Avrupa Patent Ofisi’nin 39 üyesi arasında Türkiye, icatlarına patent alan kadın mucitler sıralamasında 2010-2019 yılları arasında Fransa, Almanya, İtalya, Birleşik Krallık ve Danimarka’nın dahi önüne geçerek 10. sıraya yerleşti. Bu bilgiler, pazar günü sandığa gittiğimizde bu ülkede “kadının ve bilimin geleceğini” de oylayacağımız için önemli...
Kadınların Cumhuriyetle birlikte elde ettikleri kazanımların günden güne sınandığı bir dönemde bir süredir farklı sektörlerdeki “mücadeleci” kadınlardan bahsediyorum size.
Bugün de, bu topraklardaki kadim medeniyetimizi genetik ve sosyolojik olarak miras alan üç savaşçı kraliçeyle bu seriye devam...
Geçtiğimiz günlerde nörobilimciler, psikologlar ve akıl sağlığı uzmanlarından oluşan geniş bir uluslararası ekip, çocukluk dönemlerinde cinsiyet ayrımcılığına uğramış kadınların beyinleri üzerinde bu durumun olası etkilerini incelemek üzere 29 ülkeden veri setlerini analiz ederek Proceedings of the National Academy of Sciences isimli hakemli dergide yayımladılar.
Araştırmaya konu olan ülkeler arasında, Türkiye de var.
Sonuç ilginç: Eşitsizlik endekslerinde üst sıralarda yer alan ülkelerde kadınların beyinlerinin üç bölgesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin güçlü olduğu ülkelerdeki kadınlara göre çok daha ince.
Bu üç bölgenin hepsi beynin sağ kısmında olup, kötü çocukluk deneyimleri yaşayan kişilerin sonraki yaşantılarına da iz bırakıyorlar. Böylelikle, kadınlar ve erkeklerin beyinlerinde, erken yaşlarda yaşanan ayrımcılık deneyimleri sonucu yapısal farklılıklar doğuyor.
Bir yandan da tüm bu toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadele eden, kadınların beyninin bu cinsiyet ayrımcılığından dolayı zayıflamasına izin vermeyen “harika kadınlar” var.
Bilim dünyasında Türkiye’nin ilk kadın kimyageri olan ve Marie Curie’nin Sorbonne Üniversitesi’nden öğrencisi Remziye Hisar’ın fikirsel mirası üzerinden yükselen bu inatçı ve kararlı damar giderek güçleniyor.
Avrupa Patent Ofisi’nin 39 üyesi arasında Türkiye, mayıs ayı başında açıklanan bir istatistiğe göre, icatlarına patent alan kadın mucitler sıralamasında 2010-2019 yılları arasında Fransa, Almanya, İtalya, Birleşik Krallık ve Danimarka’nın dahi önüne geçerek 10. sıraya yerleşti.
Benzer şekilde Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) verilerine göre, kadın mucitlerin uluslararası patent başvuruları sıralamasında Türkiye yüzde 24 ile ikinci sırada geliyor.
Patent, bir buluş gerçekleştirdikten sonra bir ara kademe. Böylelikle, buluş sahibi, buluş konusu olan ürünü üçüncü kişilerin belirli bir süre boyunca üretme, kullanma, satma haklarını engelliyor.
Bugün işte size bu mucit bilim kadınlarından üç ismi tanıtmak istiyorum. Maksat, bu topraklarda günbegün kök salan karanlığı delmek, Cumhuriyet kazanımlarını her daim korumak üzere çırpınan ve bu mücadelesini bilim dünyasındaki emekleriyle taçlandırıp insanlığa sunan kadınların gücünü görüp umut dolmak... Ve yaklaşan seçimlerin aslında odağında “kadınların insan haklarının” olduğunu bir kez daha anımsamak...
Sözünü ettiğim bilim kadınlarından biri, Boğaziçi Üniversitesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rana Sanyal.
Kendisi ilk yerli “ilaç taşıyıcı platform teknolojisinin” klinik çalışmalarını iki yıldır sürdürüyor. Önce Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği, ardından Boston Üniversitesi’nde Organik Kimya doktorası ve ardından da Kaliforniya’da Amgen firmasında ilaç kimyagerliğiyle devam eden, son durak olarak da Boğaziçi Üniversitesi’ne akademisyen olarak dönen bir başarı öyküsü bu...
Ortağı Sena Nomak ile RS Research'ü kurarak patent aldıkları buluştaki amaç ise, hedefli kemoterapiyi gerçekleştirmek için “akıllı nano-ilaç” geliştirmek...
İlaç molekülünün sadece kanser hücresine girip onu yok etmesini, vücuttaki diğer hücrelere zarar vermemesini sağlıyor, kemoterapinin ağır yan etkilerini de önlemiş oluyor.
Bu patent, bana göre, radyum kaynaklı ışınların bazı tümörleri iyileştirdiği ortaya çıkınca kanser tedavisinde Marie Curie’nin soyadından ilham alınarak curieterapi (kemoterapi) tedavi dönemine çok güçlü bir saygı duruşu aslında...
Curie’nin kendisi de maruz kaldığı aşırı doz radyasyon sonucu kan kanserinden öldü. Tıpkı Rana hocanın birçok yakınını kanser sebebiyle kaybetmesi gibi...
“Karşımıza çıkan engeller bize daha yükseğe sıçramayı öğretir” diyor Rana hoca. Bu sözü de çoğunluğu kadınlardan oluşan çalışma ekibi ve laboratuvar çalışanları için bir yaşam mottosu halini almış. Çünkü laboratuvar önlüğünü giydikten sonra, büyük resmi görebilen, kaynakları etkin kullanabilen, kendini geliştirebilen, doğru soruları sorabilen ve çok çalışan kişi, başarılı olur.
Türkiye’de bu beceriler, genellikle emek piyasasında tutunan ve yükselen kadınlarda sıklıkla karşılaştığımız bir tablonun bileşenleri – karşılarına toplumsal cinsiyet eşitsizliği kaynaklı çıkan engeller ise, onlara daha yükseğe sıçramayı öğretiyor. Sıçrarken düştüklerinde yeniden yükselme becerisi de, kadın olmanın verdiği bir dişil enerjinin ürünü olsa gerek.
Rana hocanın çok önemli bir tespiti daha var:
“Bir patentin gerçek değeri, etki potansiyelidir. Eğer patenti aldıktan sonra insanlık için fark yaratan, faydalı ve anlamlı bir çözüm için kullanmazsanız patent kağıt üzerinde bir bilgi olmanın ötesine geçemez. İlaç geliştirme alanında ülkemizde önümüze çıkan en büyük engeli zihnimizdeki bariyerler oluşturuyor. Yola 'yapabilirim' diyerek çıkan bir araştırmacının bu engeli aşması, fikrini faydaya dönüştürmek için gerekli adımları atmaya yılmadan devam etmesi gerekiyor.”
Diğer mucit bilim kadını ise, Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Başkanı Prof. Nesrin Özören. Kendisi, moleküler biyoloji alanında dünyanın sayılı bilim insanlarından biri.
Kendisinin patentini aldığı buluşları arasında, aşıların oda sıcaklığında da tutulabilmesini sağlayan bir “dayanıklı aşı taşıyıcı protein mikro kürecik teknolojisi” var. Söz konusu mikroküreciklerin patenti önce Türkiye’den alındı, daha sonra da dünyanın dört bölgesinden –ABD, Japonya, Avrupa ve Çin- patent alındı ve “triadik patent” seviyesine geldi.
Böylelikle normalde -20 derecelerde saklanması gereken aşıların 30 gün boyunca oda sıcaklığında kalarak bozulması önleniyor, soğuk zincir ihtiyacını ortadan kaldırıyor. Bu buluş Afrika kıtası gibi sıcak iklimin hüküm sürdüğü coğrafyalar için ayrıca önemli.
Prof. Özören, kadın mucitlerin başarısını şu şekilde açıklıyor:
“Türkiye’de kadın akademik personel doktora öğrenci seviyesinde yüzde 50 ve üzeri ve hatta profesörler arasında yüzde 40’a varan başarılarımız var. Genelde Avrupa ortalamasının üzerindeyiz ve bu çok gurur verici bir durum. Cam tavanlar her yerde var ve bir konunun mucidi olmak için kan, ter ve gözyaşı gerekiyor. Bu erkek için de geçerli, kadın için de... Bunu göze alıp yıllarca sabırla çalışmanız, yaratıcı olmanız, kimsenin yapmadığı araştırmaları ortaya koyup, bir buluşa imza atmanız gerekiyor. Kadın ve özellikle yenidoğan çocuğu olan anneler için bu iki değil üç kat daha zor, yarıştan kopmamanız gerekiyor, oysa geceleri çocuk emzirmekten uykusuz kalıyorsunuz. Kısa sürede bilimsel yazılarınızı bile yazacak enerji bulamıyorsunuz. Ben doktora-sonrası çalışma için iş görüşmesine gittiğimde gömleğimin dışına sütüm akmıştı ve 24 saat bebeğimden uzak kalmıştım. Yani hem biblo gibi prenses olayım hem de mucit olayım diye bir şey mümkün değil.”
Özören, kadınların azınlıkta olduğu bilim ortamlarında da çalışmış ve “her savaşı kazanamadığı” durumlar da olmuş. Ama “hayat bir fanus değil, kadınlar da savaşçı kraliçe olmayı göze almalılar” diyor.
Prof. Özören’e göre, bilimsel kongre mekanlarına mini-kreş konması, proje bütçelerinde bu tür yardımcı hizmetlere veya evde temizlikçi/bakıcı için ek fonlar ayrılabilir.
“Patent yazmak veya bilimsel makale hazırlamak için sakin kafa gerekiyor. Beyniniz bebeğinize odaklanmışken hücre mekanizmalarına tam odaklanamıyor.” diyor.
Özören, Boğaziçi Üniversitesi’nde çalıştığı sırada 2007 yılında çok prestijli EMBO Genç Araştırma ödülünü almıştı. Türkiye’de bu ödülü alan iki kişi vardı ve kendisinin de puanı erkek olan meslektaşından daha iyiydi.
“Ödülü alan diğer kişi, vakıf üniversitesinde olduğu için onun hakkında yarım sayfa haber yapıldı, benimle ilgi ise bir satır bile haber çıkmadı. Sonra ben itiraz ettim ve aynı gazete aylar sonra kadın bir gazeteci gönderdi. Ancak soruları çok küçük düşürücü seçilmişti. Kocamın da aynı bölümde çalışıp çalışmadığını bile sorguladı. Aslında bu tür önyargılar, esas cam tavanı oluşturuyor ve hem erkeklerin hem de kadınların zihinlerinde yer alıyorlar. Bunları her başarıda tuz buz etmemiz gerekiyor,” diyor Nesrin hoca.
Hedef Nobel İnsiyatifi’nin ve Sağlıkta Yapay Zeka Grubunun aktif bir üyesi Prof.Dr. Melih Bulut, bu iki harika mucit kadını, “sanki DNA üzerinde halı dokuyorlar. Hücre üzerinde akıl almaz çalışmalar yapıyorlar”, diye tanımlıyor.
Ancak, alınan tüm patentlerin de ürüne dönüşmediği veya Faz-2 denemelerini geçemediği bir gerçek. Bir ilacın klinik araştırmaları tamamlandıktan sonra hastalara ulaşması için ortalama 10-15 yıl ve 2 milyar dolara dek varan bir yatırım gerekiyor.
Dr. Bulut’a göre, Türkiye’de sınai mülkiyet ekosisteminin sil baştan kurgulanması ve bu konuda bir strateji belgesinin sonuçlanarak devlet politikasına dönüşmesi, devlet teşviklerinin de etkinleştirilmesi, teknopark ve teknokentlerden yenilikçi ürünlerin çıkmasının önceliklendirilmesi gerekiyor.
Bu açıdan örneğin kadın mucitlerin yaptıkları patent başvurularına belli bir süreliğine Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından başvuru harcı alınmaması öneriliyor.
Ayrıca kadın mucitlerin sanayideki patent başvurularını da desteklemek gerekiyor; zira şu anda patentler daha çok sağlık inovasyonu, aşı ve kimya alanlarına yoğunlaşmış durumda.
“Biyoteknoloji alanını ekonomiye katkı veren kritik alanlardan biri olarak görmek, bu açıdan çok anlamlı,” diyor Dr. Bulut.
Mucit kadınlardan üçüncüsü ise, hemşirelik mesleğinden gelmiş İnovatif Hemşirelik Derneği Başkanı Doç. Dr. Yeliz Doğan Merih.
Merih, 2009 yılı “Yılın Hemşiresi Ödülü”nü, 2012 yılında “Hemşirelikte Yaratıcılık Ödülü”nü, 2015 yılında "Altın Stetoskop Ödülü"nü ve 2019 yılında "Yılın En Başarılı Hemşirelik Hizmetleri Yöneticisi Ödülü"nü, 2020 yılında "Mesleğini Görünür Kılma Sürecinde Değişim Öncüsü Ödülü"nü almış ve derneği bünyesinde “mucit hemşirelere” rehberlik etmiş bir öncü kadın.
Şu ana kadar 6 ürüne patent almış ve ikisini de hayata geçirmek üzere. Dernek bünyesindeki hemşirelerin aldığı patentler arasında emzirmeyi destekleyici anne sütü cihazlarından, yenidoğanlarda kan değişimi yapan aletlere, kanama önleme kemerlerine dek çok fazla inovasyon var.
Ancak Türkiye’de sağlık profesyonellerinin herhangi bir üniversiteye bağlı çalışmamaları durumunda patent başvurularını kendi maddi imkanlarıyla yapmaları gerekiyor. Dernek üyesi hemşireler sırf patent başvurularının ücretini ödemek için fazladan nöbet yapmak zorunda kalıyorlar.
Hastanelerde bu konulardaki eğitim, bilgilendirme ve yönlendirme yeterli değil. ABD’deki gibi destekleyici bir ortam yok ve Merih’in ifadesiyle “ürününüz için kapı kapı dolaşmanız, onu prototipe dönüştürmek için çok fazla bağlantı bulmanız gerekiyor”.
Patent süreçleri ve teknokentler de ağırlıklı olarak eril zihniyetin etkisi altında. “Hemşiresin, hastalarınla ilgilensene” diyenler olduğunu, melek yatırımcıların ise “Ar&Ge süreçlerinin erkek işi olduğunu” ima ettiklerini bile söylüyor Merih.
Kendisinin en büyük hayali, İnovasyon Merkezi kurarak sağlık profesyoneli kadınların buluş, patent ve ürün geliştirme süreçlerini destekleyecek bir ekosistem kurmak.
Bunun bir ön adımı olarak, daha önce görev yaptığı Zeynep Kamil Hastanesi’nde 480 m2’lik bir alanda İnovasyon Akademisi’nin kurulmasına ön ayak olarak kendi kurumlarının yanında dışarıdan gelen sağlık profesyonellerine, öğrencilere patent ve buluşları ürünleştirme eğitimler vermişler ve mentorluk yapmışlar.
Görev yaptığı Sağlık Bilimleri Üniversitesi'nde inovasyon dersleri veren Merih, sağlık alanında eğitim gören öğrencilerin inovasyon konusunda rol almalarına ve inovatif ürün geliştirmelerine öncülük ediyor. Çünkü bilimde inovasyon süreçlerinde ne kadar çok kadın yer alırsa, toplumsal cinsiyet eşitliğinde değişim de o kadar görünür olur.
Peki kadın mucitlerin ve patentlerin sayısının bir ülkede artması, merakın bir buluş, patent ve ürüne dönüşmesi neden önemli?
Cam tavanların kırılabildiğini, karşılarına çıkan ve yaşadığımız topluma içkin cinsiyet eşitsizliği vakalarına rağmen “bir adım geriye gidip daha yükseğe sıçramanın” mümkün olduğunu göstermek için önemli.
Öncü modellerin diğer kadın bilim insanlarına bu buluşları ve patentleriyle yol açtıkları, rehber oldukları, güç verdikleri, ortak bir merak alanı oluşturup, “merakı toplumsallaştırdıkları”, yeni merak alanlarına kapı araladıkları ve merakı çevrelerine “bulaştırdıkları” için önemli.
Bilimsel araştırmaların önemsendiği, devlet ve akademi desteği aldığı bir ülke hayalinin izinde, genç kadınların beyin göçünün tersine çevrilmesi için önemli.
Kadınların yeni fikirleri, yeni teknolojileri, yeni buluşları patente dönüştürüp ticarileştirme öncesinde korumaya alarak çalışmalarını derinleştirebilmeleri, yenilikçi start-up firmalar kurarak buluşları ürünleştirmeleri için önemli.
Bu pazar günü sandığa gittiğimizde bu ülkede “kadının ve bilimin geleceğini” de oylayacağımız için önemli...