Moskova Yazıları | Bir hayalle patlatılan katedral nasıl halk havuzu oldu?
Katedralin temelinde yaşanan yolculuğun aynı zamanda Rusya’nın ve Sovyetler Birliği’nin dönüşümüne ayak uydurduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Asıl ilginç kısmı ise aynı temeli biraz daha kazınca buluyoruz. O da tarihin her zaman doğru bir çizgide ilerlemediği. Dün yapılanın bugün yıkılabildiği, bugün yapılanınsa yarın külünden yeniden yapılabildiği.
Moskova Nehri’nin kıyısındaki en dikkat çekici yapılardan bir
tanesi, Kurtarıcı İsa Katedrali'dir. Mimarisiyle ilk bakışta eski
bir yapı gibi görünse de aslında bu Katedral, geçtiğimiz yüzyılın
ilk yarısında yıkılan bir katedralin 1990’larda yapılan
replikasıdır. Napolyon Savaşlarından sonra inşa edilen kilisenin
evrimi hayli çarpıcı: Stalin döneminde ‘Sovyetler Sarayı’ inşası
için çeşitli patlayıcılarla yerle bir edilir, ardından dev Sovyet
Sarayı projesi yarıda kalır. Böylece sarayın temeli Kruşçev
döneminde elden geçirilerek ‘dünyanın en büyük açık halk havuzuna’
dönüştürülür. Sovyetler Birliği yıkılmadan hemen önceyse Kilise,
katedrali yeniden inşa etmek üzere Sovyet yönetiminden izin
alabilir.
Gördüğünüz üzere Rusya ve Sovyetler’in tarihi bu binanın
yıkılan, düşlenen, ardından tekrar yapılan temelinde bariz izler
taşıyor. Dolayısıyla katedralin dönüşüm hikayesi de incelenmeyi hak
ediyor.
YOKSULUN CEBİYLE İNŞA EDİLEN ŞAN
Napolyon’nun 1812’deki meşhur Rusya seferi, ordusunun
dağılmasıyla sonuçlanır. Çar I. Aleksandr da bu zaferi taçlandırmak
üzere dünyanın en büyük Ortodoks kilisesi olacak Kurtarıcı İsa
Katedrali’nin inşa emrini verir.
Tabii burada ‘emrini verir’ kısmının altını çizmek lazım.
Tarihin ‘mega’ projeleri her zaman o yapının inşa ‘emrini’
verenlerle anılır. Ansiklopediler ‘Kral, cumhurbaşkanı, emir, ağa,
bey’ ya da ‘paşaların’ inşa kararı verdiği görkemli yapılarla
doludur. Hatta kimileri biraz daha ileri gider ve fazla düşünmeden
kral bilmem kimin bilmem kaçıncı yüzyılda dev bir binayı ‘inşa
ettiğini’ dile getirir. Elbette o kralın eline kazma kürek alarak
inşa etmediği herkesin malumu. O nedenle bu ifade masum
görülebilir. Fakat yapıların mali kaynakları da kralların
ceplerinden çıkmaz. Buna rağmen dev projeler tek bir kişinin eseri
gibi görülür. Ne de olsa adına ‘devlet kasası’ dendiğinde,
yüzbinlerce insanın emek sömürüsünün üzerine perde iner.
Kurtarıcı İsa Katedrali yıkıntıları
Kurtarıcı İsa Katedrali’nin inşası için toplanan kaynak ise,
halkın ödediği zorunlu bedeli doğrudan gözler önüne serer. Napolyon
güçlerinin geçilmesiyle birlikte tüm Rusya’da kutular gezdirilir ve
herkesten katedral inşaatı için para toplanır. Aleksandr ‘zaferinin
şanına layık büyüklükte ve gösterişte bir katedral tasarlama’
görevini önce Aleksandr Vitberg’e verir ve inşaat 1826 yılında
başlar. Bu sırada koltuğa oturan yeni Çar I. Nikolay, Vitberg’in
tasarımından memnun kalmaz ve Aya Sofya’nın model alındığı, Bizans
mimarisinde yeni bir plan yapılmasını kararlaştırır. Viteberg ise
‘rüşvet’ suçlamasıyla Sibirya’ya gönderilir. Görevi devralan mimar
Konstantin Ton, geleneksel Rus mimarisine uygun bir tasarım ile
inşaatı sürdürür. Nihayet katedralin inşası 40 yıldan uzun bir
sürenin ardından tamamlandığında Çaykovski, ünlü 1812 Uvertürünü yazar.
Vitberg'in tasarımı
SOVYETLER SARAYI İÇİN YIKILIŞ
Ekim Devrimi ile birlikte yeniden başkent ilan edilen Moskova’da
büyük değişimler yaşanır. İlk yazımızda Moskova’nın güney
mahallelerinden söz ederek bu şehrin nasıl yeni bir dünya düzeninin
başkenti olarak şekillendiğinden bahsetmiştik. Ekim Devrimi’nin
getirdiği yenilikçi ruh, bir süre sonra avangarttan gerçekçi bir
‘inşa’ karakterine bürünür. Sovyet modernizmi, neoklasik mimariden
esinle kendini gösterirken başkentte gösterişli yapılar yükselmeye
başlar. Moskova’da Dışişleri Bakanlığı binası ya da Moskova Devlet
Üniversitesi -ki 1990’a kadar Avrupa’nın en yüksek yapısı olmuştur-
Stalin döneminde vücut bulan mimariye örnek olarak
gösterilebilir.
Sovyet Dışişleri Bakanlığı ve Moskova Devlet
Üniversitesi
Sosyalist bir ülkenin inşası 1930’larda türlü fedakarlıklarla
sürerken, toplumsal dönüşüm iddiası Sovyet modernizminin
çekirdeğini oluşturur. Sovyet yönetimi, Moskova’nın merkezine
Sovyetler Sarayı binası inşa etme kararı aldığı yıllarda esen
rüzgar böyle olunca tasarımlarda da çağın ötesinde dokunuşlar göze
çarpar. Devrimci bir toplum inşasına paralel bir şekilde 1931
yılında inşaatın Kurtarıcı İsa Katedrali’nin olduğu yerde yapılması
uygun bulunur. Yeniden tasarlanan kentin en stratejik noktalarından
biri, katedralin bulunduğu yerdir ancak hiç şüphe yok ki yıkım
kararı sadece şehir plancılığı ilkelerinden hareketle alınmamıştır.
Bolşeviklerin nazarında katedral çarlık düzeninin zorbalığını
temsil etmektedir. Dolayısıyla Stalin yönetiminin Katedrali havaya
uçurma planı aynı zamanda karanlık geçmişle bir hesaplaşma
demektir. Böylece 1931 yazında Kurtarıcı İsa Katedrali, onu yapan
ellerce havaya uçurulur.
Sovyetler Sarayı tasarımı için yapılan yarışmaya dünya çapında
pek çok ünlü mimar katılır, ancak sonuç olarak galip gelen proje
Ukraynalı Boris Iofan’ınkidir. Genç mimar, katedralin
dinamitlenmesini şu sözlerle açıklayacaktır: “Devasa ve hantaldı.
Eski Moskova lordlarının gücünü ve zevkini sembolize eden bir keki
ya da bir çay semaverini andırıyordu.”
İşçi ve Çiftçi Kadın Heykeli’nde (1937) de imzası bulunan
Iofan’ın projesi dev bir kubbe üzerinde yükselen toplam 147 katlı,
silindirik bir kuleyi merkeze alır. Kulenin en tepesinde ise eşi
benzeri olmayan büyüklükte bir Lenin heykeli planlanır. Bugün
bakıldığında geçmişten çok geleceğe aitmiş hissi veren yapının
temeli 1937 yılında inşa edilmeye başlanır.
Sovyetler Sarayı
Nehir kenarında olunması dolayısıyla temel inşaatı türlü
zorluklarla devam eder. Her şeye rağmen 1939 yılında temel
tamamlanır. Fakat Sovyetler Sarayı’nın sonu Nazilerin elinden olur.
Nazi Almanyası’nın 1941 yılında Barbarossa Harekatı ile Sovyetler
Birliği’ne saldırmasıyla birlikte inşaat sadece durdurulmaz, aynı
zamanda yapının iskeletinde kullanılan demirler tren yollarına ya
da tank fabrikalarına gönderilir.
Sovyetler Sarayı temelleri
Moskova savaştan muzaffer ayrılsa da proje ‘dondurulur’. Stalin
yönetimi savaş sonrasında yazının başında bahsettiğimiz Devlet
Üniversitesi ya da Dışişleri Bakanlığı gibi binaların yapımına
ağırlık verirken Iofan’ın getirdiği ‘alternatif tasarımları’ da
geri çevirir.
HAVUZ VE YENİDEN İNŞA
Stalin’in ölümünden sonra proje yarım kalmış haliyle Moskova’nın
merkezinde sırıtmaya devam eder. Yerine gelen Nikita Kruşçev
yönetimi, Sovyetler Sarayı projesini tamamıyla rafa kaldırarak
ilginç bir uygulamaya imza atar: Kent merkezindeki bu çukur 1958
yılında açık bir havuza çevrilir. Moskova Havuzu olarak bilinen bu
havuz, 13 bin metrekareye yayılarak dünyadaki en büyük açık havuz
olarak tarihe geçer. Halkın kullanımı için açılan havuz kış
aylarında donmasın diye ısıtma sistemi kullanılır.
Moskova Havuzu
Böylece Moskovalılar yaz aylarında serinlemek ya da çeşitli su
sporlarıyla uğraşmak üzere yıkılan katedralin ‘kullanışlı’ hale
getirilmiş temeli içerisinde yüzer. Her gün ortalama 20 bin kişinin
kullandığı bu dev havuz, ilk on yıl boyunca 24 milyon kişi
tarafından ziyaret edilir. Halkın yoğun ilgisine karşın 1980’lerin
sonlarına doğru kimi kesimlerce dillendirilen ‘havuzun kapatılması
ve eski katedralin yeniden yapılması için izin’ talebi Sovyet
yönetimince karşılık bulur. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının
ardından bir süre havuz kullanıma kapandıysa da 1993 yazında geçici
olarak açılır ancak 1995’te kilisenin inşası için temel atılır ve
Moskova Havuzu tarihe karışır. Replika olarak inşa edilen katedral,
bugün Rusya’nın en büyük kilisesidir. Ancak daha da önemlisi Ekim
Devrimi öncesi mirasın yeniden keşfini harika bir şekilde
yansıtır.
Kurtarıcı İsa Katedrali'nin son hali
*
Daha bütünlüklü düşünecek olursak Katedralin temelinde yaşanan
yolculuğun aynı zamanda Rusya’nın ve Sovyetler Birliği’nin
dönüşümüne ayak uydurduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Asıl ilginç
kısmı ise aynı temeli biraz daha kazınca buluyoruz. O da tarihin
her zaman doğru bir çizgide ilerlemediği. Dün yapılanın bugün
yıkılabildiği, bugün yapılanınsa yarın külünden yeniden
yapılabildiği.
Moskova Havuzu
Kurtarıcı İsa Katedrali özelinde bir de işin tartışma boyutu var
tabii. Kimileri yıkımı ve ardından yapılanları ‘kutsala hakaret’
olarak değerlendirebilir. Bu görüşün kendi açısından tutarlı
tarafları olabilir. Fakat devrimci bir ruh ile, garibanın cebinden
çıkartılarak yapılan bir binanın patlatılmasının da dayandığı bir
toplumsal hissiyat vardır. Hele ki o ‘geçmişin’ üzerine dikilecek
bir abide, pek çokları için bambaşka anlamlar ifade eder. Ha
diyebilirsiniz ki “O zaman havuz ne alaka?” Sahiden havuz, bu
tartışmada en ‘anlamsız’ hatta ‘absürt’ yerde duruyor gibi. Ama
tartışmada alacağımız konumu belirlemeden önce bir kez daha
düşünelim ve hatta farklı bir gruba, Moskovalı çocuklara danışalım:
Şüphesiz Moskovalı bir çocuğa sorsanız tercihi ne dev bir Sovyetler
Sarayı ne de bir katedral olacaktır. Yaz tatilinde elleri buruşana
kadar havuzda kalacak, defalarca suya atlayacak bir çocuk için bir
kilise ayini ya da idari bir binadan daha sıkıcısı var mıdır? İşte
bu yüzden kim bilir, belki de en mantıklı tasarım zıpır bir çocuğun
aklından geçen ‘büyük hem de çok büyük bir havuz’ fikridir. İşler
sarpa sardığında, hele ki işin içinde eğlence varsa bacak kadar
çocuğun fikrini almak en sağlıklısı olabilir.