Avrupa ülkeleri 2018’den itibaren sıfıra yakın enerji tüketen binalara geçiyor. Önce yeni kamu binalarından başlayarak, sonrada bütün binalara yayılacak şekilde binalar artık dışarıdan pek de bir enerji almayacak. Bu esnada Türkiye ise eski binalarını yıkıp yıkıp enerji müsrifi binalara geçiyor. Enerji müsrifi diyoruz çünkü son 10 yılda yapılan evlerin enerjide müsrif olduğunu ve daha yüksek yakıt, elektrik tüketimine sahip olduğunu biliyoruz. Hatta binalarda enerji verimliliği yönetmeliğinin uygulanmadığını ve hatta ertelendiğini biliyoruz. Peki bu eski evler, binalar yıkılıyor ve yerine beton cumhuriyetleri dikiliyor ama molozları ne oluyor? O molozlardan yeni bir ekonomi kurulmuyor mu? Caddelerde ve sokaklarda gezinen hafriyat kamyonları ne olacak?
Bu hafta yeni bir ekonomik sektör geliştirme programı olan Moloz A.Ş.’yi inceleyelim. O görmediğimiz molozları biraz görmeye çalışalım.
Türkiye’nin resmi politikası depremi bahane edip deprem ile ilişkili olmayan alanları bile yıkmak ve böylece yık-yap ekonomisini sürdürmek üstüne kurulu. Hatta en üst ağızlar 20 milyon bina olduğunu ve bunların altı milyonunun yıkılacağını ve yeniden yapılacağını ifade ediyor. Tabii Türkiye’nin elindeki binaların tam bir listesi veya envanteri yok ama iş buna gelince hemen bina sayısını söyleyebiliyoruz. Altı milyon bina yıkmak demek bu kuşağın moloz içinde yaşaması demek, onu hepimiz görüyoruz. Peki 6 milyon binanın yıkımı ne olacak? Bunlar geri dönüşebilen bir şey mi?
MOLOZ GERİ DÖNÜŞMÜYOR!
Türkiye’de çok az sayıda inşaat atığı geri dönüşüm tesisi var. Bunlardan biri İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin atık şirketi İSTAÇ’a ait. Tesise 2011’de 227 bin ton inşaat atığı gelmiş ama tesis sadece yüzde 51’ini geri dönüştürebilmiş. Fakat biliyoruz ki rakam bunların çok üstünde. 2013 yılında bir haberde 2 milyar ton moloz oluşacağını müteahhitler büyük bir ekonomik gelişme diye duyurmuşlardı. İSTAÇ’ın 227 bin tonu ile toplamdaki rakamın hiçbir alakası yok. İnşaat atıkları geri dönüşmüyor ise ne oluyor?
DOĞAYA DÖKÜM SAHALARI
Türkiye artık her köşe başında bir döküm sahasına sahip. Buralar doluyor taşıyor, işletene para getiriyor. Sadece Ankara’daki döküm sahalarından elde edilecek gelirin 150-200 milyon TL civarında olması 2013’te konuşuluyordu. Sadece Başkent sınırları içinde Pursaklar, Bağlum, Mamak, İncek, Sincan, Polatlı ve Ballıkuyumcu olmak üzere yedi tane hafriyat döküm sahası bulunuyor. İstanbul’da ise 14 saha var ve bunların yedisi dolmak üzere. İzmir de bu konuda pek iyi sayılmaz. İzmir’de yedi hafriyat sahası var. Belediye bunları özelleştirerek, tıpkı Ankara gibi, şirketlere gelir kapısı yapmış durumda. Ne yazık ki ülkede en ucuz yer orman olduğu için ormandan arazi kiralayıp hafriyat ile doldurup sonra üstüne orman kuruyor.
HAFRİYAT HOLDİNG!
Molozun tersine, hafriyat toprağı pek de bu sahalara gelmiyor. Kim her metreküp toprağa 5 TL para vermeyi ister ki? Zaten dolgu yapılması gereken alanlar var, oralara satabilirler. O yüzden bu sahalar daha çok inşaat atıkları ile doluyor. Haftriyat ise başlı başına büyük bir sektör. Onu bir köşe yazısı ile değil ancak bir rapor ile anlatabiliriz.
MOLOZ A.Ş. TOPLU TAŞIMADAN BÜYÜK
Sadece Ankara’da 2 binden fazla hafriyat kamyonu var. Bir haberde 2 bin kamyon var diyor ama bunlar şirketlere ait olanlar. Bir de belediyelerinkini kattığımızda Ankara’daki belediye otobüsünden daha fazla hafriyat kamyonu olduğunu biliyoruz. Bu sayı bile hafriyat kamyonlarının sayısının toplu taşımadan daha büyük olduğunu gösteriyor.
Bir haberde kamyon şoförü “Elime geçen para 250 TL. Benim 3 saatte yaktığım yakıt 220 TL. Bana 30 TL kalıyor. Sefer başı para aldığımız için gün içerisinde ne kadar sefer yaparsak o kadar çok kazanıyoruz” diyerek durumu özetliyor. Evet kamyoncu on sefer yaparsa 300 TL kazanıyor. 10 sefer demek ölüm demek ve o yüzden de insanlar ölüyor. Burada sormak lazım, 30 TL’ye istihdam yaratılıyor mu? Yoksa yaratılan bir sefalet mi?
HAFRİYAT KAMYONLARI YOL KAMYONLARINI GEÇTİ
Türkiye’nin bu mevcut yapıları ve doğayı yık-yap ekonomisi içinde görmesi haliyle off-road sınıfına giren inşaat kamyonu sektörünü etkiledi. 2015 yılında satılan 18 binden fazla kamyonun yarısı hafriyat kamyonu imiş. Yani bu ülkede 70 milyonun yemeğini, içeceğini ve onların üretimlerini dağıtmak için 9 bin tır ve kamyon satılırken, yıkılan binalar ve doğayı yok ederek yapılan hafriyat içinse 9 bin hafriyat kamyonu satılmış. Bir anlamda taşımacılıkta yıkım ekonomisi neredeyse üretim ekonomisini geçmek üzere diyebiliriz.
İZİNİ SÜRÜN
Anılarımız olduğu sokaklar, binalar yıkılıp verimsiz, görgüsüz, hatta standardı olmayan evler yapılacak diye her yıl milyonlarca ton moloz doğaya dökülüyor, çok azı ise geri dönüştürülüyor. Sizden şehir içinde 110 kilometre ile giden kamyona ses çıkarmamanız isteniyor. Hafriyat kamyonlarının denetim yetkisi iki yıl önce Şehircilik Bakanlığı'ndan belediyelere devredildi. Sadece Ankara’da 2016 yılı içinde hafriyat kamyonları 20 bin kez denetlenmiş, 1227 tanesine park cezası verilmiş. Göstermelik bir denetleme olduğu çok belli. Bu denetlemeler konusunda kimsenin hesap sormadığı da çok belli. Yoksa yerleşim alanlarında gezmesine dair çok şey yapılmış olurdu. Sokakta sizi sıkıştırmasına dair ne yapıldığı ortada. Demek ki belediyelerin hafriyat bölümlerine ve zabıta şefliklerine yeterince laf anlatmamışız.
Moloz A.Ş. 2 milyar ton moloz ile çağımızın yeni sektörü. Karşılığında mevcudu yıkıyoruz, yeni çimento, demir ve tuğla üretebiliyoruz. Moloz taşımacılığı ve hafriyat artık kentin toplu taşıma sisteminden de büyük, bir mahalleyi yok edecek kadar da çirkin.
Paranızı ya birileri gibi Moloz A.Ş’ye yatırın ya da doğayla paylaşın. Siz sormadığınız sürece belediyeler ve emniyet bu kamyonları doğru bir şekilde denetlemeyecek. Ya onların bir “sektörü” olacaksınız, ya da kendiniz.