Modi'nin milli Hindistan'ı: Müslümanlar hariç

Hindistan’da Modi’nin yükselişinin üç ayağı var analizlere göre: Etkin yönetim, güvenlik. görkemli Hindu medeniyet tahayyülü. Büyük sermaye de Modi’yi üç nutku nedeniyle destekliyor: Etkin serbest piyasa, büyüme ve yolsuzlukla mücadele. ‘Hindutva’ ideolojisinin önünde üç engel görülüyor: Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Komünistler…

Abone ol

DUVAR - Hindistan nüfusunun altıda birinin, yani yaklaşık 220 milyon kişinin, yaşadığı Uttar Pradesh eyaletinin yerel seçim sonuçları geçtiğimiz hafta sonu açıklandı. Mevcut Başbakan Narendra Modi’nin Baharatiya Janata Partisi (BJP) beklenenin de üstünde bir oy oranıyla eyalet meclisindeki 403 sandalyeden 311’ini kazandı. BJP seçimlerin yapıldığı dört eyaletin birinde daha zaferini ilan etti, diğerlerinde başa baş oy oranlarıyla birinciliği kaptırdı ama buralarda da yönetimde yer alma olasılığı yüksek. Guardian gazetesinin seçime dair yayınladığı makaleye göre Hindistan nüfusunun % 80’i artık BJP’nin yönettiği eyaletlerde yaşıyor olacak.

Hindistan gazeteleri seçmenler için en büyük faktörün Modi’nin popülaritesi olduğunu doğrular şekilde sonuçların ertesi günü ‘Modi’nin Yürüyüşü’, ‘Modi Hindistan’ın Kalbini Kazanıyor’, ‘Modi Pradesh’ gibi başlıklarla çıktı. Yale Üniversitesi’ndeki siyaset bilimi çalışmaları için Uttar Pradesh seçimlerini araştıran Gautam Nair, sonuçlarını ‘çok çarpıcı’ diye nitelendirdiği seçimlerde Modi’nin ülkenin büyük kısmını ‘sadece kendisinin ekonomik kalkınma, yolsuzluklara bulaşmamış, temiz bir yönetim ve alt ve orta sınıflar için ilerleme sağlayabileceğine ikna ettiğini’ söylüyor.

BJP tarafları seçim zaferinin ardından kutlamalar yaptı.

‘MİLLİ HİNDİSTAN’ VE ZEMİN KAYMASI

Hindu milliyetçisi bir sağ parti olan BJP, önemli bir Müslüman nüfusa sahip bu eyalette seçimlerde tek bir Müslüman aday bile göstermedi. Fakat analizler Müslümanlar dışındaki alt kast ve dezavantajlı grupları kendi kimliklerinin ötesinde bir ‘milli Hindistan’ projesinin parçası olmaya iknada başarılı olduklarını gösteriyor.

Bu seçim sonuçları Hindistan siyasetinde ciddi bir zemin kayması anlamına geliyor. 1947’de İngilizlerden bağımsızlık mücadelesinin öncülüğünü yapan Mahatma Gandhi ve Jawaharlal Nehru’nun Kongre Partisi ülke siyasetinin yıllarca başat aktörüydü. 2014 seçimlerinde başbakanlığı BJP’ye teslim eden parti, eyalet seçimlerinde de ciddi kayıplar yaşadı. Bugüne kadar eyalet siyasetinde çok belirleyici olan yerel partiler de BJP’nin ittifak siyasetinin başarısıyla etkinliklerini bir ölçüde yitirmiş görünüyor. Böylece Modi, son seçimlerle ülke siyasetinin merkezine yerleşmiş ve 2019 ulusal seçimlerine şimdiden en güçlü aday olarak adını yazdırmış oluyor.

DEĞİŞİM ‘HİNDİSTAN’ KİMLİĞİNDE

Bahsettiğimiz zemin kayması basit bir politik denklem hesabı olmaktan öte Hindistan’ın kimliğine dair önemli bir değişime işaret ediyor. Hintli akademisyen Sunil Khilnani’nin 1997’de yayınladığı ‘Hindistan Fikri’ (The Idea of India) kitabında tanımlamaya çalıştığı modern Hindistan’ın özüne dair uzun yıllardır demlenen bir değişim bu.

Khilnani, Nehru’nun Kongre partisini merkezine aldığı kitabında ‘Hindistan fikri’ni muazzam bir etnik ve dini çeşitliliğe sahip bir coğrafyanın ortaya çıkardığı nesnel mecburiyet ve kısıtlamaların ışığında demokrasi ve laikliğin kimlikler üstü varoluşu yeşerttiği bir sistem ideali olarak özetliyor. Dünyanın en siyasallaşmış ülkelerinden biri olarak tanımladığı Hindistan’da, siyasetin ülkenin tepeden inme modernleşme tecrübesinin merkezinde olduğunu yazıyor.

1947’den beri 1970'lerdeki 22 aylık bir olağanüstü hal dönemi dışında kesintiye uğramayan demokratik siyaset geleneğinin yarattığı alan Kongre partisinin kimlikler üstü toplum tahayyülünün karşısına zamanla sınıfsal, etnik temelli, grup kimliğine dayanan hareketleri çıkarıyor. Hala hiyerarşik kast sisteminin geçerli olduğu ülkede ‘dokunulmazlar’ olarak tanımlanan en alt kastlar kendi partileri ve karizmatik liderleriyle, Hindu din milliyetçiliği üzerinde temellenen RSS hareketi de 1925’ten beri geniş bir taban örgütlenmesiyle siyasete müdahil oluyorlar.

İLHAM KAYNAĞI AVRUPA FAŞİST MODELLERİ

RSS Avrupa’daki faşist modellerden etkilenmiş Hindu milliyetçisi bir hareket. Hindutva yani ‘Hindu olma’ ideolojisiyle sloganlaşarak Hindistan’ın asli unsurlarının Hindu dinine mensup kişilerden oluştuğunu iddia ediyorlar. Bir üst sınıf hareketi olarak büyüyor, Hindu milletinin oluşumunun önündeki en büyük engeli ise Müslümanlar, Hıristiyanlar ve komünistler olarak görüyorlar. RSS’in tarih yazımında İngiliz sömürgeciliği gibi Hint coğrafyasındaki 400 yıllık Müslüman Mughal hakimiyeti de işgal dönemleri olarak tasvir ediliyor.

Hindistan’ın Batı dünyasında en tanınmış yazarlarından Arundhati Roy, Caravan dergisine yazdığı yazıda RSS’in 1925’ten beri binlerce teşkilat ve yüz binlerce üyesiyle örgütlendiğini, kendi işçi sendikası, milyonlarca öğrencinin okuduğu okulları, kadın kolu, medya ve yayın organları, sağlık kurumları, ve sosyal medya trolleri olan devasa bir örgütlenme olduğunu anlatıyor. RSS’in ‘askerleri’ Hindistan’da son yirmi yılda yaşanan Müslüman, Hıristiyan ve Sih azınlıklara yönelik katliam ve pogromlarda etkin rol oynuyorlar. Hindutva milisleri Müslümanlara karşı fazla toleranslı buldukları Gandhi’nin 1948’deki suikastından da sorumlular.

EN AĞIR KATLİAM

1980’de hareketin siyasal kolu olarak kurulan BJP de 1990’dan beri siyaset sahnesinde hızlı yükselişini sürdürüyor. 2001’de hayatı boyunca RSS’in aktif bir üyesi olan Narendra Modi, Gujarat eyaletinin başbakanı seçiliyor. 12 sene görevde kaldığı dönemde Gujarat’ta Hindistan tarihinin en büyük katliamlarından biri yaşanıyor. 2002 yılında bir dini törenden trenle evlerine dönen 58 Hindu yolcu vagonların içinde canlı canlı yakılıyor. Polis, treni bölgedeki Müslümanların yaktığını, Pakistan’ı ima ederek dış güçlerin de karışmış olabileceğini iddia ediyor. Bunun üzerine haftalarca eyaletteki Hindu milisler tarafından binlerce Müslüman’a yönelik linç ve katliamlar düzenleniyor. Canlı yakılmalar, tecavüzler, kılıçtan geçirmeler... En az bin kişi hayatını kaybediyor ve on binlerce insan yerinden ediliyor. Modi dahil, güvenlik ve idari görevlilerden kimse müdahale etmiyor.

Din özgürlüğünü ihlalden Amerika’ya giriş yasağı getiren bu katliam lekesi bile büyük şirketlerle yaptığı işbirlikleriyle Gujarat’ı bir ekonomik kalkınma mucizesi olarak satan Modi’nin etkileyici yükselişini durduramıyor. 2014’de Başbakanlığa adaylığını koyuyor ve Gujarat modeli üzerine kurgulanmış güçlü bir Hindistan vaadiyle seçimi kazanıyor.

MODİ’NİN ÜÇ DAYANAĞI

Hintli yazar Pankaj Mishra, Modi’nin “eski, yozlaşmış siyasi düzeni yıkacak” devrimini üç temel üzerine inşa ettiğini yazıyor: Etkin yönetim, ulusal güvenlik ve görkemli bir (Hindu) medeniyet tahayyülü. Bu, Hindistan’ın büyük sermayesinin Modi’ye koşulsuz desteğini getiren etkin bir serbest piyasa ekonomisi, büyüme ve yolsuzlukla mücadele vaatleriyle tamamlanıyor.

Başbakanlığa seçildiğinden beri daha kapsayıcı bir dil kullansa da, Modi dönemi Hindistan’da ciddi ifade özgürlüğü ihlalleri, sansür uygulamaları ve üniversitelere müdahalelere sahne oluyor. Hindutva ideolojisini sorgulayanlar, Müslüman azınlıklara yapılan ihlallere dikkat çekenler, hiyerarşik kast düzeni ve vahşi kapitalizm dışında adil bir ekonomik düzen isteyenler ‘ulusal çıkarlara’ aykırılıkla suçlanıp anti-milli, komünist ya da terörist ilan ediliyor. Kalkınma adına çevre katlini onaylayan projelere karşı çıkan aktivistlerin seyahat ve ifade özgürlükleri kısıtlanıyor.

Geçtiğimiz haftanın seçimleriyle beraber artık Hindistan nüfusunun yarıdan fazlasını yöneten Modi ve BJP’nin üzerindeki beklentiler çok büyük. Gautam Nair’in dikkat çektiği gibi eyalet meclisleri ulusal Meclis’in üst kamarasına milletvekili gönderiyorlar, bu sebeple BJP artık kendi yasal programını uygulamakta çok daha özgür. Sermaye büyüme ve özel sektör yanlısı reform beklerken, Modi’ye umutlarını teslim eden alt sınıflar adaletli gelir dağılımı ve yoksulluğa karşı radikal çözümler bekliyorlar. Birlikte yerine getirilmesi zor bu vaatler yükselecek itirazlara karşı daha fazla otoriter yönetim tehlikesini barındırıyor. Yayılan ırkçılığa, gelir adaletsizliğine ve çevresel katliamlara ses çıkaran azınlıklar, gazeteciler ve akademi, insan hakları ve özgürlüklerine yönelik tehdit altındalar.

Dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi olmanın yanında, en büyük nüfuslu demokrasisi olma iddiasını da sürdüren Hindistan’ın küresel popülizm dalgasının neresinde yer alacağı 2019 seçimlerine kadarki dönemde kendini iyice belli edecek. Ve sonuçları tüm dünya için belirleyici olacak.