Dev moda zincirlerinin ev koleksiyonlarına ağırlık vermelerinin ardında hazır giyimden ilham alan moda trendlerini iç mekanlara dahil ederek, kişisel tarz ile yaşam alanı arasında bir uyum ve bütünlük hissi yaratma vaadi var. Ev, çok uzun zamandır bir tasarım düşüncesi ürünü değil; bir hazır tüketim alanı haline dönüşme yolunda hızla ilerliyor.
Hazır giyim zincirleri H&M ve Zara’dan sonra Mango markasının da “ev” koleksiyonu artık Türkiye’de satışa sunulmaya başlandı.
Moda markalarının ve ev koleksiyonlarının ilişkisi sadece estetik ve trendlerle sınırlı değil. Bu ilişki tasarımın duygusal ve psikolojik yönlerine de dokunuyor, çünkü hem giysiler hem de ev dekorasyonu, insanların kendilerini ifade etmeleri ve kimlik oluşturmaları konusunda önemli bir rol oynuyor.
Moda bildiğimiz üzere uzun zamandır etkin bir ifade biçimi olarak var oluyor; bireyler kişiliklerini, ruh hallerini ve stil tercihlerini yansıtmak için giysileri kullanıyorlar. Benzer şekilde, mimari tasarım, mekan tasarımı ve ev dekorasyonu da insanları en iyi şekilde yansıtan, nereden geldiklerini ve nereye gitmek istediklerini gösteren bir nesnellik yaratılmasına olanak tanır. Yaşam boyu çeşitli alanlarda seçilen renkler, dokular ve desenler, zevkler, değerler ve hedefler hakkında önemli ipuçları verir. Bunların tümü, bireysel ihtiyaçlar olmakla birlikte bir yandan da insanları toplumsal yaşamlarında konumlamaya yararlar. Alain de Botton’un kült eseri Status Anxiety (Statü Korkusu) bireylerin kendi iç dünyaları ile toplumsal yaşam içinde var olma kaygılarının çatışmasını çok yönlü olarak inceler; buradaki pek çok sav, insanların hayatlarını yaşarken kurguladıkları mekanların, giyim biçimlerinin, aksesuarların ardındaki duyguları ve olasılıkları gözler önüne serer.
Lükse olan düşkünlük de Botton’dan nasibini alır. Eşyalardaki lüks düşkünlüğüne dair felsefecinin görüşü şöyledir:
Lüks tarihi bir açgözlülük hikayesinden ziyade duygusal travmanın bir kaydı olarak okunabilir. Bu, kendilerinin de sevgiye hak iddia edebileceklerinin sinyalini vermek için, başkalarının küçümsemesinin baskısını hissedenlerin, çıplak benliklerine olağanüstü miktarda ekleme yapmalarının mirasıdır.”
Bu görüş en sade biçimde şöyle okunabilir: Ruhumuz ve benliğimiz ne kadar aç ise, kendimizi lüks nesnelerle donatır ve böylece etrafımızdan ilgi/onay bekleriz.
Gerek moda tasarımı gerek ürün tasarımı, özetle tüketilmek üzere tasarlanan her nesne bireyin farklı açlıklarına yönelir ve onların bu boşluklarını doldurma işlevi üstenir.
Tüketimin temelini oluşturan derin iç mekanizmalarımızı bir yana bırakıp, moda tasarımı ve ev koleksiyonları arasındaki ilişkiye geri dönersek, bu ikisinin birlikteliğinin anlamlı bir yanı var. Aynı marka çatısı altında sunulan farklı tasarım nesneleri, insanlara tutarlı ve uyumlu bir yaşam tarzı oluşturma fikrini vurgular. Gardırobumuzu dikkatlice seçerek, kıyafetlerimizin birbirini tamamladığından ve tutarlı bir tarzı yansıttığından emin oluruz. Şimdilerde buna hiç haz etmediğim biçimde “kombin” deniliyor. İngilizce birleştirmek anlamına gelen combine kelimesinden türetildiğini sandığım bu kelime, aslında bu tutarlılığı ve uyumu kast ediyor. Bildiğiniz üzere çağımız, hazır piş ağzıma düş çağı olduğundan artık bu uyumlama işlemi de bireyin kendine bırakılmıyor ve önceden hazırlanarak dijital ve basılı mecralardan hap biçiminde tüketicilere sunuluyor. Tüketim malının tekil değil de çoklu ve kurgulanmış bir biçimde sunulmasının ardında ticari bir amaç yatıyor. Ikea mobilyalarını ve aksesuarlarını mağaza içinde bir yolculuk sırasında karşılaşılan küçük yaşam alanları biçiminde sunarak, bu sektörde bir çığır açtı. Sadece koltuk ihtiyacı olan bir tüketici, bu ürünü almaya gittiğinde uzmanlar tarafından hazırlanmış son dereci sevimli ve kompakt oturma odasının tasarımı içinde kendi yaşamına dair hayaller kurabildi ve hiç düşünmeden gidivermişken koltuğun yanındaki sehpayı, sehpa üzerindeki çanağı, yerdeki halıyı ve tepede asılan masa lambası ile penceredeki perdeyi de alıverdi. Moda tasarımındaki “kombin” anlayışı da buna hizmet ediyor. Artık ihtiyacınız olan gömleği veya ayakkabıyı satın almıyorsunuz; bu ürünlerle yaratılmış “look” denilen görünümü, daha yaygın deyimi ile kombini satın alıyorsunuz. Böylece toplumun çeşitli katmanlarında onaylanmanıza yardımcı olacak giyim tarzı hataya yer bırakmayacak biçimde garantilenmiş oluyor. İş insanı iseniz mavi gömleğinizle hangi kemerin ve pantolonunun en garanti görünümü sağlayacağı satıcı marka tarafından büyük bir hizmet olarak sunuluyor. Eğer incelerseniz epey ilginç başlıklarla sunuluyor bu “kombin” hizmeti: Nasıl elegant bir kadın olarak görünürsünüz…. Fazla kilolarınızı en iyi biçimde gizleyecek kombinler… İlk buluşmada karşınızdakini hemen yatağa götürecek kombinler… Liste doldurulması gereken benlik ihtiyaçlarımızı kaşımak üzere kurgulanan çağrılarla uzayıp gidiyor.
Dev moda zincirlerinin ev koleksiyonlarına ağırlık vermelerinin ardında hazır giyimden ilham alan moda trendlerini iç mekanlara dahil ederek, kişisel tarz ile yaşam alanı arasında bir uyum ve bütünlük hissi yaratma vaadi var. Kendi varlığının ihtiyaçlarını, kendi zevklerini, kendi iç dünyasının dışavurumunu fena halde otomasyona bağlamış çağdaş insan için bundan büyük hizmet yok.
Moda tasarımı ve ev koleksiyonlarının kesişim noktaları, tasarım aracılığıyla hikaye anlatma kavramını de vurguluyor. Bir moda tasarımcısı bir koleksiyon için belirli bir tema veya hikayeden ilham alırken, iç mimarlar genellikle bir hikaye anlatan ve belirli bir ruh hali veya duygu uyandıran mekanlar yaratırlar. Renkleri, dokuları ve desenleri özenle ve düşünceli bir şekilde kullanarak, tasarımcılar, insanların içine girebileceği, hem görsel olarak büyüleyici hem de duygusal olarak etkileyici bir dünya yaratabilirler. Bu bağlamda Mango kreasyonlarını çok seven ve tüketen bir kişi muhtemelen bu marka değeri altında sunulan pek çok ev ürününü de severek, kendini aynı hikayenin bir parçası hissederek alacak ve tüketecektir.
Tasarımın her alanı birbirine görünmez bağlarla bağlı. Meslek profesyonelleri bunlar arasındaki sınırları çizmeye öyle meraklılar ki büyük resmi kaçırıyorlar. Oysa ticari refleksler bunu iyi görebiliyor. Alışveriş kültürüne yönelik araştırmaları derinlemesine irdeleyen ve bunu teknoloji ile geliştirmeye çalışan tüketim markaları insanların tüketim eğilimlerini iyi analiz ediyor, ihtiyaçlarını yönlendirme konusunda gittikçe uzmanlaşıyor. Tasarım profesyonelleri bunlara kafa yormadığı müddetçe, salt bir uygulayan statüsünde kalacak gibi görünüyor; nitekim kuralları başkasının yazdığı bir habitatta siz ancak kurallara uyan olabiliyorsunuz. Yeni çağda sadece belirli bir alanda tasarımlar üreten ve pazarlayan bir tasarım markası olma ihtimali gün geçtikçe daha büyük pazar payına sahip olan markalar tarafından kapatılıyor. Bu bağlamda ev, çok uzun zamandır bir tasarım düşüncesi ürünü değil; bir hazır tüketim alanı haline dönüşme yolunda hızla ilerliyor.