Milli Eğitim müfredatımızda edebiyat derslerini karabasana
çeviren birtakım zorunluluklar vardı. Bunların başta geleni aruz
vezniyle yazılmış şiirlerin matematiksel yapısını çıkarmaktı. Hâlâ
yapılıyor mu bilmem ama biz “fâ i lün, fâ i lâ tün, me fa î lün”
diye söylene söylene güzelim Fuzuli, Nedim, Baki şiirlerinin canına
az okumadık. Bir diğeri de Halide Edip, Yakup Kadri, Reşat Nuri
gibi ustaların metinlerinin konularını, ana fikirlerini, cümle
yapılarını v.b. belirleme yükümlülüğüydü. Cezamızı çekerken haliyle
bu romancılar bizim gardiyanımız, işkencecimiz oluyorlardı. Milli
eğitim müfredatı ve onun askeri kesilen öğretmenler aradan çekilse,
bu yazarlarla halleşip dost olabilecektik. Nitekim, zorunlu eğitim
travmasını atlatır atlatmaz ve sansürlenmiş, özetlenmiş
kopyalarının yerini orijinalleri alır almaz başka bir gözle okuyup,
eleştirel bir akılla değerlendirebildik bu kitapları.
Sait Faik de bu talihsiz yazarlardan biri, hatta başta
geleniydi. Neredeyse tüm hikayelerini, özellikle de Semaver’i, Hişt
Hişt’i, Son Kuşlar’ı defalarca okuyup müfredatın dayattığı
yöntemlerle anafikrin izini sürmekten, kahramanların ve tiplerin
özelliklerini sıralamaktan, zamirleri, edatları, betimlemeleri
arayıp bulmaktan yorgun, bezgin bir zihinle, zavallı Sait Faik
gözümüze düşman gibi görünür olmuştu.
Onur Barış, Sait Faik’i, onun dingin görünen ama içten içe
kaynayan ruhunu, kalabalıklardan kaçıp sığındığı kuytuları,
sakınarak da olsa edindiği az sayıdaki ahbabını, hayvanlara, doğaya
ve annesine duyduğu bağlılığı anlatan bir film çekmiş bizim için:
Hikayesi Benden. Onunla aynı soydan geldiğini düşündürecek kadar
çok benzeyen Mert Er canlandırmış Sait Faik’i filmde.
Kendi hikayemizi bile anlatmak zorken, bir başkasının
hikayesinin anlatıcısı olmak oldukça ağır bir yük. Onur Barış, Sait
Faik’in hikayesini yarı-belgesel olarak kurgulamış ve yazarı, doğup
büyüdüğü Adapazarı’nda, öğrenciliğini sürgün olarak geçirdiği
Bursa’da, İstanbul meyhanelerinde, Beyoğlu’nda dolaştırmış, rakı
sofrasına, tahta sıraya, banklara oturtmuş, kuru yaprakların
üstünde, esrik begonvillerin arasında yürütmüş ve sonunda getirip
Burgazada’ya, sahildeki bir kayanın üstüne bırakmış. Çoğumuz
istemez miyiz geçmişin sokaklarından yürümeyi, evlerine girip
çıkmayı?
Barış, derdini yazarak anlatan bu suskun adamı ona hiç tanımadan
naif bir bağlılık duyan okurlarına, mahallelilerine, hemşehrilerine
anlattırmış. Hayatta kalan tek akrabası olan kuzeni ile dostu Ara
Güler’e. Bir de, mesafeli bir akademisyen ilgisinin ötesine geçen
yaklaşımıyla bir edebiyat araştırmacısına…
Sanki ebedi bir hüzne yazgılı gibi görünen bu parlak yeşil
gözlü, nüfuz edilemez adam kuşun kanadına, balığın güneşi yansıtan
puluna, rüzgarın, denizin uğultusuna, iyot kokusuna, topuk
tıkırtılarına, semaverde kaynayan çayın sesine, buğulu bir
bardaktaki rakıya sevdalı. Adadaki evi, balıkçı kahvelerini, sokak
köpeklerini, kedilerini ama en çok, bir hürriyet yanılsaması
yaratan kuşları, tütüncüden alıp bir çakıyla yonttuğu kaleminin
ucunda taşıyor. Hep kıt kanaat geçinmek, hâlâ anneyle yaşamak ve
ona kendini kanıtlamaya çabalamak, babayla yaşanan sorunlar, hiçbir
yere sığamamak, adaya, doğaya ve sonunu hazırlayacak olan içkiye
sığınmak. Sait Faik içine yaptığı yolculuklardan hep yorgun, küskün
dönüyor ve bu yolculukları anlatmak için yine tütüncüden aldığı
kağıdın başına oturduğu her sefer yazmayı bırakmaya niyet ediyor.
Öyle ki artık bu onun yazıyla ilişkisini, yazarlık tavrını
belirliyor. Ara Güler’in sunturlu hüznüyle ifade ettiği gibi,
kendini hırpalayıp duran fakat yasaklanan hiçbir şeyden, özellikle
içkiden uzak duramayan “herif sonunda boku yiyor” ve hem itişip hem
de seviştiği kalemle ve kağıtla ancak böyle vedalaşabiliyor.
Gergin seçim ve sonrası atmosferinden azıcık kaçmak için
Shakespeare’in dediği gibi bütün gücü bir çiçeğin açmasından ibaret
olan bu solgun adamın hikayesini dinlemeye gidin derim. Hatta
yapabiliyorsanız Burgazada’daki müze evini ziyaret edip o ihtişamlı
konağın içinde yaşadığı mütevazı hayatına dokunun. Dinginlik büyük
bir güçtür, direnç kaynağıdır çünkü. Vicdanını kaybeden bir
dünyanın, parıltısını yitiren bir denizin ve solan bir doğanın
evvel zamanının hikayesi ondan, dinlemesi sizden.