Muazzez Uslu Avcı: Toplumsal gerçekçi yazarların alanları daraltıldı

Muazzez Uslu Avcı ile “Yaşamın Amacını Arayan Çocuk” ve “Aslan Kral” hikâye kitaplarında çocukların hayal dünyasına yolculuk yapan, gerçek dünyanın sorunlarını irdelenmesinin zorluğu ve güzelliği arasında ki ilişkinin üretkenliği üzerine söyleştik. Avcı,

Abone ol

Seher Yeğin

DUVAR - Muazzez Uslu Avcı, ''Yaşamın Amacını Arayan Çocuk'' ve “Aslan Kral'ın Sonu” isimli iki yeni kitabını hem çocuklar ve hem de ebeveynleriyle buluşturuyor. Şair Avcı, yaşamına birçok şiir kitabı sığdırdı. Kendi deyimiyle bundan sonraki zaman ve enerjisini çocuk hikâyelerine ayıracak ve toplumsal gerçekçilik ışığında bu hikâyeleri çocuklarla buluşturacak.

Çocuğun dünyası, hayal, oyun ve gerçeklerin toplamıdır. Her çocuk her birinden birazcık alır, onları bilgi dağarcığından geçirir, süzer ve sonra ne mi olur? Çocuk, kendi dünyasını kurar. Kapitalist sistemin yarattığı çocuk hikâyeleri, romanları ve çocuk filmleri çocukları Post-modern “halüsinasyonlar” dünyasına hapsediyor. Çocuklar şiddet ve gerçekçi olmayan bir dünyanın adeta birer esiri haline getiriliyor. Muazzez Uslu Avcı, hikâyelerinde toplumsal gerçekçi sorgulamayla yetinmeyip, aynı zamanda alternatif düşünce ve yaşamla çocukların gerçek ve gelecekteki yaşamlarına hazırlıklı olabileceklerini anlatıyor.

Her çocuk ilk konuşmaya başladığından itibaren birer filozoftur. Felsefenin sorularını kullanır. Yaşamda algılayabildiği ve gözlemlediği her şeyi merak eder, ne, nedir ve nasıl olmalı sorularını sorar. Bilinçli aileler çocuğun sorularını yanıtlamaya çalışır, bilinçsiz aileler ise çocukları başından savar. “Yaşamın Amacını Arayan Çocuk” hikâye kitabı da, bir filozof çocuğun yaşama ve doğaya dair her şeyi merak etme ve öğrenme serüvenini irdeliyor.

Filozof çocuk, yaşamın amacını öğrenme yolculuğunda, insanın doğayı yalnızca kendi amacının aracı haline getirmesinin sonuçlarını öğrenirken, öte yandan da doğanın insanın emrinde olan bir nesnel gerçeklik olmadığını, insanın doğayla barışık olduğu ve doğayla ilişkiyi doğru dengeler üzerine kurduğu ölçüde yaşanabilir bir dünya kazanılabileceğini sorgulayarak öğreniyor. Kazanılabilecek dünya diyoruz, çünkü kapitalizm o kadar hoyratça, para merkezli doğaya ve dolayısıyla, insana saldırıyor ki, dokunduğu her şeyi adeta yok ediyor. Doğanın, insan zihninin ve ilişkilerinin bu denli hasar gördüğü bu dünyanın yeniden kazanılması gerekmez mi?

Yazar, hikâyelerinde soyut bir fantezi dünyası karmaşası örmüyor. Ağaçlar kesildi mi yağmur, oksijen ve diğer canlıların yaşam döngüsünün tastamam ters yüz olacağını, insanın yol açtığı kirliliğin bir felakete yol açacağı bilincini geliştiriyor. İnsandan hariç hiçbir canlı doğayı kirletmiyor, geri dönüşü mümkün olmayan hasarlar bırakmıyor ve diğer canlıların yaşam alanlarını ve yaşamlarını toplu halde tehdit etmiyor.

İnsan sevgisi doğa sevgisiyle eş güdümlü olduğu ölçüde anlamlıdır. İnsanı doğadan üstün tuttuğunuz andan itibaren hem insanın geleceğinin ve hem de doğanın yenilgisinin sonuçlarının getireceği felaketlerde kaçınılmazdır. Çocuk paylaşmayı, ortaklaşıp, sevgiyi çoğaltıp büyütmeyi başta en yakınında olan ailesinden, sonra arkadaşları ve okuluyla, hayvanlarla, çiçekler ve ağaçlarla girmiş olduğu doğru etkileşim ve ilişki sayesinde öğrenir.

“Aslan Kral” ormanda yaşayan hayvan halkı metaforuyla toplumlardaki korku, bencil ve otokrat yaşamı sorguluyor. Otokrat rejim kimi zaman bir aile içinde erkek zihniyetinde kimi zaman ise bir devletin yönetim şeklinde vücut buluyor. Toplumda her bir bireyin yeteneği vardır. Fakat üretim ve paylaşım modelleri bireylerin yeteneklerini köreltiyor, tek düzeye indirgiyor. “Aslan Kral” ile ormanda yaşayan diğer canlılar arasında ki ilişkilerde hor görülüp ezilen orman halkının kendi gücünü fark etmesini öğreniyoruz. Tek bir güç, sonra toplumsal bir güce dönüşüyor ve orman halkının yeni dünyasını kuruyor.

Muazzez Uslu Avcı ile “Yaşamın Amacını Arayan Çocuk” ve “Aslan Kral” hikâye kitaplarında çocukların hayal dünyasına yolculuk yapan, gerçek dünyanın sorunlarını irdelenmesinin zorluğu ve güzelliği arasında ki ilişkinin üretkenliği üzerine söyleştik.

.

Sizi öncelikle şiirlerinizden ve gazetelerdeki yazılarınızdan tanıyoruz. Türkiye'nin sosyo-politik durumunu iyi takip eden ve üzerinde kafa yoran yazılar yazdınız, kadın meselesini irdelediniz. Şimdi çocuk edebiyatına adım attınız. Sosyal medya hesabınızda hikâye kitaplarının çıkışını ilan ederken ''artık şiire bir nokta koyarak, çocuk edebiyatına enerjimi kanalize edeceğim'' diyorsunuz. Şiir yazmaya veda mı ediyorsunuz, yoksa geçici bir nokta mı?

Şiir, başımızda dolanan bir perinin dürtmesiyle kafamızdan saçılan inciler değil elbette. Tıpkı yazının diğer türleri gibi, emek verilecek, üstünde çalışılacak, Mayakovski'nin deyimiyle şiir ''yapılan, inşa edilen'', bir şey. Halı dokumaktan, dantel örmekten anlayan biri olarak ben de şiiri örülecek dokunacak bir şey gibi görüyorum. Tüm bunlar zaman ve emek istiyor, işte o zamanı ve emeği bundan sonra çocuk edebiyatına akıtmak istiyorum.

Çocuk hikâyelerinin eksikliği hep yazıldı çizildi ama özellikle toplumcu gerçekçi çocuk hikâyelerinin eksiği hayli fazla. Çocuklara daha çok hayal ürünleri, hala eski masal, mit imgeleriyle bir şeyler yazılıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Geçtiğimiz yıllarda TÜYAP Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı'nı dolaşırken, arkadaşımın 7 yaşındaki kızına hikâye kitabı almak istedim. Çocuk hikâyelerinin olduğu stantları dolaşıp, kabaca hikâye kitaplarını inceledim. Yeni nesil yazarlardan bir çocuğa hediye edebileceğim nitelikte kitapların ne kadar da az olduğunu gözlemledim. Çoğu hikâye kitaplarının konusu, genelde çocukların dünyasından çok büyüklerin onlar adına kurguladığı statükocu bir anlayışla yazılmaya çalışılmış. Mesela, anne kuş yemek bulmaya giderken 5 kuş kardeşten dişi olanı abla tayin etmiş. Anne kuş yuvadan uçarken diyor ki, ''Sen ablasın, kardeşlerine göz kulak ol." Yavru kuşlardan en hayta olan biri, yuvadan uçup macera yaşamak istemiş. İyi de etmiş. Bizim hayta kuş yuvadan uçmuş, dağ tepe dolaşmış, başına olumsuz şeyler de gelmiş, olumlu şeyler de. Sonra bu hayta yuvasına dönmek istemiş ama yuvasını bulmakta zorlanmış. Neyse zor bela bulmuş yuvasını. Yuvaya gelince annesinden ve arkadaşlarından yaptığı haytalık için özür dileyip, bir daha böyle bir şey yapmayacağı üzerine söz vermiş. Neyse, kitap güzel kâğıda basılmış, güzel resimlenmiş, görseli harika! Ama efendim bu hikâyeyi okuyacak çocuğun hikâyeden çıkaracağı kıssa nedir?

Kendimi 7 yaşıma götürüp yaşadım. Bir, ben kızım sorumluluklarım var, yuvayı bekleyen, yuvaya çekidüzen veren, kardeşlerinden sorumlu olan ben olmalıyım. Yoksa aynı gün yumurtadan çıktığımız erkek kuşların işi değil bunlar. İki, meraklı hayta kuş ne güzel bir macera yaşamış, hayatı öğrenmiş. Niye pişman, niye bir daha böyle bir şey yapmayacağı için ebeveynlerinden özür dilesin? Tabi bu ve benzeri hikâyeler den çoğaltmak mümkün, aklıma ilk geleni söyledim size.

İlkokullarda müfredata dair eleştiriler var. Politik olarak, güvensizlik, korku, mistizm gibi duygular çocukların bilinçaltlarına kazınıyor. Kız çocuklarına, toplumdaki yerleri öğretiliyor. 15 yaşına gelince evlenmenin normalliği, kızların kocalarına karşı sorumlulukları gibi birçok anlayış empoze edilmeye çalışılıyor. Bununla ilgili sizin düşünceleriniz nedir?

Korkunç... Geçenlerde haberlerde en çok konuşulan ilkokullarda ''Keloğlan Masalları'' okutulacağıydı. Kitaptaki bir hikâyeden örnek de verilmiş. Hikâyenin özü şuydu ''Pornografik bir dille, kızların saf ve aptal duygularının sakallı Hızır bile olsa nasıl sömürüleceğini ve 'hayatta babana bile güvenmeyeceksin' gibi bir mesajla minik beyinlerin içine korkunç şeyler sokuşturarak, onları, güvensiz, sevgisiz bırakmak ve çağdışılığa özendirmekti. Bunlar çok derin ve kangren olmuş meseleler, buralara sığmaz. Keşke çocuklarımızın adına daha çok konuşup, daha çok yazabilseydik.

Ezber bozmak için de çocuk edebiyatına el attığınızı söyleyebilir miyiz? Mesela, ''Aslan Kralın Sonu'' da biraz ezber bozumu değil mi?

Ezberi benden önce Samet Behrengi gibi üstatlar bozdu. Mesela Küçük Kara Balık hikâyesini okuyan bir çocuk, özgürlüğün önemini tattı. Elbette Behrengi gibi, toplumsal gerçeklik üzerinden yazan yazarların alanları hep daraltıldı. Bilirsiniz ki Behrengi'nin 25 yaşında nehirde yüzerken boğuldu süsüyle Şah tarafından boğdurulduğu söylenir. Çünkü Şah, Behrengi'nin yazdığı her kitapta kendi kötülüğünü görmekteymiş. Bugüne kadar, çizgi filmlerden çocuk oyunlarına kadar hep Aslan Kral'ın kutsallığı işlenmiş. Bazen Aslan Kral'ın erdemini anlatan hikâyeler de yazılmıyor değil. Ama gene iki aslan arasında geçiyor olay. Kalleş bir aslanın onurlu kral aslanın tahtına göz dikmesi gibi...

Hepimizin Ülkesi adlı hikâyenizde ırkçılığı, ayrımcılığı ''mavi gözlü büyük burunlular ''ötekiler'' kara gözlü küçük burunlular ''bizden'' ayrımı yapan bir diktatör üzerine yazmışsınız.

.

Bu hikâye mevcut ırkçı, cinsiyetçi, türcü hikâyelere yönelik bir mesaj mıydı? Bu mesajı sadece çocuklara mı vermeye çalıştınız, yoksa büyüklerinde okuyacağını düşündünüz mü?

Benim yazdığım hikâyeleri çoğunlukla, anti-ırkçı, anti-cinsiyetçi, anti-türcü insanların çocukları okuyacağı için kitabın diğer kitlelere de ulaşması temennimdir tabii. Elbette, büyüklerin okumasını da isterim. Çünkü büyüklere de mesajım var...

'AYDIN SORUMLULUĞUMU DÜŞÜNEREK BİR YERLERDEN BAŞLAMAK İSTEDİM'

Çocuklara hikâye yazma itkisini biraz açar mısınız?

Bu kirli sistemin ilk kirinden nasibini alan çarpık eğitimin kurbanı çocuklarımıza karşı aydın sorumluluğumun olduğunu düşünerek bir yerlerden başlamak istedim. Resmi ideolojinin dili dışında farklı bir dil ile yaklaşmaya çalıştım. Çocuklarımıza yazdığım hikâyelerde diyalektik bir örgü içinde, doğayı, yaşamı, mücadeleyi, eşitliği, özgürlüğü çocuk diliyle anlatmaya çalıştım. Asırlarca masal tahtından indirilemeyen Aslan kralın monarşisinin nasıl yıkılacağını yazdım. Ayrımcılığın ırkçılığın cinsiyetçiliğin, kirinden çocuklarımızı arındırabilmek için ince ince çocuk filozofisini örmeye çalıştım.

''Yaşamın Amacını Arayan Çocuk'' kitabınızda hikâye kahramanı Bilge, bir ödevden yola çıkarak, yaşamın amacının sadece insanların derdi, arayışı değil de tüm canlıların böyle bir derdi ve arayışı olduğunu anlatmaya çalışmış. Elbette bu kurgu size ait olduğuna göre yaşamın amacını sorgulayan sizsiniz. Kitaptan yola çıkarak hayatın anlamı nedir sizce?

Filozofların aşağı yukarı hepsinin kafa yorduğu bir mevzu bu. Benim için hayatın anlamı sonsuz karanlıktan gelen zamanın sonsuz karanlığa giderken ölçüsü bile verilemeyecek kadar küçük bir anın bana düşen o küçük diliminden aldığım tat ve acıların toplamı içinde küçük bir ışık çakmaktır. Biraz tuhaf oldu ama benim için anlamın kendisi bile bir anlamdır. Kısaca diyelim ki; hayat boşluk ve yalnızlık sevmez, boşluk ve yalnızlık bizi endişeli, mutsuz ve nihilist yapar. Hayatı anlamlandırmak için, paylaşmak, sevmek ve üretmek gerekir. Sonrası kolay...

''Aslan Kralın Sonu ve Yaşamın Amacını Arayan Çocuk'' okuyucularıyla buluşmak üzere yola çıktı. Peki, bundan sonrasında okuyucularınızı neler bekliyor? 

Çocuk edebiyatı bundan sonraki yaşam uğraşım olacak. Hâlihazırda 6 kitaplık bir hikâye birikimim var. Ama sürekli yeni hikâyeler üretmenin peşindeyim. Ayrıca bundan sonraki hikâyelerim Öteki Yayınevi'nden çıkacak. Ayrıca Öteki Yayınevi ile, Çocuk Edebiyatı üzerine yeni projeler üretmek için çalışacağız. Bakalım hayat nereye evirecek bizi...