Modern Türkçe şiirin seslileri – IV
Modern Türkçe şiiri kapsayan, ilk kez şiir okumaya niyetlenenler için bir liste sunmuştuk. Marjinal yaşantıları konu seçmesiyle, sentezci ve tezci şiir anlayışıyla Attilâ İlhan ve herhangi bir şehrin, coğrafyanın sesini bulup duyuran Ahmed Arif'in şiir anlayışlarını şiirlerinden örneklerle açıklayacağız.
Hem yaz günlerinde şiir okumak isteyenler, hem ilk kez şiir okumaya niyetlenenler, yönelenler için hazırlayıp önerdiğimiz “modern Türkçe şiirin seslileri” listemizdeki isimleri ve yapıtlarını “neden okumalıyız” sorusuna yanıt aramayı sürdürüyoruz.
Bu bölümün şiirleri neden okunması gerekir sorusuna yanıt aradığımız şairleri Attilâ İlhan (1925) ve Ahmed Arif (1927)…
ATTİLA İLHAN: SENTEZ ARAYIŞI
Attilâ İlhan, dönemin iktidar partisi CHP’nin 1946’da düzenlediği şiir yarışmasında aldığı ikincilik ödülüyle ünlenir. Aslında daha önceden ünlüdür. Gaddarlık ve zalimlikle mağdur edilen herkes tarih karşısında ünlüdür.
“Cebberoğlu Mehemmed” adlı şiiriyle lise son sınıf öğrencisiyken CHP’nin şiir ödülünü alan Attilâ İlhan’ın daha önce, henüz on altı yaşındayken cebinde Nâzım Hikmet’in şiiri bulunduğu için tutuklanmış olması, acı ve yeteri kadar dikkat çeken bir olaydır. İkincilik bile olsa CHP’nin ödülünü bir özür borcu mu, yoksa esmeye başlayan sosyal, siyasal, kültürel değişim rüzgârlarının sonucu olarak mı görmek gerekir?.. Belki de her ikisi birden mi? Kısa bir bölüm aktararak şiiri anımsayalım:
yılların yücesinden şöyle bir seyran edelim
bir avuç toprağıma çöreklenmek için
yürümüş selamsız sabahsız
destursuz girmiş memleketime
yedi çeşit frenk askeri
uğursuz bir hava çökmüş
üstüne memleketimin
İlhan’ın aldığı ödülün, onun hem şair kimliği ve kişiliğini hem de şiir çizgisini belirlemede önemli rol oynadığını söyleyebiliriz.
Şiire CHP ödülüyle başlayan Attila İlhan’ın ilk kitabı “Duvar”dan sonra (1948) sırasıyla yayımlanan şiir kitapları şunlardır: “Sisler Bulvarı” (1954), “Yağmur Kaçağı” (1955), “Ben Sana Mecburum” (1960), “Bela Çiçeği” (1962), “Yasak Sevişmek” (1968), “Tutuklunun Günlüğü” (1973), “Böyle Bir Sevmek” (1977), “Elde Var Hüzün” (1982), “Korkunun Krallığı” (1987), “Ayrılık Sevdaya Dahil” (1993) ve “Kimi Sevsem Sensin” (2002).
Attilâ İlhan’ın modern Türkçe şiirdeki yeniliği ve öncü rolü büyük ölçüde, benimsediği ve yürüttüğü “bireşim” ya da “sentez” arayışıyla açıklanabilir. İlhan’ın tasarladığı ve şiirlerinde uygulamaya yöneldiği “bireşim” ya da “sentez”in birçok boyutu vardır. Divan şiiriyle modern şiirin, halk şiiriyle toplumcu çizginin, bireysel olanla toplumsal olanın, “milliyle” evrenselin bireşim ya da senteziyle hem yeni bir şiir ve estetik oluşturmayı hem de yeni bir düşünce sistemi kurmayı amaçlamıştır.
'NEDENSİZ YAZILMIŞ TEK BİR DİZESİ BİLE YOKTUR'
Attilâ İlhan, şiir kitaplarının sonunda yer alan “Meraklısına Notlar” bölümünde adeta ünlü davaların “karar gerekçeleri” gibi okuyucuya açıklamalarda bulunur. Bunu şairin nasıl bir disiplin ve program yanlısı olduğunu gösterdiğini de kaydedelim. Belki o zaman şunu da söylememiz kolaylaşacaktır: Attilâ İlhan şiirinin enine boyuna tasarlanmış bir programı, ödünsüz disiplini ve ona koşut tezi ya da tezleri vardır. Şiirler, kitaplar da gösterir ki Attilâ İlhan önceden belirlenmiş bir program ve disipline bağlı olarak yazmıştır. Şiire katkısı olsun olmasın nedensiz, niçinsiz yazılmış tek bir dizesi bile yoktur diyebiliriz.
Öyleyse ikinci kitabı “Sisler Bulvarı”ndan “Pia” başlıklı şiirle devam edelim:
ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın
ellerini bir tutsam ölsem
ben bir şehre geldiğim vakit
böyle uzak uzak seslenmese
o başka bir şehre gitmese
içlenip buzlu bir kadeh gibi
otelleri bomboş bulmasam
buğulanıp buğulanıp durmasam
bana haber salsalar bilsem
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia'yı görseler
içimi büsbütün yıldız basar
o başka bir şehre gitmese
bir hançer gibi çıkıp giderdim
ben bir şehre geldiğim vakit
singapur yolunda demeseler
seslendiğini duysam pia'nın
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
ölsem eksiksiz ölürdüm
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia'nın
'BULVARLARI ŞİİRE TAŞIMAK'
İmkânsız olanın yazgısıyla çatışan biçemiyle, süslemeci diliyle marjinal bireyleri, karşılıksız aşkları, “kadın gibi erkekleri erkek gibi kadınları” şehrin/metropolün ara sokakları, arka sokakları, köşe başlarını, bulvarlarını şiire taşımış olması bir ilktir. Nâzım Hikmet’le sokağa çıkan şiire Garip sokağı sevdirdiyse Attilâ İlhan olmazsa olmaza dönüştürmüştür. Şiiri sokağa tutkuyla bağlamıştır. İlhan’da sokak, semt, şehir şiirin mekânı değil, kişisidir; hatta başkişisidir diyebiliriz.
“Ben sana mecburum” şiirinden iki bölüm okuyalım;
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun
(…)
Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun
Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
Ahmet Oktay’ı kaynak göstererek Attilâ İlhan şiirinin bazı önemli motiflerini; köy kent yoksulluğu, karşılıksız aşk, çatışma ve şiddet, biseksüellik ve erotizm, siyasal tutum, güncele geçmişin ışığında bakmak ve değerlendirme olarak sıralayabiliriz. “Tutuklunun Günlüğü” kitabındaki birçok şiir gibi “Mahur Beste” de öyle bir yapıttır. Şiirin ilk iki betiğini okuyalım:
Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı
Attila İlhan’ın şiiri 6 Mayıs 1972’de idam edilen Deniz Gezmiş Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan için yazmıştır.
“Duvar”dan sonra “Sisler Bulvar”ıyla parlak bir çıkış yaptığı dönemde patlayan İkinci Yeni dalgası şairi bir hayli endişelendirmiştir. Hatta İkinci Yeni'nin kendisinin önünün kesilmesine için çıkarıldığına inanmıştır. “İkinci Yeni”ye karşı çıkışını savaş olarak görmüş tartışmayı bu boyutta yürütmüştür. Öyleyse şairin şiirlerindeki kurgu ve komploculuğun, septik tutumun ve ruh haliyle doğrudan ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.
'İLHAN, ŞİİRİ YÖNETMEYİ AMAÇLADI'
Attilâ İlhan modern Türkçe şiirin sadece bir şairi olmaktan daha fazlasını istemiştir. Bir moderatör ya da maestro gibi yazılmakta olan ve yazılacak şiiri yönetmeyi amaçlamış gibidir. İstediğini aldığını söyleyebiliriz.
Marjinal yaşantıları konu tema izlek seçmesiyle, sansasyonel olana dikkat kesilmiş duyarlılığıyla, sentezci ve tezci şiir anlayışıyla ve bunu pratikte son derece yetkin bir biçimde gerçekleştirmiş olmasıyla Attilâ İlhan modern Türkçe şiirin seslilerinin vazgeçilmez şairlerindendir.
AHMED ARİF: İSYANIN SESİ
Şiirin muhalif olduğu gerçeği sık sık vurgulanır. Ya da vurgulanmak zorunda kalınır. Çünkü iktidarların hayatın her alanında gücünü kullanabilmesi için dili de denetim altında tutması gerekir. Ancak şiir aynı zamanda dilin iktidar, yasa ve kural tanımamasıdır. O nedenle şiirle iktidarın uzlaşması istense bile gerçekleşmemiştir. Böyle bir işbirliği hiç de mümkün olmamıştır.
Cumhuriyet rejimi kurulduğu andan itibaren muhalefet istememiştir. O nedenle yazılacak şiirin dahi nasıl olacağına karışmıştır. Doğrudan ya da dolaylı yollardan modern Türkçe şiiri yönlendirmeyi, yönetmeyi amaçlamıştır. Bu doğrultuda çeşitli girişimleri olmuştur. Özellikle Nâzım Hikmet’in çıkışından sonra 1950’ye kadar olan süreçte rejimin şiire müdahale etmek için çeşitli yollar denediği gözlemlenir. Fakat bunda başarılı olabildiği söylenemez. Çünkü hangi şiirin nasıl yazılacağına iktidarlar ve yaptırımları değil, şairler ve etik tutumları karar verir, veriyor…
Örneğin kırk kuşağı olarak bilinen genç şairlerin önemli bir bölümü kırklı yıllarda estetik arayıştan çok, verdikleri etik mücadelesiyle iz bırakmışlardır. Siyasal tutumları nedeniyle devletin bütün baskı ve zor aygıtlarının hedefi olmuşlardır. Elbette zorla ikna edilmeye direnmenin etik boyutu her zaman önemlidir. Öte yandan bu kuşağın siyasal alanda direnişi sürdürürken şiirde etik değerlerin genişletilmesi ve moral motivasyonun yüksek tutulması amacına da yer verdikleri görülür.
'SÖZE SİYASAL BOYUT KAZANDIRMANIN YANINDA ESTETİK DÜZEYİ YÜKSEK ŞİİRLER YAZDI'
O dönemin olduğu kadar tüm bir modern Türkçe şiirin hem iktidar karşısında etik duruşundan geri adım atmamış, hem söze siyasal boyut kazandırmış, ama aynı zamanda estetik düzeyi yüksek şiirler yazmış şairlerinden biri de Ahmed Arif’tir. Şair Cemal Süreya’ya yazdığı mektubunda etik anlayışını şöyle dile getirir: “Bunca acı, bunca zulüm, bunca yoksunluktan sonra, öncelik ve titizlikle gözeteceğim tek şey, ölürken de namuslu ve temiz kalmaktır.”
Ahmed Arif’in konuşmaları da aslında şiirleri gibidir. Ya da şiirlerindeki kaygı şairin tüm yaşantısının yansımasıdır. Cemal Süreya’nın “Ahmed Arif” başlıklı yazısındaki saptadığı gibi: “Onun şiiri, konuşmasından alınmış herhangi bir parça gibidir; konuşması ise şiirin her yöne doğru bir devamı gibi. Bir bakıma (ağza ilişkin) "sözlü" bir şiirdir onunki. Bizde oral şiirin tuhaf bir kaderi vardır: bu şiirde, genellikle, ya kuru bir söylevciliğe düşülür ya da harcıâlem duyguların tekdüze evrenine.”
Ahmed Arif şiiriyle ilgili çok sayıda inceleme, değini, deneme, eleştiri yazılmıştır. Onun modern Türkçe şiirdeki önemini belirleyen yazılardan özellikle ikisi dikkati çeker. Ahmet Oktay’ın “Karanfil ve Pranga” adıyla yayımlanan monografisiyle Cemal Süreya’nın “Ahmed Arif” başlıklı yazısıdır.
Şairin ilk şiirleri 1942 yılında Afyon Halkevi’nin yayın organı olan Taşpınar dergisiyle Millet dergisinde yayımlanır. Attilâ İlhan’ın düzenlediği ve Varlık dergisinin yayımladığı ‘Şiirler 1948’ adlı antolojide yer alan ‘Rüstemo’ başlıklı şiiri, ilk şiiri olarak kabul edilir. O şiirden bir bölüm okuyalım:
Gönlü bir akarsu gibi alıp götüren
Irzdan ve ekmekten yana
Bir kara sevdadır
Ahmed Arif’in ilk kitabı şiirlerinin dergilerde yayımlanışından yirmi yıl sonra 1968’de “Hasretinden Prangalar Eskittim” adıyla yayımlanır. Kitap çıktığında şairin adı şiir çevrelerini de aşıp büyük bir üne kavuşur. Şiirler de deyim yerindeyse büyük bir kitlesellik kazanır. Metis yayınlarından 2018’de çıkan kırkıncı yıl özel baskısının arka kapağında belirtildiği gibi “Birbirini takip eden birkaç kuşak sosyalist ve devrimcinin ellerinde, sözlerinde ve şarkılarında” yer eder. “Birçok kişinin acı tatlı hatıralarında unutulmaz, özel bir yeri” olur. Kitabın arka kapak yazısı şöyle devam ediyor: “Ahmed Arif şiirleri bizce, hem şairin kendi kuşağının hem de ardından 68 - 78 kuşaklarının memleket ve halk sevgisini, isyancı ruhunu ve başkaldırı etiğini simgeliyor.”
Sözümüze bir şiir okuyarak nefes aldıralım artık. Bu arada şairin şiirleri arasında seçme ve örneğin en çok sevilenler diye bir sıralama yapmanın da neredeyse imkânsız olduğunu belirtelim. Çünkü onun hemen hemen sevilmeyen hiçbir şiiri yoktur. “Sevdan Beni” şiirini alıntılamamız kitabın ilk şiir oluşu nedeniyle. Şiiri okuyalım:
Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça...
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni...
Ahmed Arif 1970’te Veysi Öngören’le yaptıkları söyleşide “Ben” diyor, “sessiz ve derin bir halkın çocuğuyum. Hem yalnız sessizlik değil, genel olarak korkusuzluk da halkımın en belirgin özelliği. Buna diretme ve başkaldırmayı da eklemek gerek.” Dediği gibi yaşamış ve belki söylemiş demek daha doğru bir şair olarak onun modern Türkçe şiirdeki anlamını en iyi ifade eden elbette şiirleridir. Belki ek olarak Diyarbakır’a ait ve o şehre özgü sesin şair tarafından şiire aktarılmasına dikkat çekilebilir. Öyle ki Diyarbakır coğrafyasının yaşantısından yükselen sesi, yani Kürtçenin anadili olduğu yerden alınan sesi Türkçe olarak söylemek dile getirilip geçilecek bir mesele değildir aslında. Herhangi bir şehrin, coğrafyanın sesini bulup duyurmak da başlı başına önemli bir girişimdir. Ahmed Arif’in bu deneyiminin modern Türkçe şiirde bir yenilik ve ilk olduğunu da belirtelim. Onun şiirdeki öncülüğünü belirtmek için bu bile yeterli sayılır.
“Modern Türkçe şiirin seslileri”nden biri olarak Ahmed Arif’in şiirlerini okumanın çok nedeni var. Biz bu kısa yazıda bir ipucu göstermeye çalıştık… Ama Cemal Süreya, ona yazdığı kısacık şiirinde çok daha fazla şey söylüyor. Cemal Süreya’nın dizeleriyle bu bölümü sonlandıralım:
Bir şair: Ahmed Arif
Toplar dağların rüzgârlarını
Dağıtır çocuklara erken