Eylül geldi mi, içime heyecan düşer. Pazar öğleden sonra bastıran sebepsiz sıkıntı gibi, Eylül ayının yaydığı başlangıç hissiyatı vardır. Eylül’de her şey mümkündür sanki. Kırtasiye mağazaları hareketlenir. Ortalığı çantalar, rengârenk kalemler kaplar. Ha bir de sonbahar rüzgârı çıkar. Yenilenirsiniz.
Eylül geldi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın cep telefonlarına yolladığı mesajlarla bir günde 11.285 öğretmen görevinden ihraç edildi. MEB’in Twitter adresinden yapılan açıklamada, "Bölücü terör örgütü bağlantılı 11 bin 285 personel açığa alındı" deniliyordu. Daha açık meali de zaten Başbakan Binali Yıldırım’ın Diyarbakır ziyaretinde yaptığı konuşmada mevcuttu: "Bu bölgede görev yapan, terörle bir şekilde iç içe olmuş 14 bin öğretmen olduğu tahmin ediliyor. Ancak bunların ne kadarının doğrudan terör örgütüyle ilişkili olduğu, ne kadarının olmadığı yapılacak incelemelerle, soruşturmalarla ortaya çıkacak. Bayramdan sonra okullar açılıyor, Milli Eğitim Bakanımız ile konuştuk, tedbir olarak üzerinde şüphe bulunan, gerekli tespitleri yapılan bütün öğretmenler açığa alınacak, yeni ders döneminde bunlara görev verilmeyecek. Bunun yerine yeni baştan öğretmenlerimizi buraya göndereceğiz."
Ne kadar basit, değil mi? “Üzerinde şüphe bulunan” dediğin anda, iş bitiyor. E, ne de olsa devir; gammazlık, iftira, kişilik katli, linç devri. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası, bir zamanların Gülen cemaatine atfedilen FETÖ/PDY ismi çerçevesinde memurundan akademisyenine gazetecisinden yazarına her alanda bir sürek avıdır başladı. Bir darbeyle olması muhtemel ne kadar hukuk ihlali varsa, OHAL kapsamında gündemde.
Oysa FETÖ/PDY için ilk elde hesap vermesi gereken, bu kadrolaşmanın on yıllardır teşvikçisi olan siyasi iktidarın ta kendisi. Keza, nice siyasi önemde davaya bakan hakim ve savcılar tutuklanmışken, mahkeme salonlarının kanıtlaması gereken bir haysiyet ve inandırıcılık sınavı var. Fırsattan istifade, hem de Kürt halkına aylarca sokağa çıkma yasağı adı altında yaşatılan onca zulüm ve enkaza dönen şehirlerin orta yerinde dalga geçercesine “bölücü terör örgütü PKK” diyebilmenin pişkinliği de cabası. Barışın muhataplarından olmuş ve önderliği uğruna açlık grevleri başlatılmış bir hareketten…
HUKUK HÜKÜMSÜZDÜR
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen), MEB'in son operasyonu üzerine yaptığı açıklamada, "15 Temmuz darbesinin başarılı olması durumunda yapılacak olanlar bugün bizzat hükümet eliyle hayata geçirilmek istenmektedir. Evrensel hukuku, temel hak ve özgürlükleri yok sayarak özellikle sendikal hakları zorlama yorumlarla suç kapsamına alarak gerçekleştirilen bu operasyon, ülke çapında açık bir dikta rejimine doğru gidildiğinin somut kanıtıdır” dedi. Bayram sonrası İstanbul merkezli yeni bir dalga beklenirken, şaşırma duygumuz elimizden alınmış olarak en olmayacak şeyleri en sıradan olaylarmışçasına sırtlamayı öğrenmiş olarak devam ediyoruz hayata.
Oysa neredeyse her ay yüzlerce insanın canını yitirdiği katliamlarda hayat durmalıydı. Oysa on binlerce insan işinden olurken okul açılamamalıydı. Ama o hayat durmadı. O okullar da protesto olarak kapanmayacak maalesef.
Eğitim hayatım boyunca hep çok başarılı bir öğrenci oldum. Öte yandan ama, kurum olarak okulları daha öğrencilik yıllarımda sorgulardım. Milli eğitimin tornasında tarih derslerinin, bir zamanlarının milli güvenlik derslerinin kuşandığı o ayrımcılık, düşmanlık dolu dili, o dilin açtığı yaraları unutmadım. Soru sordurmayan, sadece verili kalıpların tekrarını talep eden tek tipçi eğitim çarkında yegâne huzur ve umut boşlukları, bir iki idealist öğretmenin açtığı kadardı. Onlar, rahatlıkla birer işkencehaneye de dönüşebilecek sınıfları, özgürlük alanına çevirenlerdi. Hepimizin aklında kalan, hatırlanmaya değer tek şey de müfredat dışı anlatılandı. Bir anı, bir şaka, bir oyun, bir itiraf kadardı aslında okul. Hayatın içeri sızabildiği zamanlarda vardı.
DEVLETİN BEKASI
Dokunulanlar işte böyle öğretmenler. Ve hayatı TEOG sınavından ibaret olmayan öğrenciler için okul artık bir boşluk. Başka bir dersi öğrenme vakti. Bu ülkenin hakikatini. Ve devletin ta kendisi.
Ben devletin bekasını nereden bildim en son, söyleyeyim mi? Hrant Dink cinayetinin kara kutusu Erhan Tuncel bir günlük boşlukta, Abdi İpekçi cinayetinin ve Papa’ya suikast girişiminin kara kutusu Mehmet Ali Ağca’nın yanına görüşmeye gittiğinde… Bundan daha açıklayıcı bir fotoğraf yok gözümün önünde.
Bir Pazar günüyle halkın iradesi ‘kayyum’ adı altında gasp edildi. 28 Belediyenin seçilmiş yönetimine el konuldu. Aylardan hâlâ Eylül’dü. Bir şeylerin arifesinde gökyüzü sessizce bulut topluyordu.
Müfredat dışı hayatın sınavı, öyle çoktan seçmeli testlere benzemez. ‘E hiçbiri’ diyenlerin zamanı geliyor. Çünkü hakikat de önce yalanların ifşası ile başlamaz. Bize sunduğunuz şey seçeneksizliktir, demekle.
Ve Eylül çok şeye kadirdir. Gökyüzünde toplanan bulutlar, yeryüzünde ortak meramla buluşanların tezahürü. Devletin en sevmediği şeyin, dayanışmanın. Seçeneksiz ve bahanesiz dayanışmanın.
Ferah rüzgârlar gelsin kötülüğü dağıtmaya. Vaktidir.