Moda Sahnesi: Devlet, tiyatroları ticarethane olarak görüyor

İstanbul’daki sanatçının da seyircinin de nefes alabileceği az sayıdaki mekânlardan biri Moda Sahnesi. Peki birçok tiyatrocunun sahip olmak istediği sahneye sahip olan Moda Sahnesi’ne, tiyatrodaki sorunlar hangi yönleriyle ve nasıl yansıyor? Kolektif bir hayalle ortaya çıkan Moda Sahnesi’nden Kemal ve Selçuk Aydoğan ile Türkiye Tiyatrosu’nun sorunlarını konuştuk.

Abone ol

Nuray Büyükdağ

DUVAR - Bu hafta Kadıköy’ün ve İstanbul’un kültür ve sanat hayatına büyük katkısı olan kolektif bir hayalle ortaya çıkan Moda Sahnesi’nden Kemal ve Selçuk Aydoğan ile Türkiye Tiyatrosu’nun sorunlarını konuştuk. Moda Sahnesi sadece çocuk ve yetişkin tiyatro oyunlarının sahnelendiği bir salon değil aynı zamanda dans gösterileri, konserler, bağımsız sinema gösterimleri, kültür sanat kurumlarının organizasyonları, seminerler, söyleşiler, atölyeler, açılış, kuruluş partileri gibi birçok etkinliğe kapılarını açan dopdolu bir sanat mekânı.

Birçok sanatçının ve sanat eserlerinin üretimlerini sergileyebilecekleri , sanatsal ve kültürel deneyimlerini yansıtabilecekleri donanımlı bir yer. Yani İstanbul’daki sanatçının da seyircinin de nefes alabileceği az sayıdaki mekânlardan biri. Peki birçok tiyatrocunun sahip olmak istediği sahneye sahip olan Moda Sahnesi’ne, tiyatrodaki sorunlar hangi yönleriyle ve nasıl yansıyor?

Kırk yıllık Moda Sineması neden ve nasıl Moda Sahnesi’ne dönüştü?

Moda Sineması’nın kültür ve sanat hayatına katkısının devam etmesini isteyen sinemanın sahibi Yalçın Yeğiner, Oyun Atölyesi’ne bir teklifle gelmişti. Biz Oyun Atölyesi’nden ayrıldıktan sonra ilişkilerimiz devam etti ve teklif bize yöneldi. Biz de 12 arkadaş, bu dönüştürme ve kültür sanat merkezi olarak işletilme işini üstlenmek üzere yola koyulduk.

Moda Sineması adından da ilham alarak mekânın ve tiyatronun adını Moda Sahnesi koyduk. Ve bütün mekânı baştan aşağı yeniden yaptık. Nitelikli bir kültür sanat mekânı için tüm olanaklarımızı seferber ettik. 15 Ocak’ta başladığımız inşaat işlerini Ekim 2013’te tamamlayarak Moda Sahnesi’ni sanatseverlerin hizmetine açtık.

Bu oniki kişi nasıl bir araya geldi?

Selçuk Aydoğan: Bu oniki kişi sonradan bir araya gelmedi. Oyuncu, yönetmen, sahne sorumlusu, gişe sorumlusu, teknik ekip, ışık tasarımcısı, sahne tasarımcısı yani onbir kişilik tüm ekip, Oyun Atölyesi ile yolumuza devam edemiyeceğimize karar verip ayrılarak burayı kurduk. Bir tek İlksen Başarır dışarıdan dahil oldu.

Bu kadar meşakkatli bir işe girişmeye cesaret etmekte 12 kişinin bir araya gelmesinin büyük payı var diye düşünüyorum.

Kemal Aydoğan: Evet, öyle. Birlikte kollektif birşey yapma isteğiydi aslında burayı yaptıran. Daha güçlü hissedip bir arada olunca yapabiliriz düşüncesi oluştu ve gelişti. Birbirimizi cesaretlendirdik ve herkes elini taşın altına koyunca daha kolay oldu elbette. Dokuz ayda inşaatını bitirip üç tane oyunla sezonu açtık.

Selçuk Aydoğan: İki kişinin yapabileceği bir iş değildi. On milyon doların varsa olabilir. Tabii sadece parayla da olacak bişey değil. Bunun yanında bir fikrinizin, hayalinizin, amacınız, sanatsal birikimininizin olması gerekir. Oyun Atölyesi’ni büyütüp geliştiren bir ekiple burayı kurduk. Dolayısıyla bir hiçlikten değil, yoğun bir pratikten ortaya çıktı Moda Sahnesi.

Peki burayı kurarken nasıl bir mekan olarak hayal ettiniz?

Kemal Aydoğan: 1990 yılında Tiyatro Stüdyosu’nda çalışmaya başladım. 1999 yılında da Oyun Atölyesi’nin kuruluşunda, inşaatında ve inşaasında yer alarak 2012’ye kadar orada tiyatro yöneticiliği ile birçok oyunun yönetmenliğini yaptım. Yani biz Oyun Atölyesi’nde tiyatro yapan bir pratikle, deneyim ve birikimle buraya geldik. Oradan buraya gelirken farklılaşan bir isteğimiz vardı: O da sahne ve seyir yerinin yapısını değiştirmekti. Orada sabit bir sahne-seyir yeri yapısı vardı. Burada hareketli, sahne-seyirci ilişkisini değiştirebildiğimiz bir sahne yapısına sahibiz. Sahne-seyir yeri düzeneğini istediğimiz gibi değiştirme lüksü oyunlarımıza da yansıdı. Fikirsel olarak çok daha yaratıcı işler yapmamızın önünü açtı.

Oradan ayrılırken herhangi bir fikirsel ve sanatsal çatışmalar yaşayarak ayrılmadınız yani?

Selçuk Aydoğan: Sanatsal hiçbir çatışma yaşamadık. İnsani ilişkiler nedeniyle bir ayrışma yaşadık. Burada Kemal’in de dediği gibi istediğimiz sahne yapısına kavuştuk. 2001’de orayı kurarken mimardan klasik İtalyan sahne yerine Moda Sahnesi gibi bir hayalimizden bahsetmiştik. Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer gibi iki oyuncunun sahibi olduğu bir mekanda hareketli bir sahne yapma isteğimizi mimar tuhaf bulmuştu.

Kemal Aydoğan: Muhafazakar kafadaki bir mimarın klasik sahne anlayışı baskısından kurtulduk burada. Burada Oyun Atölyesi'nin muhafazakarlığından değil mimarın muhafazakarlığından bahsediyoruz. Burası tiyatro yapma pratiğimizi geliştirmemizi sağladı. Ama aslında şu an duvarların arasında yaptığımız bu tiyatro bizi klostrofobik bir tiyatro yapma biçimine götürüyor. Fiziksel olarak bir duvar fikrini yıkabileceğimiz ya da aşabileceğimiz bir tiyatro anlayışı geliştiriyoruz kafamızda. Ben kendi adıma duvarsız bir tiyatroya ihtiyaç duyuyorum. İnsanlık bu zamanda bu kadar çok sınır ve duvarlarla uğraşıyorken dünyada, en azından tiyatroda bunu nasıl aşabiliriz düşüncesi dolaşıyor kafamda.

Kadıköy’de Moda Sahnesi’nden sonra birçok irili ufaklı sahne açıldı. Bu konuda öncü bir tiyatrosunuz. Sizden sonra bu kadar çok tiyatro sahnesinin açılmasını neye bağlıyorsunuz?

Selçuk Aydoğan: Böyle bir cesarete sebep olduysak ne güzel. Birlikte bir şeyler yapılabileceğini görmek diğer tiyatrocuları teşvik etmiş olabilir.

Kemal Aydoğan: Moda Sahnesi’nin bir tür lokomotifliği vardır belki. Ama Gezi’nin etkisini de unutmamak gerekir. Biz Türkiye tarihinin en büyük toplumsal olaylarından birinin içinde Moda Sahnesi’nin inşaatını yaptık. Bir araya gelmenin, kolektif bir birliktelik içinde bir şeyler yapmanın yani Gezi’nin etkisi ve izleri var Moda Sahnesinde.

Ekonomik nedenlerden dolayı herkes sahne açamıyor. Oynayacak veya prova yapacak sahne bulmak çok güç. Kadıköy’de herkesin oynamak istediği bir tiyatro sahnesine sahip sizlere nasıl yansıyor bu durum?

Selçuk Aydoğan: Sahne sayısı ne yazıkki artan tiyatro oyunlarını karşılamıyor. Ayda otuz gün var. Bizim ayda oynanacak yirmi oyunumuz oluyor. Yirmi günden geriye on gün kalıyor. Bu on gün için otuzdan fazla tiyatrodan talep geliyor. Elbette herkesin talebine yetişemiyoruz. Boş günleri konuk oyunlara doğru şekilde pay etmeye çalışıyoruz.

Oyun seçerken bir kriterleriniz var mı?

Kemal Aydoğan: Dünyaya aynı değil ama benzer yerlerden bakan, bakmayı bilen, aynı yolda yürüyebildiğimiz, fikirsel olarak buluşabildiğimiz oyunlardan ve tiyatrolardan yana seçimlerimizi yapıyoruz. Tamamen ticari oyunlar yapan tiyatroları tercih etmiyoruz.

Tercih yaparken ekonomik kaygılarınızı ön planda tutmuyor musunuz?

Kemal Aydoğan: Elbette tutuyoruz. Konuk on tiyatrodan ikisinin seyircisi olur mu olmaz mı kaygısına düşmeden karar veriyoruz. Fakat on tiyatrodan dokuzuna bu kaygılar olmadan baktığımızı söyleyemeyiz.

Selçuk Aydoğan: Biz de günlük, aylık sabit giderlerimizi karşılamak zorundayız. Diğer türlü burayı devam ettiremeyiz. Yani ekonomik faktörler yüzde seksen oyun seçimimizi belirliyor. Burada sosyal medyacısından, grafik tasarımcısına gişeden, yer göstericisine, kafeden ışık- ses teknisyenine, temizlikçisinden, servis elemanına kadar yirmi kişi çalışıyor. Sigorta, maaşlar, kira, elektrik su, vergilerle buranın oldukça yüksek bir gideri oluyor. Oyun oynamadığımız yaz aylarında da sabit giderlerimiz devam ediyor.

Bağımsız tiyatroların ekonomik temelli birçok sorunu var. Bu da Türkiye tiyatrosunun gelişimini engelliyor. Nasıl aşılır tüm bu zorluklar?

Kemal Aydoğan: Evet ekonomik zorluklar ve altyapı sorunu var. Fakat bunu halletmeye niyetli bir Türkiye tiyatrosu yok ortada bence. Bu sorunlar etrafında örgütlenerek gerekli mercilere aktaracak, baskı oluşturacak bir tiyatrocular birliğinden söz edemeyiz. Ve tiyatrocular olarak devlete gidip “destek vermiyorsunuz bari aldığınız yüzde otuz sekiz vergiyle gelirlerimize ortak olmayın ki biz de kazandığımız üç kuruş parayla tiyatro yapmaya devam edelim” diyemiyoruz.

Neden Peki?

Kemal Aydoğan: Çünkü bu bir güç meselesi. Ve tiyatrocular bunun bir yaşamsal problem olduğunu anlamıyorlar.

Aslında bunu anlatmaya çabalıyorlar ve anlamayan taraf yasal merciler değil mi?

Kemal Aydoğan: Devlete doğru kanallarla ulaşmanın ve anlatmanın yolunu bulursan anlamak zorunda kalır. Tiyatronun sorunlarını her zaman gündemde tutup lobiler kurarak baskı unsuru oluşturmak gerekiyor.

Örneğin Devlet ya da Şehir Tiyatroları gibi ödenekli tiyatrolara ayrılan bütçe dile getirilmiyor tiyatrocular arasında. Bu durum kanıksanmış. Hangi ekonomik model ve bütçeyle tiyatro yaptıklarını, sahneledikleri oyunların içeriğini yeterince konuşup tartışmaya açmıyoruz. Ekonomik rahatlık ve kaygılarından dolayı, konforlarından ödün vermemek için ödenekli tiyatro çalışanları da buna hiç yanaşmıyorlar zaten. Ama bunları biz bağımsız tiyatrolar gündemde tutmalıyız sürekli. Oraya aktarılan ve kullanılan hatta heba edilen kaynakların bizim de hakkımız olduğunu henüz bilmeyen, anlamayan, bunu hiç tartışmayan bağımsız tiyatrolar var.

Selçuk Aydoğan: Örneğin Maliye ve Kültür Bakanlığı’nın bundan yedi sekiz yıl önce devlet tiyatrolarının 54 sahnesi için ayırdığı bütçe 200 milyondu ki büyük olasılıkla buna maaşlar dahil değildi. Fakat seçtiği 100 bağımsız tiyatro için ayrılan bütçe sadece 3 milyondu. Adaletsiz bir dağıtım sistemi var ve bunu bağımsız tiyatrolar da bilmiyor.

Bağımsız tiyatrolar bunun farkında değil ve yeterince mücadele vermiyor mu sizce ?

Kemal Aydoğan: “Devlet ve şehir tiyatroları hakkında ne düşünüyorsunuz, ayrılan bütçe miktarını biliyor musunuz” diye sorduğumuzda kimsenin bununla ilgili bir fikri olmadığını görüyoruz. Bunun için sokağa çıkıp eylemlerde bulunmuyor bağımsız tiyatrolar. Önlerindeki engelin ekonomik olduğunu pratikleri nedeniyle söyleyebiliyorlar. Fakat kaynağına dair bir araştırmada bulunmadıkları için fikir sahibi de olamıyorlar. Bu nedenle de çözüm üretemiyorlar.

Bir de seyircinin bilet fiyatlarıyla ilgili şikayeti var. Bilet fiyatlarının bu kadar pahalı olmasının sebebi nedir?

Kemal Aydoğan: Tiyatro biletleri herkesin bütçesine göre pahalı fakat tiyatroya göre değil. Dekor, ışık, ses tasarım, oyuncu gibi tiyatronun temel unsurlarından vazgeçtiğinizde elbette daha ucuza bilet satabilirsiniz. Zaten tüm bu giderler tiyatroları tek kişilik dekorsuz, aksesuarsız, herhangi bir ışık veya ses tasarımına yer vermeden oyun yapması yönünde zorluyor, yönlendiriyor, mecbur bırakıyor. Devlet bilet veya diğer ekonomik giderler için destek verse ve vergi almasa veya daha düşük vergiler uygulasa bizler de ödenekli tiyatrolardaki gibi biletlerimizi 10 liraya 20 liraya satarız. Ödenekli tiyatrolar vergi ödüyorlar mı?

Ödenekli tiyatrolarla bağımsız tiyatroların vergilendirilmesi farklı.

Selçuk Aydoğan: Bizi ticarethane olarak görüyor. Şirket kurduruyor. Biz buradaki çorapçıyla, dönerciyle aynı türden tüzel bir varlığız. Aynı vergilendirme sistemine tabiyiz. Ve bir de onlardan daha yüksek bir vergi ödüyoruz. Bizim gibi sahnesi olan yerleşik tiyatrolar yüzde 38 verginin üstüne başka vergiler de ödemekle yükümlüler. Devlet giderde değil ama kârda ortağımız oluyor.

Tüm bu sorunların üstesinden gelmek için sizin de paydaşı olduğunuz Tiyatro Kooperatifi adımlar atmadı mı?

Kemal Aydoğan: Tiyatro Kooperatifi oralarda yeni ilişkiler kurarak bunu yapmaya aday. Ama çok gecikmiş değil miyiz?

Ve bu sorunlar bu iktidarla da ortaya çıkmadı üstelik.

Kemal Aydoğan: Bu ülkede Fikri Sağlar, İstemihan Talay Kültür Bakanı oldu. Devlet veya Şehir Tiyatroları’nın bir sürü sosyalist düşüncede genel müdürleri oldu. Bu hükümet bir şey yapmadı. Peki onlar yasal düzenlemeler getirip bir kültür sanat politikası oluşturabildiler mi? 1993’te Mersin’de Türkiye Tiyatro Kurultayı yapıldı. Çok iyi sonuçlar çıkmış o kurultaydan. Fakat hiçbiri uygulanmamış. Dolayısıyla şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki bu bugüne ait bir problem değil.

Ayrıca sadece devlet değil yerel yönetimlerde de durum değişmiyor. Daha sosyal-demokrat yapıya sahip olduğunu düşündüğümüz belediyelerin de doğru düzgün bir kültür sanat politikaları, bu konuda bir fikirleri, bir bakış açıları yok.

Peki biraz da güzel şeylerden, üretimlerinizden bahsedelim. Bu sezon sahnelenecek yeni oyunlarınız var mı?

Marguerite Duras’nın bir oyunu var; ‘Yeni Bir Şarkı’. Melis Birkan ve Caner Cindoruk oynuyor. Yeni boşanmış bir çiftin hikayesinde kadının özgürleşme konusunu öne çıkaran bir metin. Bir de ‘Ver Parayı’ diye bir oyunumuz var. İki Alman yazarın 2008 deki Mortgage krizi üzerine yazdığı bir oyun. Biz de Türkiye’ye adapte ettik bu oyunu. 15 Kasım’da IKSV tiyatro festivali kapsamında oynayacağız. Dans tiyatrosu üstüne çalıştığımız, ilerki zamanlarda sahnelemeyi planladığımız iki tane daha proje var.

Moda Sahnesi Ekim Ayı Oyun programı:

13 Ekim - 16:00 Maraton

14 Ekim - 20:30 Akciğer

16 Ekim - 20:30 Duygular Şelale

17 Ekim - 20:30 İnce Saz

18 Ekim - 20:30 Yeni Bir Şarkı

19 Ekim - 16:00 - 20:30 Yeni Bir Şarkı

20 Ekim - 16:00 - Yeni Bir Şarkı

21 Ekim - 20:30 - Zabel - BGST

22 Ekim - 20:30 - Tırnak İçinde Hizmetçiler - Tiyatro Hemhâl

23 Ekim - 20:30 - Balerin

25 Ekim - 20:30 - Bajar Konseri

26 Ekim -16:00 - 20:30 Yaralarım Aşktandır

27 Ekim - 16:00 -19:00  Bütün Çılgınlar Sever Beni

28 Ekim -20:30 - Biz İyi İnsanlarız - Fafa Tiyatro

29 Ekim - 20:30 - Şeyh Bedreddin Destanı - Tiyatro Baykuş

30 Ekim - 20:30 - Tehlikeli Oyunlar

31 Ekim - 20:30 - Kürklü Venüs