Batı’yla bilfiil alanda
savaşıp, üzerine bir de laik cumhuriyeti ve kalıcı barışı kurmayı
becerebildikleri için özgüven eksikliklerini ve kültürel
köksüzlüklerini çaresizce dışavuran neslin liderleri, gidip 1936’da
marifetmiş gibi Montrö Sözleşmesi’ni imzalamışlardı. Lozan’dan
sonra, tam yaklaştığı hissedilen II. Dünya Savaşı’nın pusu ortalığı
sarmışken Montrö’de genç cumhuriyet hem boğazlarda tam egemenliğini
kazanmış, hem geçecek savaş gemileri üzerinde denetim hakkını elde
etmiş olmuştu. Diye anlatırlar.
Montrö gibi Hatay’ın ilhakı da, bu defa Fransa’yla girişilen
birtakım monşerlikler sonucunda olduydu. Tıpkı II. Dünya Savaşı’nın
dışında kalmak kifayetsizliği gibi. Halbuki punduna getirip
Musul-Kerkük geri alınabilirdi. Oniki Ada’da durulmaz, Kıbrıs’a da
çökülebilirdi. Yapılamadı maalesef hiçbiri. Muhtemelen İslâm’la
araya soğukluk sokma çabası, hilafetin ilgası ve saltanatın son
fertlerinin yurtdışına gönderilmesi gibi nasipsizliklerin kısmeti
kapatması bu acıklı duruma varılmasında etmen oldu. Bunları
tarihsel gerçekler olarak görmeyebilir, kişisel yorum
sayabilirsiniz. Ancak ben yazdıklarımın doğru olduklarına yeterince
iman ediyorsam, öyle olmaları gerekir. Gerçeğin ötesi değil ta
kendi.
Bitmedi. Uğursuz Montrö yüzünden, Süveyş’i millileştiren Mısırlı
kadar olamadık. Boğazların başına geçip, para sayamadık. Nitekim
gemi geçti, Türk baktı. Şimdi Rabbim nihayet yüzümüze güldü, fırsat
ayağımıza geldi. Averof Sendromu’ndan Mavi Vatan ülküsüyle günden
güne gelişen, güçlenen donanmamızla çıktık. Sarıkamış Sendromu’nu
Karabağ harekâtıyla geride bıraktık. Mustafa Kemal’lerin,
Enver’lerin gerilla savaşı verdiği Libya’ya Vatiye Üssü’yle döndük.
İlâhi hakkımız olan Musul-Kerkük hayallerine Kuzey Irak’ta verilen
mücadeleyle adım adım yaklaşıyoruz. Yanlış çizilen Suriye sınırını
da, dilim varmıyor ama belirtmeden geçemeyeceğim, maalesef o
cephede de Mustafa Kemal ta Filistin’den mevcut hatta kadar
çekilmişti, düzelttik, daha da düzeltiyoruz inşallah.
İstanbul Boğazı’na paralel uzanan bir kanal kazacağız. Hiç
olmadı, deveran olacak, hafriyat kamyonları, beton mikserleri,
makine parkları boş durmayacak. Çevresi adeta o medeniyet beşiği
Abu Dabi ve Dubai’deki full+full yapılar gibi kanala nazır
konutlarla, AVM’lerle donanacak. Üzerine yapılacak köprüler cabası.
Ama yetmez, zira Montrö garabeti Çanakkale Boğazı’nı da kapsıyor.
Gelibolu Yarımadası’nın Trakya’ya bağlandığı noktadan bir ikinci
kanal açmak noktasında süratle adım atacağız. Çanakkale Boğazı
üzerine köprü zaten inşa ediliyor. Tamamlandığında Marmara Denizi
bir çevreyoluyla gerdanlık gibi bezenmiş olacak. Demek ki yeni
açılacak kanalın da üzerine aldığı kadar köprü inşa etmek
boynumuzun borcu, milletimiz müsterih olsun.
Sonuçta Montrö beş senede bir tadil edilebildiğine* göre, bu yıl
fırsat ayağımıza geliyor. 1936’daki “vur ensesine, al ağzından
lokmayı”, affedersiniz burnu sümüklü yetim kılıklı, o eski Türkiye
yok artık. O zaman el pençe divan durup, boyun eğdiğimiz gibi,
şimdi diklenmeden dik durmayı da evelallah becerecek güçteyiz. Ha
Yunanistan balıklama atlarmış, Rusya’nın kaşları kalkarmış, ABD
sevinirmiş filan bunlar vız gelir, tırıs gider, biz işimize
bakacağız, Hans’ın Coni’nin ne dediğine değil. Bakınız yeni
havalimanı, “yapamaz” dediler yaptık mı? Yanında bunun limanıydı,
lojistik üssüydü... Ama ne diyoruz? Yetmez. Trakya’nın da AB’nin
yanı başında bir irice Singapur olması, işte sizin hayallerinizin
bittiği yerde başlayan gerçekler; proje, proje, proje...
Elinden iş gelmeyen, versen iki davarı gütmeyi beceremeyip,
tekini mezrada kaybedip köye kös kös dönecek tıynette adamlar
konuşuyor. Neymiş? Parası nereden bulunacakmış? Bakınız Çin’in
ICBC’sinin kanalı finanse edeceği rivayeti bile, BİST’te
hisselerini uçurdu. Bunlar hep ekonomi değil mi? İktisatla maliye
hiç bir olur mu? Karabağ üzerinden Çin’in ipekyoluna bağlanıyor,
limanları, havalimanları, kanallarıyla kürre-i arzın yeni yükselen
yıldızıyla kucaklaşıyoruz. Dün sorsalar kim derdi ki Kırım’ı Rusya
ilhak edecek? Kim derdi ki, 2047’yi filan beklemeden, Çin Hong
Kong’u yutacak, Şanghay eski ihtişamına geri yürüyecek? Kırım öyle,
Hong Kong böyle, efendim Kıbrıs’ta federal çözüm: O defter de artık
kapandı, kapanıyor. Cenevre’ye gider, gelir, durum
değerlendirmemizi yapar, iki devletli çözüm üzerinden vilayet
istikametinde yürüyüşümüze devam ederiz.
Yeri geldi, durum değerlendirmesi dedik, ona da girelim;
Montrö’ydü, Lozan’dı, bunlar zaten demode işler. Gelinen noktada,
hele Sayın Biden’in cülus merasiminin ardından, üç küresel sınama
billurlaşıyor. Ki, sözkonusu üç fay hattının kesişme noktasında kim
oturuyor? Evet, Türkiye. Bunlardan ilki Sayın Putin’in Rusya’sının,
affedersiniz nepotizm ve kleptokrasi ihracatı suretiyle çevre
ülkelerini yozlaştırdığı iddiaları. Ayni hamuleden olmak kaydiyle,
Sayın Putin’in de hattızatında eski bir KGB subayı olması
hasebinde, Batı’da yerlici, millici, popülist hareketleri
desteklediği, hatta doğrudan siber saldırılar ve benzeri
yöntemlerle serbest ve adil seçim süreçlerini sakatlamaya
yeltendiği, suikastler filan neyse, bu iddialar dillendiriliyor.
Fakat biz S-400’ü aldık, iş bitti. Kuduruyorlar.
Çin’e bakınca, donanmasının büyüklüğü, sonradan çıkan boynuz
misali, ABD’yi geçti. Ben demiyorum Pentagon öyle diyor.
Afrika’sıydı, Güney Amerika’sıydı, nerede yeraltı zenginliği var,
Çin orada. Uzun vadeli kolay krediler, burnumuzun dibinde Pire,
Köstence, Anaklia limanları hep Çin’de. Yolumla, kuşağım.
Bakü-Tiflis-Kars demiryoluydu, demin dedim Karabağ üzerinden
bağlantısıydı, bunlar hep hazır. Ha, Çin parti-devlet, Komünist
Parti’ye hâkim bir zümre idaresi, Sincan, yüz tanıma teknikleri, 5G
vs. derken yeni bir soğuk savaş hasmına dönüşmüşmüş. E AB bile
Sayın Biden koltuğuna oturamadan koşa koşa gidip bunlarla
karşılıklı yatırım anlaşması imzalamadı mı? 5G’ye balıklama
atlamadı mı? Ama Ziraat 400 milyon dolar mertebesinde finansman
bulunca herkes zıplıyor.
Rusya dedik, Çin dedik, geldik üçüncü mevzuya. Nedir o? İslâm.
Şimdi yeniden canını sıkmak, hırpalamak istemem ama Sayın Macron
biliyorsunuz siyasetin acemisi. 2022’de seçime girecek, baktı
Marine Le Pen kamuoyu yoklamalarında önde, tutuştu bu. Tutturdu
İslâmcı solculuk, evrensel değerler, eşitlik, reform, aydınlanma
yok bilmemne. Efendim neymiş, sağını kollamak durumundaymış. E sen
sağını, solunu öğrenemediysen daha ben mi öğreteyim? Sağın
sarımsak, solun soğan! (Gülüşmeler) “Anmemtan” diyor, doğru mu
Selim Bey? (Başını sallıyor) Yani aynı zamanda, “anmemtan”
Fransızcası. İşte İslâmcılık otoriteryanizmin bir varyantı, İslâm
laiklikle uyuşur mu, hem Müslüman hem demokrat olur mu, vesaire.
Ama yasadışı göç? E onu sen durdur. Ama IŞİD? Siz yaratmadınız mı?
Fransa kendi derdine yansın, biz İsviçre’den ithal, fıtrata ters
Medeni Kanunu da yeri gelir, der top eder, tarihin çöp sepetine üç
metre çizgisinin oldukça gerisinden gönderir, yolumuza gideriz.
Şimdi anlaşıldı mı, Montrö neden sadece Montrö değil? İleri
demokrasi vecdiyle kendimizden geçiyoruz. Terörün tanımıydı, özgür
medyaydı, bağımsız yargıydı, ne diyorlar denge-denetimdi, yerinden
yönetimdi, pandemiyle mücadeleydi, kalkınmaydı, gelir dağılımıydı,
sosyal destekti, çevreyi korumaktı, meclisin işlevselliğiydi,
bunların hepsi bizde on üzerinden on numara fevkaladenin fevkinde
değil mi? Ama bir muhalefet var, evlere şenlik. Adını sor,
“demokratik muhalefet” der. (Kahkahalar) “Ne istiyorsun” de, el
cevap hazır: Güçlendirilmiş parlamenter sistem. Sanki başkanlık
seçimine “güçlendirilmiş parlamenter sistem” aday olup, girecek. Ne
yapacaksın o sistemde? Çin, Rusya, İslâmcılık, ABD, AB, o eski
ihtişama geri yürüme: Var mı senin burada anlattığın farklı bir
hikâye? Dış güçler, emperyalizm, Londra’daki tefeciler, Siyonist
oyunlar, beşli çete. Yaw, bir kere senin saatin bozuk, durmuş,
haberin yok.
Ha şimdi uğraş dur Montrö: Bunlar “Ayasofya’yı, Kariye’yi cami
yapabiliyorsan, haydi yapsana” dedilerdi. Yaptık mı? Yaptık. Namaz
kılmaya gelmediler mi? Geldiler. İstanbul Sözleşmesi, Taksim’e
cami, AKM… Gezi Parkı, Galata Kulesi, Vefa Lisesi vs. vakfa
devredildi mi? Devredildi. AYM’nin kapatılması gündeme geldi mi? O
da geldi. Demirtaş, Kavala, Altan, Gergerlioğlu, bilmemkimlerin
hepsi içeri tıkıldı mı? Tıkıldı. Şimdi HDP’yi kapatmak olmadı,
olmazsa siyaset yasakları konacak mı? Konacak. Başkanlıkta tek
turlu, milletvekilliğinde dar bölgeli sisteme geçebilir miyiz?
Bakacağız. Ama yeriniyormuş, üzülüyormuş, randevu isteyecekmiş,
hukuk yoluna başvuracakmış. Mahkemeler orada. Bakın Montrö’den bir
daldık, nerelerden çıktık. Ne demiş şair: Dere benu boğamaz, denuze
mı dalayim? (Kuvvetli ve sürekli alkışlar)
*Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Madde 29.