Modern Türkçe şiirin seslileri – V
Modern Türkçe şiiri kapsayan, ilk kez şiir okumaya niyetlenenler için bir liste sunmuştuk. Bu yazımızda şiirleriyle yenilikçi ve öncü olan, şiirde “aşırılık” kavramına bir anlam kazandıran İlhan Berk ve Ece Ayhan'ın şiir anlayışlarını şiirlerinden örneklerle açıklayacağız.
Modern Türkçe şiirin Nâzım Hikmet’le başlayan eskiden, gelenekten kopuşu, yenilenmesi süreci, beklendiğinden daha hızlı ve radikal olur. Bunda Nâzım Hikmet’in iradesi kuşkusuz ki en önemli etkendir. Ayrıca yıkılanın ayakta duracak halinin olmayışı ve “çağın ruhu” da önemli nedenlerdir. Buna karşın gelenekten, gelenekselden Nâzım Hikmet’in girişimiyle gerçekleşen kopuştan önce, uzun sürmüş bir hazırlık evresi yoktur. Nâzım Hikmet’e kadar gerçekleşen arayışların büyük ölçüde geleneğin içinde sürdürüldüğü, orada kaldığı söylenebilir.
Nâzım Hikmet’in girişimiyle gerçekleşen “büyük kopuş” ve onu takip eden süreçte eskinin eskidiğinin kabul ettirilmesi, yıkılandan geriye kalan enkazın kaldırıp ortamın temizlenmesi ve yeninin, yenileşmenin sürdürülmesinin, sindirilmesinin birçok uğrağı olduğunu da belirtmek gerekir. Ayrıca Nâzım Hikmet gelenekten, gelenekselden kopmakla kalmaz, şiirin sürekli arayış olduğu konusunda da öncülük eder. Hatta bugün modern Türkçe şiirin varlığının da, “canlılığını”nın da Nâzım Hikmet’in girişimiyle başlayan yenilikçi deneyime borçlu olduğunu söyleyebiliriz.
Şiir anlayışıyla örtüşmemesine karşın Nâzım Hikmet, kendisinden sonraki ilk yenilikçi atılım olan Garip çıkışını önemsemiş, desteklemiştir. Öyle ki uzun yolculuğa çıkarken valizine aldığı şiir kitaplarından birinin Orhan Veli’ye ait olduğu bilinir. O nedenle denebilir ki Nâzım Hikmet, kopuşu, yenileşmeyi kendisiyle başlayıp biten bir süreç olarak düşünmemiş ve sürekli yenilikten yana olmuştur. Modern Türkçe şiirin bitmeyen yenilik arayışında ve gelişiminde onun bu tavrının önemli rolü olduğu açıktır.
Modern Türkçe şiirde, Nâzım Hikmet’in girişiminden sonra gelen yenileşme çabalarının ikisinin de onun sağlığında gerçekleştiğini ekleyelim. Kısacası Garip’i olduğu gibi İkinci Yeni dalgasıyla başlayan şiirdeki devrimci süreci anlamak için Nâzım Hikmet’in modern Türkçe şiirdeki rolünü iyi kavramak gerekir diye düşünüyoruz.
İkinci Yeni dalgası, modern Türkçe şiirde kendisinden önceki arayışların büyük ölçüde tıkandığı, tıkanıklığın krize dönüştüğü bir dönemde, nasıl söyleyelim; patlar. Devrimci bir dalgadır İkinci Yeni… Ahmet Oktay’ın da belirttiği gibi sadece bir şiir dalgası da değildir. Ama en kapsamlı ve köklü yenileşme deneyimi şiirde gerçekleşir. Siyasal, ekonomik gelişmelerle birlikte sosyal, kültürel yaşantıdaki dönüşüme koşut olarak gerçekleşen dildeki değişimin, o dönemde şiirde daha hızlı karşılık bulduğunu ve etkileşim sağladığını söyleyebiliriz.
“Modern Türkçe şiirin seslileri” listemizin bu bölümünde değerlendireceğimiz şairleri, İkinci Yeni dalgasının iki “aşırısı” İlhan Berk (1918) ve Ece Ayhan (1931) olacak… Onlar için İkinci Yeni dalgasının “aşırısı” dedik, ama hem İlhan Berk, hem Ece Ayhan, aslında modern Türkçe şiirin tüm deneyimi ve birikimi içerisindeki en aşırı iki şairidir. Yenilikçidirler, öncüdürler… Ama dahası vardır; “aşırılığın” şiirdeki karşılığını yaratmışlardır. Şiirde “aşırılık” kavramına bir anlam ve önem kazandırmışlardır.
İLHAN BERK: ŞİİRİN EVLİYA ÇELEBİSİ
İlhan Berk’in şairliği ya da doksan yaşına kadar sürecek şiir serüveni 1935’te Manisa Halkevi’nin dergisi Uyanış’ta çıkan ilk şiiri ve ardından yayımlanan ilk kitabı “Güneşi Yakanların Selamı”yla başlar. Ama asıl şairlik eşiğini, 1947’de yayımlanan ikinci kitabı “İstanbul” oluşturur… Şairin 1958’de çıkan “Galile Denizi”ne kadar olan ilk dönemi toplumcu duyarlılığın, daha sonra denenen folklorcu, köycü eğilimlerin etkisindedir. Ancak yine de ikinci kitabı “İstanbul”, o dönemde kabul edilen toplumcu anlayıştan önemli farklılıklar gösterir.
'MODERN TÜRKÇE ŞİİRİN İLK ŞEHİR KİTABI'
Orhan Koçak’ın (Kopuk Zincir) değerlendirmesiyle “İstanbul” şaşırtıcı bir kitaptır. “Önce, okunmadan kalması, fazla dikkat çekmemesiyle şaşırtıcı” diyor Koçak. “İstanbul”, Orhan Koçak’ın da belirttiği gibi modern Türkçe şiirin ilk “şehir” kitabıdır. Şehrin, emek ve emekçi ekseninde şiire aktarıldığı bir kitaptır. Baudelaire tarzı flaneur (şehir gezgini) ilk bu kitapta belirir. “İstanbul” şehrin fotoğrafını değil, röntgenini çeken bir gezginin izlenimlerini, duygularını, düşüncelerini, duyarlılıklarını yansıtır…
Kitabı, başlangıç bölümündeki şiirden dizelerle hatırlayalım:
İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın
Havada kaçan bulutların hışırtısı
Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor
Yenicami Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler
Hiç kımıldamıyorlar
Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor
İnsanlar sokak sokak çarşı çarşı ev ev
İnsanlar sırt sırta omuz omuza verip durmuşlar
Boyunları bükük
Yorgun asabi kederli kindar
Yığın yığın olmuşlar hepsi köprünün açılmasını bekliyor
Bir anda şehrin dört bucağına akacaklar
Bir anda iki ayrı kıtadaki insanlar gibi
Fatihliyle Beşiktaşlı sarmaş dolaş olacak
Sarı uzun yüzlü cesur işçiler
Dört köşe halinde veya dağınık bir şekilde durmuşlar
Hiç konuşmuyorlar
Benim onları birer birer çalıştıkları yerlere götürüp bıraktığım olmuştur. Hiçbir zaman duraklamayı, eskimeyi kabullenmemiş, şairin yaşadıkça ve yazdıkça nasıl gençleşebileceğine adeta örnek olmuş bir şair İlhan Berk. Orhan Koçak’ın yazısının başlığındaki “kalmak imkânsız” ifadesi önemlidir.
'TÜRKÇE ŞİİRİN EVLİYA ÇELEBİSİ'
Şiirin topraklarında bir bastığı yere bir daha basmamış bir şairdir Berk. Bu durduğu yerde duramayan özelliğiyle modern Türkçe şiirin Evliya Çelebi'si gibidir. Varını yoğunu, varlığını, varoluşunu şiire adamış bir şair olan İlhan Berk için şiir; aramak, en farklı biçimleri denemek, en farklı kalıpları kullanmak, daha yeni deneyler yapmak, bunun için en uca gitmekten kaçınmadığı bir yolculuk olmuştur diyebiliriz.
Berk şiirin yazıldıktan sonra başlamasını istemiş, bunda kararlı olmuş bir şairdir ve üretici okur onun şiirinin okunduktan sonra başladığının farkındadır. Üretici okuma olarak tanımlayabileceğimiz bir okuma tarzı vardır. Şiiri daraltmadan, tek anlama indirgemeden okunması gibi… Üretici okur için şiir ya da metin bitmez, tüketilmez… Öte yandan, üretici olmayan okuma tarzı için İlhan Berk’in şiirinin ne ağzı, ne dili vardır denilebilir… Onun şiir okuma tarzına kazandırdığı yeni boyutla birlikte bakış açısında, algıda yarattığı değişiklik önemlidir. Yenilikçi ve öncü bir şair olduğunu söylemek için bunlar bile yeterlidir.
Hep aramış, hep araştırmış, hep denemiş bir şair olarak İlhan Berk’in “Günaydın Yeryüzü”nde yer alan “22 Temmuz 1950” başlıklı şiir, daha sonra yöneleceği deneyimlerin değilse de dünyaya ve hayata karşı alacağı tavrın, ömrünün sonuna kadar sürdüreceği duyarlılığının prototipi gibidir. Aktaracağımız betikler bu şiirden:
İğne atsan yere düşmeyen İstanbul'da
Kimseler yoktu
Çıkıp gitmişlerdi o kadar insan
Sanki dünyadan.
Eminönü'yle Karaköy arası dünyada
Tam bir sis altındaydı
Gidip uzaklara doğru baktım
Bitkiler görülecek şeydi yeryüzünde.
Hava balık ve rakı kokuyordu İstanbul'da
Bir kış günüydü kendimde değildim
Uzakta bir pencere duruyordu
Ben pencereye bakıp ağlamıştım
Saat beşte ilk defa gelmiş gibiydim dünyaya
Kadın hatıralarıyla ağlıyordu
Yeni bir dünyada sarhoş uçuyordu
Kuş Üsküdar'da
Şiirde şiirden başka anlam yoktur anlayışını benimseyerek savunan, bu düşüncesini gerçekleştirdiği yeni bir şiir kuran İlhan Berk ve şiiriyle ilgili çok şey söylenmiştir. Hakkında söylenenleri belki şöyle özetlemek mümkün olabilir: O, İkinci Yeni şiirinin kurucu özelliklerinden biri olan “her anlamdaki arayışın, deneyimin, yolculuğun, ucu açıklığın” temsilcisi olmuştur.
Modern Türkçe şiirin ömrü uzun şairlerindendir İlhan Berk. Yaşamı süresince bin yıl yaşasa binini de şiire verecek bir şair olmuştur. O bin yıl yaşamamış, ama onu binlerce yıl yaşatacak şiirler yazmıştır. Dadaist, letrist deneyler yapmış; gerçeği eğip bükerken, evirip çevirirken, yontup boyarken gerçeküstücülükle yakınlaşmıştır. Ama bunların hiçbiri değildir. Şiirin tüm birikimini malzemesi olarak görmüş bir şairdir. Şiirin birikimini malzemesi olarak kullanırken onu değiştirmiş ve dönüştürmüş olması da yenilikçiliği ve öncülüğü konusunda dikkate değerdir…
Modern Türkçe şiirin seslilerinden biri olan İlhan Berk’in mutlaka okunması gereken bir şair olduğunu belirtelim ve bu bölümde konu edeceğimiz diğer şaire geçelim.
ECE AYHAN: AŞIRILIĞIN PEYGAMBERİ
Ece Ayhan’ın neden okunması gerektiği sorusunu, tabii ki Ece Ayhan olduğu için diyerek yanıtlamak mümkün… Bunu “modern Türkçe şiirin seslileri” olarak listelediğimiz on altı şair için de söyleyebiliriz. “Modern Türkçe şiirin seslileri” niçin okunmalı, elbette ki “modern Türkçe şiirin seslileri” oldukları için… (Bu karşılığın gülümsetmek amaçlı olduğunu belirtmeye gerek yok elbette. Kendiliğinden oluşan asabiyeti, aksiliği bir kenara bırakalım, sözün gerilimini düşürerek düşünelim.) Böylece yöneltilen soruya bir yanıt vermiş oluruz belki. Ama bu açıklayıcı, muhatabımızı tatmin eden bir karşılık olmaz. Arada, iletilen bilgiyle ilgili bir eksiklik duygusu oluşacaktır. Bu eksiklik duygusunun bir sızıya dönüşmesiyse kuvvetle muhtemeldir. Öyleyse şöyle diyelim: Ece Ayhan’ı Ece Ayhan olduğu için okumalıyız, çünkü…
Ece Ayhan’ın ilk şiiri 1954’te Türk Dili dergisinde çıkar. Varlık, Yenilik, Pazar Postası, Seçilmiş Hikâyeler, a ve Yeditepe dergilerinde yayımlanan şiirleriyle dikkatleri üstüne çeker. İlk kitabı “Kınar Hanımın Denizleri” 1959’da okurla buluşur. “Kınar Hanımın Denizleri”nde 1955-58 yılları arasında yazılmış şiirleri yer alır. Kitabı “Bir Elişi Tanrısı İçin Ağıt” başlıklı şiirle hatırlayalım:
Peki nasıl oldu da hatırladı denizde boğulduğunu
nasıl oldu da peki anlatamıyorum biliyorsun
Öyle ölüme düşkündü ki biyoloji sıfır
bir şarkı yiyor şimdi şapkalarını orospular eksiliyor
Arna yok ne olur ağlama böyle ama yok
şunun şurasında tramvaysız, çocuk olmak turunç olmak
Kantocu peruz sahiden yaşadı mı patron?
'ŞİİRDEKİ DEVRİMCİ DALGANIN ADI İKİNCİ YENİ'
Ece Ayhan İkinci Yeni adlandırmasına sıcak bakmıyor ve de yazdıklarına “sivil şiir” denilmesini öneriyor. Ama geçen zamanın ne söylediği de açık. Şiirdeki o devrimci dalganın adı İkinci Yeni. Ece Ayhan da “sivilliğiyle”, “parasız yatılılığıyla” “aşırılığıyla”, “marjinalliğiyle”, “uçluğuyla” bir İkinci Yeni şairi. “Bütün Yort Savul’lar” kitabını açıp herhangi bir şiirini, tezimize kanıt yapabiliriz. Örneğin “Apaş Paşa Şapa Oturdu” başlıklı şiirinde hem tüm özellikleriyle İkinci Yeni hem de eksiksiz bir Ece Ayhan vardır. Okuyalım:
Merhaba diyoruz ölü teyzelerimize çocuklar
merhaba diyorlar o şiirlerimizin eşikleri
Mum tacirlerinin kızları ne temiz porselen
yüz çiçeğe yüz ay çıkarırmış bu tabaklar
Yüzüklerinde altın parmaklar takılıymış ve
çarşılar grevsiz deli olurmuş yalnızlık işte.
Henüz söze başlarken karşımıza çıkan asabiyet, aksilik kavramlarına hırçınlık ve arızayı da ekleyelim. Bu kavramların Ece Ayhan şiiri üzerine düşünürken es geçilmemesi, görmezden gelinmemesi gerektiğini belirtelim.
Söz konusu kavramlar onun şiirinin adeta anahtarı gibidir… Ayrıca onun, asabiyeti, aksiliği, hırçınlığı karşılamak için bulduğu ya da kurduğu şiirsel dilin de son derece özgün olduğunu vurgulamak gerekir. Öfkesini, kızgınlığını söze aktarırken duygularını dile yönlendirmek yerine, dile duygularını temsil edecek biçimi vermiş, gerektiğinde arıza çıkarmış ve bu yönüyle de hem yeni hem de öncü olmuştur. Aktaracağımız bölümler “Mor Külhani” şiirinden:
1. Şiirimiz karadır abiler
Kendi kendine çalan bir davul zurna
Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan
Taşınır mal helalarında kara kamunun
Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir
Aşk örgütlenmektir bir düşünün ağabeyler
(…)
5. Şiirimiz mor külhanidir abiler
Topağacından aparthanlarda odası bulunamaz
Yarısı silinmiş bir ejderhanın düzüşüm üzre eylemde
Kiralık bir kentin giriş kapılarına kara kireçle
Şairlerin ümüğüne çökerken işaretlenmesinin şiiridir.
Ayıptır söylemesi vakitsiz Üsküdarlıyız ağabeyler
'ŞİİRİNİ KENDİYLE HESAPLAŞARAK KURAR'
Oğuz Demiralp, Ece Ayhan şiirinin hayatla bir hesaplaşma olduğunu söyler. Demiralp’e göre bu hesaplaşma iki düzeyde, kişisel ve toplumsal boyutta gerçekleşir. Oğuz Demiralp, Ece Ayhan’ın hesaplaşmasının uzamını da tarih ve coğrafya olarak belirler. Demiralp’in “Yaklaşık Olarak Ece Ayhan Şiiri” başlıklı yazısında “şiir kendini, toplumun tarihiyle şairin özgeçmişiyle hesaplaşa hesaplaşa” kurar diye yazıyor. “Deniz Kızı Eftalya”dan bir bölüm okuyalım:
Neden üç aylar girerken kurşun harflerle salılara
hiç soyutlanmamış ırmaklarda boğuluyor ibrahim
ismail soda içen kalabalıklara doğru cumhuriyet olmuş
anlamıyorum şey yani ishak bakir kaplarda bakır tokmak
denizkızı eftalya cumhuriyette ağaçlara benzer öldü diye
İkinci Yeni dalgası içerisinde İlhan Berk’le birlikte en çok eleştirilen şairdir Ece Ayhan. Elbette İkinci Yeni şairleri arasında eleştirilmeyen, hatta türlü çeşit suçlamalara maruz kalmayan var mıdır diye sorulabilir… Çünkü İkinci Yeni, aynı zamanda özgürleşme girişimidir ve buna sistemin, düzenin bekçileri, muhafızları izin vermemek için tüm güçleriyle direnmeye, karşı durmaya çalışır. Bu bağlamla ilgili olarak Ece Ayhan’ın İkinci Yeni şairlerinin neye, kime, neden karşı çıktığını ifade ederken İkinci Yeni’ye kimlerin, neden karşı durduğunu da açığa çıkaran satırlarını hatırlatmak isteriz. Şairin “Şiirin Bir Altın Çağı” adıyla yayımlanan kitabında yer alan “Ayağa Kalkarak İkinci Yeni Akımı” başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle (alıntıda şairin imlası korunmuştur): “Biz, ‘İkinci Yeni’ şairleri olarak, yeni bir dilbilgisi ve yeni bir sözdizimiyle, yeni bir istifle de kuşanmıştık. Ve sözgelimi, Prof. Suut Kemal Yetkin’lere (yani Prof. İhsan Doğramacı’lara; Yaşar Nabi Nayır’lara (yani Prof. Orhan Aldıkaçtı’lara); Atatürkçü bir kadın hareketi olan Mavi Yolculara, bir tekkenin postnişini gibi ‘Prens Sabahattin’ Eyüboğlu’lara, yani altı oklu devlet memurlarına; Oktay Rifat’lara, Melih Cevdet’lere, yani oksuz belediye memurlarına; Osmanlıyla iki kaşık gibi iç içe duran işbu ‘cümhuriyet’e; Baylan'cı statükoculara, arabeskçilere, Orhan Gencebay’lara, C.H.P’li Attilâ İlhan’lara, İrfan takmasına sığınan Tataratitiri’lere, v.b.ne kesinkes ve açıkça karşıydık.”
Şimdi bunun üzerine artık şairin “Yalınayak Şiirdir”ini okuyabiliriz:
1.Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük kardeşim
Emrazı Zühreviye Hastanesi’ne kapatıldı anamız
Adıyla çalışan ermiş Sirkeci kadınlarındandır
Şeker atar hâlâ mazgallardan Cankurtaran’da
Acı Bacı’nın acı bilmez uçurtma çocuklarına
Yıl sonu müsamerelerine kimler çıkarılmaz?
2.Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim
Babamız dövüldü güllabici odunlarla tımarhanede
Acaba halk nedir diye düşünür arada işittiği
Dudullu’dan tâ Salacak’a koşarak alkışlayalım
Fazla babalarıyla dondurma yiyen çocukları
Hangi çocukların neye imrenmesi yalınayak şiirdir?
Ece Ayhan bastırılmış, dışlanmış, ötelenmiş, ötekileştirilmiş yaşantıların ve o yaşantılara ait dilin de şairdir. Onun tarihe olan ilgisini ve sözlüksüz okunamayan şiirini belki de Herbert Marcus’un sözleriyle birlikte düşünmek gerekir. “Aşk ve Uygarlık” uygarlık adıyla Türkçeye çevrilmiş kitabında Marcus şöyle diyor: “Yeniden ortaya çıkarılan geçmiş, bugünün tabulaştırdığı dönüm noktalarını ortaya koyar. Üstelik belleğin tazelenmesi, hayalin (fantezinin) idrak içeriğinin tazelenmesine de yol açar.” Ece Ayhan da tarihin, hatıranın kaydetmediği ya da eksik veya çarpıtarak kaydettiklerini eşeler, deyim yerindeyse yeniden yazar. Gerçeğin olduğu gibi açığa çıkarılması için resmi tarih söyleminin karşısına, itiraz eden, arıza çıkaran bir kişisel tarih anlatısı çıkarır. Oyunu bozar. Onu aşırılığın peygamberi yapan da aslında bu oyun bozuculuğudur diyebiliriz.
Yeninin yeniyle kurulacağını kanıtlamış Ece Ayhan’ın, okumaması imkânsız…
İkinci Yeni dalgasının olduğu kadar Türkçenin de aşırı ve haşarı çocuğuna ait benzersiz dilin son derece özgün şiirleri nasıl okunmaz ki…