yeni gelinlerin Instagram'da paylaştığı evlere benzer bir yer burası. Kapılara asılan kırmızı kurdele ve konsolların üzerine konulan nostaljik araba önünde çekilmiş mutlu düğün fotoları da olsa tam olacaktı. Kocaman taşlı avizeler, altın varaklı, pahalı olduğu her halinden belli, zevksiz eşyalarla döşenmiş odada, mafyatik filmlerdeki gizli bölmelerde olduğu gibi başkan tahtının arkasından açılan o muhteşem banyoya giriş yapıyoruz. Bizim evin salonu kadar olan banyo ismini bilmediğim malzemelerle döşenmiş. Mesela havlu dolabı mı, konsol mü ne idiği belirsiz bir eşyanın üzerindeki tuhaf bibloların ne kadar elzem olduğunu bir türlü kavrayamıyoruz. İnsanlar böyle mekanlarda kendilerini 'değerli' hissediyorlar demek. Şahsen üste para verseler öyle bir alana sahip olmak istemem. Zevk(sizlik) kavramı hakikaten göreceliymiş, bir kez daha anlıyoruz. Başkan Selçuk Mızraklı burayı kullanmayacağını zaten en baştan söylemişti. Şimdi müze gibi kapalı tutuluyor ve arada tozları alınıyor mecburen. Temizlik personelinin iş yükünü arttırmaktan başka bir işe yaramadığı kesin.
Randevu saatimiz geliyor ve Başkan Mızraklı bizi odasında karşılıyor. Arkasındaki kitaplıkta kampanyayla gelen yığınla kitabın olduğu başkanlık koltuğunda oturmuyor. Misafirleri ağırladığı mütevazı bölüme alıyor bizi. Başlıyoruz konuşmaya. Heyecanlı ve umutlu. Soluk almadan konuştuğu uzun bir görüşme oldu. Buyurun dinleyelim birlikte..
Öncelikle hayırlı olsun diyelim. Malum kayyum sisteminin var olduğu yerel seçimlerin ardından göreve başladınız. Nasıl bir belediye ile karşılaştınız?
Kayyumluk sistemi sonuçta halka rağmen bir sistemdir. Halk iradesiyle tesis edilmiş makam, görev ve sorumlulukların bürokratik, merkezi idarelerce yeni bir tasarruf tesis edilerek ellerinden alınmasıdır. Bu ne hukuk ne de demokrasi değerleriyle örtüşür. Türkiye bunu yaşadı. Bölge bunu çok ağır bir şekilde yaşadı. Bu iradenin ortadan kaldırılması birçok başlıkla tarif edilecek sorunlara yol açıyor. Atanmışlar, kendilerini atayan irade ve onun vizyonuna göre vefa borcu duyarlar ve kendilerini onlara karşı borçlu hissederler. Ona uygun bir takım işleyişler sergilerler. Fakat seçilmişler, kendilerini seçenlere yani halk iradesine karşı kendilerini sorumlu hisseder, vefa borcu duyarlar ve bu borcu ödeme çabası içerisinde olurlar. Burada mevcut kayyum yönetimi, özellikle kendini atayanlara karşı iyi olmaya çalışan, onlara göre işlemler gerçekleştiren bir yapıydı. Bu yapı ciddi anlamda bir kurumsal tahribata yol açtı. Bu tahribat işleyiş mekanizması ve insan dinamiğidir, insanın varlığıdır. Yıllarını bu belediyelere vermiş binlerce insan bu belediyelerden uzaklaştırıldı. Bir belediyenin topluma dönük olarak gerçekleştirmiş olduğu birçok etkinin bertaraf edildiğini görüyorsunuz. Bu kadroların uzaklaştırılmasıyla o kadroların yaşamış olduğu ruhsal, ekonomik tahribatı ayrıca ele almak gerekiyor. Bunun yanı sıra bu kurumsal tahribatın toplumun birçok hayat alanında gözle görülür birtakım değişiklikler de yaptığını görüyorsunuz.
'Biz geldiğimizde ne bulduk?' sorusuna cevap vermeye çalışırken sadece rakamlarla ifade etmenin sorunu aslında küçülten, daraltan bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Sadece ekonomizmin penceresinden baktıran bir yaklaşımdır. Evet bir borç batağından söz edebiliriz belki. Böyle bir anlayışın gösterdiğimiz görüntülerde olduğu gibi kaynakları pek de verimli kullanmadığı çok net görülüyor. Bu ekonomik pencereyi her işin önünde ifade edecek olursanız olmaz. Çünkü yerel yönetimler kendi toplumsallığıyla sürekli iç içe geçen, o toplumsallığın silueti olmaya çalışan ama beraberinde o toplumsallığın mevcut ihtiyaçların doğru belirlenmesi için bir kolektif aklı esas alan bir yaklaşım içinde olursa siz bunu hayatın her alanında fark edersiniz.
Kolektif akıl demişken, bugün Kent Konseyi 4 yıl aradan sonra yeniden toplanıyor. Bu iyi bir gelişme olsa gerek..
Evet Kent Konseyi toplumun yerel yönetimlerle ortak istişare ve tavsiye organları. Zaman zaman da karar süreçlerine etki ve katkı yapan aynı zamanda bir bütün olarak kamu ve yerel yönetimlerin yapmış olduğu iş ve işlemlerin değerlendirilmesi ve ölçeklendirilmesi anlamında önemli bir kurumdur. Ama o dönem ne Kent Konseyi vardı ne de kamunun işlere müdahale edebileceği bir mekanizma vardı. Yani o tekleştirme anlayışı hakimdi. Yerel yönetimler tüm dünya ülkelerinde demokrasinin membasıdır. Özellikle Avrupa demokrasisinde öne çıkan isimlerin çoğunun bu işin ilk mektebi olarak yerel yönetimlere gittiklerini görürsünüz. Çünkü demokrasi belediye yönetimlerinde şekilleniyor. Sivil toplum, bağımsız medya, bağımsız tarafsız bir hukuk sistemi olduğunda demokrasi gelişecektir. Hukuk bizim savunma zırhımızdır. Ancak zaman zaman bazı mahkeme kararlarını okuyorum. Sadece bir takım jurnallemeler yüzünden işinden atılan, KHK ile çıkartılmış, adeta Kerbela düzenine mahkum edilmeye çalışılan o insanların hukuka gittikleri zaman da savunmasız kaldıklarını görüyoruz.
Siz bu sorunların üstesinden gelebilmek için neler yapacaksınız?
Kişi olarak şuna inandım. Ne kadar çok biriktirdikleriniz varsa bütün bunları yüksek bir çaba, inanç ve kararlılıkla ortaya koyup, bunları da iyi servis ederseniz birçok sorunun üstesinden gelebilirsiniz. Tüm varyantlarıyla düşündüğünüzde ciddi anlamda bir direnme kapasitesi olan, sabrı ve kararlılığı yüksek olan bir toplumsal kapasitemiz var. Bu kapasitenin etkinleştirilmesi gerekiyor.
HDP bu bölgede ezici bir oransallığa sahip. Bu gelenek önemli kapasiteye sahip. Beslendiği toplumsallığın içinde kadını, gençliği, orta sınıfı, yoksulları, varsılları görüyorsunuz. Biz yerel yönetime geçtiğimiz andan itibaren de bize oy veren, vermeyen herkesin yerel yönetimi durumundayız. Bunu yaparken de demokrasi değerlerine yaraşır bir işleyişin temin edilmesi için çaba gösteriyoruz.
İkinci olarak ciddi anlamda borç batağındaysanız sizin o borcu yönetmeniz gerekiyor. Yarın "Ya bunun da üstesinden gelemedik, çünkü çok borç vardı" demememiz gerekiyor. Bu özrünüzün belli bir sürede mazur görüleceği yerler vardır. Ama sizin bunu tüketip nitelikli işler yapmaya başlayacak mahareti göstermeniz gerekir. O noktada mevcut kaynakların ve kapasitenin verimli kullanılması ciddi anlamda borçların öncelik ve aciliyetine göre bir bir ödenmesi, beraberinde yeni kaynakların yaratılması ve bu karadeliğin kapatılması gerekiyor. Biz de çalışmalarımızı bu eksende yürüttük. Bu parasal meseleleri ya şu anda Türkiye’nin yaptığı gibi yeni borçlar alarak borcu sürdürme ekseninde yaparsınız ya da borcunuzu tüketip borçsuz olarak birtakım şeyleri yapma ekseninde yaparsınız. Biz yeni borç hiç almadık.
Bu borcu minimalize etme durumunuz var mı?
Var. Biz başladığımız günden itibaren, rakamlar itibariyle ne kadar borç tükettik, elimizdeki kaynakları ne şekilde kullandık? Bunun zaman zaman fotoğrafını çekiyoruz. Biz devraldığımızda belediyenin mükellef olduğu birçok ödemenin de yapılmamış olduğunu gördük. Bunun içinde işçilerin sigorta primlerinden tutun da emekli keseneklerine kadar birçok başlıkta ödeme yapılmamıştı.
4.3 milyonluk prim borcu vardı. Biz öncelik olarak esnaf ve prim borçları olmak üzere 45-50 milyon civarında bir ödeme yaptık. İşçi ve memurlarımızın, hizmet alımların ödemelerinde bir aksama yapmadık. Prim ve ikramiyelerde bir eksik olmadı. Yeni bir toplu iş sözleşmesi yaptık. Dolayısıyla bu çerçevede olağan olanı yaptık. Belediye dediğiniz şey sizin emekçilerinizdir. O emek veren insanların ödemelerini yapmaktan kimsenin övünmeye hakkı yoktur. Öyle bir dönem yaşanmış ki adeta kamu zararı oluşturulmuş. Yarın öbür gün o tazminatları ödemek zorundalar. Siz aylarca o insanları çalıştırmayarak yıprattınız ama beraberinde de ciddi tazminat yükleriyle geriye bakiye olarak bıraktınız. Bu biriken borcun parasal kısmını ifade ediyoruz da manevi kısmını bu toplum, bu ülke nasıl ödeyecek kısmını hiç konuşmuyoruz. Geleceğe güven kısmında tahribat ne olacak diye sormuyoruz.
Ciddi hatırı sayılır bir borç ödemesi yapmışız. Borcumuzu tüketelim. Birinci dereceden halka karşı sorumlu olduğumuz alanlarda eksiksiz bir hizmetin yürümesini sağlamalıyız. Yeni, güzel, toplumsal onay alacak bütün işlere de halkın katılımını sağlayalım.
Katılımcı yönetim anlayışı devam edecek..
Planlama, projelendirme düzeyinde birçok çalışmayı yürütmekle beraber toplumsal katılımla kararlaştırmaların bizi zenginleştireceğini düşünüyoruz. Seçimlere girmeden önce yaklaşık 4 aylık bir çalışma yürüterek Kent Sözleşmesi yaptık. Hem sivil toplumun hem kentteki muhalif siyasi partilerin katılımıyla gerçekleştirdik bunu. Sadece HDP’nin değil, Amed’in bir Kent Sözleşmesi olarak ortaya çıkardık. Herkes birbirine sözler verdi. Yarın birtakım işleri yürütürken oldukça zengin bir paydaş grubumuz var. Bu noktada bütün paydaşlarla üç aylık süre içinde de sürekli bir istişare biçimini canlı tutmaya çalıştık.
Kurumsal tahribat ne boyuttaydı?
Kurumsal tahribat çok farklı boyutlardaydı. İşlerinden edilmiş insanların işe geri dönme talepleri vardı. Biz de bunları yasalar ve mevzuat çerçevesinde telafi edeceğimizi deklere ettik. Hukukun elverdiği şekilde hareket edebiliyorsunuz. Nitelikli personel ihtiyacınız var ama nitelikli personel ihtiyacınızı karşılarken de yer yer birçok zorlukla karşılaşıyorsunuz. Yani sizi maça çıkartmışlar ama ayaklarınıza pranga, ellerinize kelepçe vurulmuş, “Hadi buyurun maç yapın” denilen bir durumdayız. Sizin kamu çıkarlarını koruma konusunda göstereceğiniz hassasiyet diğer aktörlerden eksik olduğunuz anlamına gelmez. Sonuçta yerel yönetimlerde rol ve sorumluluk üstlenmiş olarak diğer kurumlar ne kadar halka ve hukuka karşı sorumlu hissediyorlarsa biz de o kadar sorumlu hissediyoruz. Dolayısıyla bu noktada bireylere, vatandaşa şüpheyle yaklaşan yaklaşımın yerine aksine karşılıklı güveni tesis edecek mekanizmaların esas olması gerekirken, biz yasal mevzuat neyi gerektiriyorsa ona göre davranmak durumundayız.
Bunu zamanla telafi edeceğiz ama zaman zaman da kuşatmalarla karşı karşıya kalıyoruz. Örneğin merkezi idarenin kentteki yansımalarıyla temas kurmakta zorluk yaşıyoruz. Kurumsal bünyemizde bulunan birçok yer farklı kamu kuruluşlarına ve vakıflara tahsis edilmiş durumdaydı. Bu tahsislerin ortadan kaldırılması için Meclis kararlarımız var ama tahsisatını iptal ettikten sonra hukuk çerçevesinde kazandırdık diyemiyoruz. Henüz kazandırdığımız bir yer yok. Çünkü bürokrasi ve hukuk bu noktada çok yavaş ilerliyor.
Bürokrasi ve hukuk her zaman hantal...
Özellikle işleyiş anlamında sadece Amed için değil birçok yerde yaşananlara bakıldığında hukuk normlarıyla örtüşmeyen birçok uygulayama tanık oluyorsunuz. Biz yine de tüm bunlar yaşanmamışçasına işimize odaklanmaya çalışıyoruz. Yaptığımız işi en nitelikli, verimli ve halka yaraşır şekilde nasıl yapacağımızın peşindeyiz. Bu kurumların o geleneksel bürokratik hamallıktan kurtarılması, verimli, yaratıcı, yeni doğru, güzel planlamalarla halkın önüne çıkmalıyız. Geleceğe ilişkin umutları ve hayalleri besleyen bir çerçevede hareket etmeliyiz. Güvenin pekiştirilmesi gerekiyor. Yarının hayaliyle bugünü yaşıyoruz.
6 ay içinde stratejik planınızı hazırlamanız gerekiyor...
Evet. 5 yıl ölçekli stratejik plan hazırlamamız gerekiyor. Biz 25 yıllık bir erimin 5 yılı olarak bu maratona girdik. Kentlerin tarihi açısından bakıldığında 5 yıl küçücük bir zaman. Bu hayallere hepimizin bir katkısı olmalı.
Geniş ölçekli istişare toplantılarıyla toplumun kendi resmini aktaracağı stratejik plan çalışmasını yapıyoruz. Kadın dostu, çocuk, engelsiz, ekolojiye ve çevreye hassas, atıklarını minimalize etmiş ya da dönüşüme tabi tutan doğaya saygılı kentler gibi başlıklarla kentler inşa etmemiz gerekiyor. Eğitimden, sağlığa yaşanabilir, hayallerin gerçekleştiği bir Amed hayalimiz her geçen gün güçleniyor.
İşe alımlar konusunda rakam telaffuz etmediniz...
Biz bu dönemde 33 açığa alınmış memur, 10 işçi ve mahkemelerden işe dönüş kararı aldırmış olan 98 kişi olmak üzere toplam 141 çalışanımızın işe dönmesini sağladık. Peki kimseyi işten attık mı? Biz kimseyi işten atmadık. Kayyum döneminde işe alınmış diye kimseyi işten atmadık.
Kaç kişi alınmıştı?
2 bine yakın insanın uzaklaştırıldığını ama 2 bin küsur kişinin de alındığını görüyorsunuz. Örneğin Ulaştırma Daire Başkanlığı’ndan 87 kişi işten atılmış ama 282 kişi işe alınmış. Rakamlar tek başına bir şey anlatmaz. 87 kişinin aileleri, itibarları, psikolojileriyle düşündüğünüzde bu tahribat telafi edilemeyecek bir şeydir. Bunu rakamla ya da parayla ifade etmek çok doğru olmuyor.
“Sevdanın ve hafızanın kenti” diyorsunuz Diyarbakır için. Bu hafızayı tesis etmek için ne yapılmalı?
Kentleri sadece fiziki yapılar olarak görmemek gerekiyor. Şüphesiz fiziki yanları vardır ama aynı zamanda kendine göre bir yeri ve sözü vardır. Kentleri kent yapan şey hafızadır. Kentin toplamış olduğu bütün varlıkların toplamı onların ismi olur. Diyarbakır, Amed dendiği zaman onun da bir hafızası vardır. Çok farklı kategorilerde o hafızanın dökümünü yapmalısınız. Birçok zorluğun yaşandığı, hayatın çok zor cereyan ettiği bu kentte sadece bugünün değil, yüzyılın da ötesindeki bir durumun da yansımalarını görürsünüz. Bu tür kentler ister sosyal, ister fiziki mühendislik olsun, siz onların bünyesine, dokusuna vuruş yaptığınız zaman bünyede itirazın yükseldiğini görürsünüz. En ağır baskı koşullarındaki genel ve yerel seçimlerde bu kentler güçlü bir cevapla buna itiraz ettiğini ortaya koydu.
Bu kent; en önemli konuların cereyan ettiği, konuşulup, tartışıldığı, Kürt sorunu konusunda da en önemli merkezlerden birisi. Bu ülkede yaşayan Kürtler; demokratik olarak kendilerini temsil kapasitelerini bulması, hayatın birçok alanında kendi kimlikleriyle yaşayabilmeleri ve ifade edebilmelerine imkan sunan kurumları, değerleri adeta dişle tırnakla elde etmişlerdir. Ama bütün bunların hepsinin birden berhava edilmeye çalışıldığını gördük.
Sanatsal, kültürel birçok şeyin nasıl yok edildiğini gördük. Bir hafızanın silinmeye çalışıldığını gördük. Hafızamızı yeniden tesis etmeye çalışıyoruz. Çocukluğumuzda yaşadığımız köy, sokak nasıl hafızamızsa anılarımızın membası da odur. Nereleri tahrip edildi diye bakıldığında bunları görmeli. Öfke duyarak, kötücül duygularla değil, kendimizi bugünden yarına, güçlü duygularla akıtabileceğimiz yeniden onarabileceğimiz bir yaklaşımla yürümek gerekiyor. Çünkü Türkiye gereğinden çok daha fazla kutuplaşma ve keskinleşmeyi yaşıyor. İyi niyet cümleleriyle konuşmaya başlamamız gerekiyor.
Kent son günlerde kadın cinayetleriyle anılıyor. 8 Temmuz’da kadınların çağrısına destek verdiniz..
8 Temmuz’da kadınlardan bir çığlık yükseldi. Bizim meclis toplantımızda da gündeme geldi. Kadın cinayetlerini lanetleyip, kınayan ve herkesin katılımını sağlamasını isteyen bir çığlıktı bu. Eğer ülkenizde, kentinizde kadın cinayetleri varsa hepimizin itirazının yükselmesi, bunu üreten kaynakların karşısında olmamız gerekiyor. Emek ve işçi cinayetleri varsa ki bunun adı cinayettir çünkü tedbir almaksızın yapılan her işe göz göre göre gelişen cinayet gözüyle bakmak gerekiyor. Nerede yaşanırsa yaşansın ama hepsinde bu toplum eksiliyor, güçlenmiyor. Bugünden yarına insan yaşamını önde tutan bir yaklaşımı ortaya koymamız gerekiyor. Yarının dünyasında çocuklara kötü olan, yanlış olan birçok şeyi bizlerin telafi etmek gibi bir sorumluluğumuz var. Bunları yerine getirmenin bilinciyle hareket etmeliyiz.
Siz bu kentin doktoruydunuz. Herkes sizi öyle tanıyor. Doktorluğu özlüyor musunuz?
İnsan 30 yıl boyunca bir sandalyede oturunca onunla arasında ayrı bir bağ kurulur. Ben eşyalarımla bile bağ kurarım. Onlar bizim hafızamız. Ben 30 yıl cerrahi hekimlik yaptım. Dün bir toplantıda bir kişi, “Sizin hastanızın olmadığı ev, aile yoktur” dedi. Benim onların hastası olduğum bir toplumla şu anda iç içeyim. Hastalıkları olduğunda da elimi uzatamıyor durumda olmanın eksikliğini yaşıyorum. Dolayısıyla mesleki pratiğin insana kattığı heyecan anlamında kesinlikle özlüyorum ama burada da bana verilmiş görevin sorumluluğunu hekim hassasiyeti ve hekim vicdanıyla işimi yapmaya çalışıyorum. Umarım 5 yıl sonrasında da herkesin takdirle anabileceği bir ayak izi bırakmış olurum. Bizden sonrakiler de kayyumdan devraldığımız şu anki belediyeler gibi değil de daha müstahkem olan, kendisini güçlendirmiş, kapasitesi çok daha yüksek olan aynı zamanda da kentteki herkesin yeri ve adresi olan kendilerinin adeta asiller olarak her zaman karşılık bulabildiği yerel yönetim yapısıyla karşılaşırlar.