Monşerden değnekçiye: Diplomasimizde 'bekleme yapma' yaklaşımı

Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma mottosu, iç ve dış kamumuzun ve de kamu diplomasimizin en birinci mottosu. Halbuki denklem basit. Kimse bizim cumhurbaşkanımıza hakaret etmesin ama biz de kimsenin devlet başkanlarını filan hırpalayıp durmayalım. Çünkü ikisini birden yapınca, dengesiz görünüyoruz en iyi ihtimalle. Oysa diplomasi en çok mütekabiliyet ve denge arar.

Sevilay Çelenk sevcelenk@yahoo.com

Kartları dışişlerinden açtığıma bakmayın. Oraya gelinceye kadar epeycene bir dolanmamız gerekecek. Zira bu hafta esasen İletişim Başkanlığına takığım ben. Birinin takması lazım. Ben takmasam sen takmazsan biz takmazsak, nasıl olacak bu işler? Olmaz tabii, niye olsun.

İletişim başkanlığı daha evvel de söylediğim gibi, Akapella iktidarının “Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” pervasızlığını arşa vardırmak ve bu çifte standardı kurumsallaştırmak üzere kurulmuş. Kurum kurum kurulmuş hem de... Türkiye’de siyasi, hukuki, diplomatik, akademik aklınıza gelebilecek bütün sahralarda yapılan her şeyden akıl almaz bir cazgırlıkla şikayetlenmek ama şikayet ettiği her şeyin alasını yapmak en önemli iletişim ve kriz yönetimi stratejisi olmuş. Şikayetlenme tarzı da öyle böyle olmayan cazgır bir tarz. Selman Öğüt’te bir modelini görebilirsiniz... Haksızın hukuksuzun nezaketsizin önde gidenlerinden nezaket dersi genellikle böyle bir perdeden başlıyor. Farkındayım, sakin sütün yazarı çızgımı epeyce zorlayan bir girizgah oldu bu ama vallahi içim şişti be ya.

Geçtiğimiz hafta İletişim Başkanlığı bünyesinde stratejik iletişim ve kriz yönetimi daire başkanlığı kurularak kamu diplomasisi (namı diğer propaganda) sularında navtex ilan edildi. Artık Allah ne verdiyse oralar, buralar şuralardan hepsi bizim ihtiyaçlarımız çerçevesinde olmak üzere veri alınacak ve karşı-ses verilecek. İletişim dünyasında yaşıyoruz, Wikipedia’yı kapattık bir vakit diye ümmi mi sandınız bizi? İletişim Başkanlığı teşkilat yapısını da değiştirdi. Bir tek Çağatay’lan olmuyor bu diyerek başkan yardımcılıklarını da teşkilat şemasına yazdırdı ve sayısını artırdı. Özel kalemiylen, döner bıçağıylan (pardon ya döner sermayesi demek istedim) 19 ili ahtapot kollarıylan saracak taşra teşkilatıylan sanki sezdirmeden 17. bakanlık olmaya doğru yelken açtı. Bunu ayrıntılarıyla anlatmıştım. 

Böyle bir propaganda birimine neden ihtiyaç duyulduğunu da en iyi Ersoy Dede özetledi. Karışık kuruşuk ayrıntıları bir tarafa fırlatıp bu yeni daireye niçin şükretmeliyiz kısmını arı ve duru bir dille açıkladı. Sonuçta kimseye de durup dururken TRT Ana Haber teslim edilmiyor değil mi? Grandpa gayet hak ediyor bunu bence. Dede sevincini şöyle paylaşmıştı: “İletişim Başkanlığı bünyesinde Stratejik İletişim ve Kriz Yönetimi Dairesi Başkanlığı kuruldu. Yalan haber, dezenformasyon, manipülasyon, haysiyet cellatlığı, iftira, karalama ve bilumum ahlaksızlıkla büyük mücadele başlıyor... Tebrikler.” Sakın ola ki yanılıp da “İktidar medyası ve iktidar siyasetine savaş mı açtınız, bu saydıklarınızın tamamının kaynağı oralar değil mi” filan demeyin. Onlar yüksek korumalı hayatlar içinde haysiyet cellatlığı yapıyor diye başkaları da yapabilecek mi sandınız, boşuna mı iktidar olundu?

Neyse işte bu mantık AKP’li hayatın hemen her tabakasında ziyadesiyle karşılaştığımız bir mantık. İletişim başkanlığından başladığıma göre oradan devam edeyim. Mesela geçen hafta İletişim Başkanı Fahrettin Altun Yunan mevkidaşı Stelios Petsas’a bir mektup göndererek Yunanistan’da bir gazetede Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret edilmesini en sert biçimde kınamış ve “Bu tür hakaretlerin Yunan Ceza Kanunu’na göre cezaya tabi olduğunu vurgulamak istiyor; Yunan hükümetini bu utanmazca ve acınası hareketin sorumlularından hesap sormaya çağırıyorum” demişti. Altun söz konusu hakaretlerin basın ya da ifade özgürlüğü olarak değerlendirilemeyeceğini de hararetle vurgulamıştı.  Gayet haklı ve yerinde bir tepki. Ne olacak yani Cumhurbaşkanı'na ağır hakaret edilecek ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bunu görmezden mi gelecekti? Fakat işte insan aynı esnada Macron’dan Merkel’e kadar kimler kimler basınımızın hangi güzide hakaretlerine maruz kaldı, onu da düşünmeden edemiyor. Nitekim benim hatırladıklarım arasında Takvim gazetesi var. Merkel’i Hitler kılığına sokmuş ve de ağır hakaretini de manşetten ifade etmişti.

Macron’a zaten Cumhurbaşkanı “Kifayetsiz muhteris” deyince, sosyal medyada elleri serbest kalanlar da demediğini bırakmadı. Bir basın taraması yapsak muhtemel ki oralarda da hiç şık olmayan tonla hakarete rastlarız. Ama işte hocanın dediğini yap, yaptığını yapma mottosu, iç ve dış kamumuzun ve de kamu diplomasimizin en birinci mottosu. Halbuki denklem basit. Kimse bizim cumhurbaşkanımıza hakaret etmesin ama biz de kimsenin devlet başkanlarını filan hırpalayıp durmayalım. Çünkü ikisini birden yapınca, dengesiz görünüyoruz en iyi ihtimalle. Oysa diplomasi en çok mütekabiliyet ve denge arar.

Bu çerçevede buyrun size Payitaht Abdülhamid’ten bir tirad. Vallahi billahi abartı yok, kulaklarımlan dinleyip ellerimlen not almıştım. Dizinin ikinci bölümünde Sultan Abdülhamid, kendisine “İngiliz Düşmanımız mı, dostumuz mu? diye sorulması üzerine, Bülent İnal’ın eko eko ekolayan sesiylen, “İngiliz dün de bugün de dişini etimize geçirmiş bir çakaldır” diyordu! Dikkat edin “Dün de bugün de” diye altını çiziyor. Çakal gelmiş çakal giden, dişini ete geçiren İngiliz! Düşünün ki bir Biritiş dizisinde merhum kraliçelerden biri Türkler için, “Dün olduğu gibi bugün de dişini etimize geçirmiş bir çakaldır” demeye kalksın... Yeminlen futbol topu bıçaklar, hatta futbolu tümüyle bırakır ve İngiliz’e dünyayı dar ederdik. Sonuçta futbolun eşiği de beşiği de oralar değil mi yani...

Neyse işte benim bu garip aklım da üç yaşımdan beri mütekabiliyet aradığından bu işler bana böyle bir saçma geliyor. Gelelim monşer makamına. İtiraf edeyim ki, AKP’nin monşer kültürüne sardırmasından o kadar da şikayet etmemiştik bir kısmımız. Sonuçta neydi öyle monşer monşer... Fakat arkadaş diplomasi dilini monşerden alıp değnekçi jargonuna bükersen o da olmaz. Yeni Şafak yazarını haydi büyükelçi yaptın... Yaptın yani. Ama orada da biraz duracaksın. Oysa sosyokültürel profili ve eğitim arkaplanı monşerden hiç geri kalmayan anlı şanlı büyükelçi Ali Onaner bile orada duramamış. “Okul arkadaşı olduğunu da belirterek menşınladığı Emmanuel Macron’a “Dostça bir tavsiye: İlerle, bekleme yapma, devam et.” diye tivitırdan ünlemiş! 

Ben bir şey demeyeyim çünkü zaten tivitin altında bu ülkeden tümüyle ümit kesilmeyeceğini anlamaya yetecek kadar isabetli yorum ve uyarı var. Fakat gerçekten de bir arkadaşımın söylediği gibi monşerlerden kaçarken “Diplomaside ‘bekleme yapma” yaklaşımı”na yakalanmasaydık iyiydi...

Tüm yazılarını göster