Döne döne döndük geldik laik – dindar karşıtlığına.
İnsanların, hangi kesimden olursa olsun toplumsal katmanların gündeminde var mı böyle bir karşıtlık? İnsanların, yığınların hayatını, ilişkilerini bu mu belirliyor, bu etkiliyor? Hiç sanmıyorum. Sokakta böyle bir şey görmüyoruz.
Ama iktidar medyasından V/akit’in başta Kemalistler olmak üzere tüm muhalefeti etiketlemek ve tabii imha etmek üzere 2008’de imal ettiği azgın azınlık lafı dönüp gelmiş yeniden dolaşıma girmiş. Üstelik rövanştan beslenen azgın azınlık olmuş bu kez!
Ne yapıyor rövanştan beslenen azgın azınlık?
Vals yapıyor!
Nasıl bir azgınlık yapılıyor vals suretiyle?
Yakın zamanlara dek resmi kutlamalar dışında kimsenin umurunda olmayan, 2011’den beri bizzat devletin el koyarak silikleştirdiği 30 Ağustos Zafer Bayramı, tarihinde hiç olmadığı biçimde ve yaygınlıkta kitlesellikte kutlamalara sahne oluyor 2021’de.
Başkomutan Zaferi olarak 1924’de başlayan bayram doğrudan savaşla, askerlikle ilgili. O nedenle de askeri geçit düzenleniyordu kutlama olarak. Şimdilerde kayyuma düşen THK - ilk adıyla Tayyare Cemiyeti de dahil oldu işe, 30 Ağustos Tayyare ve Zafer Bayramı oldu… Uçaklar gösteriler yaptı. Ve fakat bu “militer” gelenek resmi otorite iradesiyle yıkıldı!
İlk çıkışı Başkomutan Zaferi’ydi ya, Genel Kurmay Başkanı kabul ediyordu kutlamaları 30 Ağustos’ta. Ama neyse ki, bir yandan azgın azınlık kimliği, olgusu tespit edilirken çok daha önemli şeyler de oluyordu 2008’de. Dönemin etkili yetkililerinden, “özgül ağırlık sahibi” politikacının deyişiyle Türkiye “bir taraftan bağırsaklarını temizliyor … gerçek bir hukuk devleti olmaya doğru gidiyor”du.
İşbu süreçte sivilleşmenin, normalleşmenin, devletin halkıyla barışmasının öncü temsilcilerinden Abdullah Gül, cumhurbaşkanın aynı zamanda Başkomutan olduğunu anımsatacaktı… Ve 30 Ağustos kutlamalarına Başkomutan sıfatıyla cumhurbaşkanı ev sahipliği yapacaktı 2011’den itibaren.
Türkiye, sivilleşme adımlarından bir diğerine şahit oluyordu böylece!
***
Ve fakat o ne?
Sivil cumhurbaşkanının başkomutanlaşmasıyla bir adım daha yol alınan sivilleşme operasyonundan on yıl sonra 2021’de tam da 30 Ağustos’ta rövanştan beslenen azgın azınlık sahneye çıkıp vals yapıyor!
Yani?
Milli günlerimiz üzerinden bu ülkenin dindar vatandaşlarına göndermeler yapılıyor.
Buna izin vermeyeceklerini söylüyor Gül’ün çırağı muhafazakar demokrat liberal baş ekonomist Deva Başkanı acar politikacı. Son derece sivil bir refleks!
ENDİŞELİ MODERN AZGIN AZINLIK
Azgın azınlık lafı henüz icat edilmeden, henüz tam iktidar tesis edilmeden öce bu kesimler 1990’larda laikçiler olarak kodlanıyordu.
Muhafazakar dindar kanaat önderleri, liberal eşlikçileriyle birlikte iştahla yapıştıkları sivillik ve demokratlık bayrağını iddialı biçimde sallayıp duruyorlardı müesses nizam güçlerine, elitlere, beyaz Türklere karşı. Laik değil laikçi olarak niteliyorlardı sonradan azgın azınlık halini alacak bu milletten kopuk çevreleri.
Tedavülden kaldırılan laiklik – laikçilik meseleleri yeniden dolaşıma sürülüyor 2021’de. Bu süreçte kavramlar da hızla yer değiştiriyor.
Örneğin tam da azgın azınlık lafının imal edildiği 2008’de KONDA’nın Yaşam Tarzları üzerinden yaptığı araştırmada kullandığı endişeli modernler nitelemesi, bugün endişeli muhafazakarlar olarak çıkıyor karşımıza!
2008 ilginç biçimde birçok yönden toplumsal değişimin göstergelerini, bugün kopuşa ve karşıtlığa dönüşen ayrışmanın sinyallerini ortaya koyuyor. KONDA’nın 41 il, 328 ilçe, 1116 köy/mahallede 6482 kişiyle görüşerek gerçekleştirdiği Yaşam Tarzları araştırması o sırada pek yankı bulmuyor ama Aralık 2008’de açıklanan Türkiye’de Farklı Olmak araştırması kıyametleri koparıyor!
Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Binnaz Toprak’ın İrfan Bozan, Tan Morgül ve Nedim Şener’le birlikte bir yıl boyunca yürüttüğü araştırma Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler olgusuna odaklanıyor. Çalışma, o sıralar “ortak akıl, hoşgörü, kültürlerarası diyalog” kavramlarını sivilleşme, demokratikleşme söylemleriyle boca ederek iştahla her yana saçan Gülen cemaatinin sahadaki performansını ortaya koyuyor!
Yola çıkarken elde böyle bir veri, saptama olmasa da gerçeklik sahada tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıyor: 2007’de Şerif Mardin’in Ruşen Çakır’la söyleşisinde kullandığı ifadeyle “mahalle baskısı” kimseye nefes aldırmamaktadır.
Evet Türkiye değişmektedir: Anadolu kentleri de geniş bulvarlar, lüks oteller, konutlar, AVM’ler donanmaktadır. Bununla birlikte Toprak, “mütedeyyin ‘yeni orta sınıf’ ve ‘çağdaş değerlere eklemlenen cemaatler’ hiç de öyle hepimizi daha özgür yaşayabileceğimiz bir ortama taşımayı vaat etmiyor” diyecektir.
Sahada iktidar – cemaat dışındakilere özellikle iş hayatından başlayarak her yönden tam bir markaj ve denetim, boykot uygulanmaktadır. Kültürel çatışma ya da laiklik – dindarlık üzerinden sunulan karşıtlık doğrudan ekonomik, sınıfsal rövanşizm olarak tezahür etmektedir.
***
Sahada ötekilere yapılan bu araştırma üzerine Toprak’a da yapıldı, topa tutuldu!
O da döndü 2010’da Neden Endişeliyim başlıklı bir yazı yazdı.
KONDA’nın endişeli modernler tanımı o yazıyla popüler oldu. Bekir Ağırdır da patentin kendilerine ait olduğunu hatırlatma gereğini duydu. Devamında Toprak, modernlerin endişesinin paniğe dönüştüğünü söyleyecekti Mart 2016’da. Henüz 15 Temmuz öncesinde…
***
Bunları hiç yaşamadık. Döndük geldik azgın azınlığa, laiklik- dindarlığa! Ve artık endişeli muhafazakarlar da var.
Ortak duygu ve değer endişe!