Muhafazakârlığın imkânsız ailesi: 'Büyük aile'

Aile içi tecavüz, taciz, kaza süsü ya da doğal ölüm süsü verilmiş cinayetler, Türkiye’nin geleneksel kutsal ailesinin vazgeçilmezleri. Bunları ekrandan örneğin Palu Ailesi olarak izlediğimizde ise bütün toplum ‘şok’, yetkililer suskun, ama herkes bunların ‘münferit’ olduğu konusunda hemfikir.

Osman Özarslan osmanozarslan@gmail.com

-I-

18 Eylül Pazar günü, İstanbul Saraçhane’de, LGBTİ+’lara karşı, “Büyük Aile Mitingi" düzenlendi. Yesevi Alperenler Ocağı Eğitim ve Yardımlaşma Derneği’nin yönlendirdiği Fikirde Birlik ve Mücadele Platformu, mitinge öncülük etti.

LGBTİ+ karşıtlığının, otokratik rejimlerdeki merkezi rolü, Cumhur İttifakı’nın gerilim siyasetinde bu karşıtlığın oynadığı safları sıklaştırıcı rolü ve bir türlü ergenliğini aşamayan sağ-muhafazakâr kültürel hegemonyanın kırılgan duygu dünyasının endişeleri gibi faktörlerin hepsini burada da görebiliyoruz.

Ama burada sosyoloji ve siyasetten daha ziyade, belki de psikoloji ilminin açıklamaya daha ehil olduğu başka şeyler var gibi görünüyor. Zira, bu gösteri Alperenlerin, LGBTİ+ karşıtlığı meselesinin bayraktarlığına ilk soyunmaları değil. 2016 Onur Yürüyüşü için de, İstanbul’daki Alperen Örgütü, alana gelen eşcinsellere saldıracaklarını açıklayınca, eşcinsel yazar Yiğit Karaahmet, Twitter hesabından “Valla alperenler bizim sabrımızı sınamasın. Bu zamana kadar yattığımız ülkücülerin listesini açıklarsak insan içine çıkamazlar… her lubunyanın çeyizinde bir Alperen dosyası mutlaka vardır.yazınca, Alperenler geri adım atmak durumunda kalmışlardı.

Ayrıca, Alperenlerin en örgütlü olduğu yer Sivas taşrası da vaktiyle, Osmanlı’dan beri Anadolu’nun gördüğü en büyük underground eşcinsel partisine ev sahipliği yapmıştı. 2013 yılının şubat ayında, gazetelere yansıyan haberlere göre, Kangal’da 30 kadar erkek eşcinsel parti için bir evde toplanmışlar, içlerinden birisi, partiye katılmaktan vazgeçip evden ayrılmış, katılımcıları jandarmaya şikâyet etmiş, ev basılıp parti dağıtılmış, 6 kişinin tutuklanması ile olay sona ermişti…

Bir de tabii tarihsel gerçekler var, bilhassa Ayşe Hür’ün[1] yazdıkları üzerinden olaylara bakarsak, özellikle saraydaki atalarımızın eşcinselliğin türlü çeşidini, bütün tarihleri boyunca deneyimlediklerini, bunu da minyatürden divana kadar her alanda estetize ettiklerini, hatta sevdikleri oğlanların adları ilelebet yaşasın diye, onların namına, camiler, çeşmeler yaptırdıkları ayan beyan ortada.

Sonuç olarak, ila’yı kelimetullah için aleme nizam verme’ye çıkan milliyetçilerin hem tarihin hem de demografilerinin geri cephelerinde kendilerini rahat hissetmedikleri açık, Freudyen bir yerden konuşursak, kapının arkasında sürekli onları rahatsız eden yabancı aslında, bizzat onların, taşrada eşcinsel parti vermek için toplanan komşuları ya da kışın oğlansız yatma diye öğüt veren ataları.

-II-

Foucault’a göre, “normal insan bir kurgudur, 17. Yüzyılda icad edilmiştir ve ömrü de çok uzun olmayacaktır.” Normal insanın normlarının normu ise aile tarafından belirlenmiştir. Zira aslında, çoğunlukla küçük nüanslarla birbirinin yerine kullanabileceğimiz, iktidar, kapitalizm, modernlik gibi tertibatların çekirdeğinde aile durur, neslin üremesi için çiftleşme, ulusun gürbüzlüğü için hijyen, kapitalizmin sürekliliği için hane gereklidir. Dolayısıyla, tüm bu tertibatları, heteroseksizm ve patriyarkanın şekil verdiği çekirdek ailenin kutsallığı boydan boya kateder. Öte yandan, bir başka kurgu olan ulus/milliyetin şanlı tarihi anlatısı ile oradan mayalanmaya çalışılan kutsal aile kurgusu ise sürekli olarak aksar, birbiriyle çelişir/çatışır. Örneğin özellikle erken dönem Osmanlı padişahlarının hangi dine mensup oldukları epey tartışmalıdır, klasik dönemde ise anneleri üzerinden baktığımızda Türklükleri tartışmalı hale gelir, divan edebiyatı ve minyatürlere baktığımızda, olayların Topkapı sarayında mı, yoksa bir gay club’da mı geçtiğini anlamak zorlaşır; ailevi ilişkilere baktığımızda ise herkesin kulağı kiriştedir; oğlunu boğduran padişahlar, kundaktaki kardeşlerini çuvallayıp Haliç’e atan şehzadeler, babasını öldürten padişahlar…

Hatta, Fatih Sultan Mehmet, kardeş kanını, Sosyal-Darwinist bir yerden, kardeşlere helal eder: “her kimesneye ki evladı kiramımdan saltanat müyesser ola, nizam-ı alem için kardeşlerin katletmek vacibdir. Ekseri ulema dahi tecviz etmiştir… Anınla amil olalar…”

Dolayısıyla, tüm bu uyumsuzlukları çoğu zaman devlet zoru, kimi zaman da gene aslında aynı tertibatın bir parçası olan para-militer güçler tarafından gidermeye çalışmak, ortak bir şimdi tahayyül icad etmek için, muhayyel bir geçmiş icad etmek üzerinden olur. Her biri evliya olan, abdestsiz yere basmayan, haremine nikahsız girmeyen, yediği üzüm tanesinin yerine çil çil altınlar asan atalar… Cennet kokusu taşıyan haneler, ramazan manisi gibi küçüğün büyüğe saygı, büyüğün küçüğe sevgi beslediği mübarek aileler.

-III-

Modernliğin kurumları, aktörleri dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de şanlı, mübarek ahlaklı bir geçmiş üzerinden kutsal bir şimdi ve onun tebarüz etmiş hali olarak bir aile tahayyül ededursunlar, gene dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de kurumların normatif yapısı, değişik semptomlarla kurgusallığını açığa vurmaya devam ediyor.

Örneğin ABD’deki yaygın okul katliamları ve seri katillik görenekleri, Avrupa’da çocuksuz evlilikler ve giderek artan intihar oranları, Türkiye’de kadın cinayetleri, taciz, tecavüz ve tüm bunların en sofistike hali ensest.

Geçtiğimiz yıllarda, “Kardeşini Doğurmak” isimli kitabı ile, ensest üzerine oldukça önemli bir çalışma yapmış olan Büşra Sanay’a göre, ülkemizdeki diğer bütün kötülükler gibi, ensest de tahmin edilenden daha yaygın. Hepsinden önemlisi, kanun yapıcılar olandan daha az göstermek için yalnızca anne-baba-kardeş ile girilen ilişkiyi ensest sayarken, örneğin, dede, amca, dayı, halayı ensest saymıyor. Karşılarına gelen vakaları da, gene bürokratik bir yöntem olarak, 'Müslüman memlekette ensest olmaz' diyerek küçültmeye çalışıyorlar. Dahası, bir ensest vakasının yetkililerin önüne varabilmesi için, önce ailenin diğer fertlerinin barajından aşması gerekiyor. Örneğin kardeşinin tecavüzüne uğramış bir kız kardeş öncelikle ailenin diğer fertleri tarafından “ailenin adını düşün, oğlanın geleceğini düşün, namusunu düşün…” denilerek, kanuni yollara başvurmamak konusunda ikna edilmeye çalışılıyor.

Sanay’ın aktardığına göre, ailenin barajını ve hukukun aslında ailenin muhafazasını esas alan bariyerlerini aşamayan bir ensest mağduru arkasında şu satırları da içeren bir mektup bırakıp intihar ediyor: “İnsanlar bir vasiyet bırakır, değil mi? Benimki şu: Ailemi istemiyorum, cenazeme gelmesin. Hayatımda en çok kötülüğü onlardan gördüm. Hiçbiri zor günümde yanımda olmadı.

Gene, Büşra Sanay’ın kitabından öğrendiğimize göre, 90’lı yıllarda bir baba mahkemede, kızına tecavüz etmesini şöyle meşrulaştırıyor: “Hâkim bey, bahçenize diktiğiniz ağacın ilk meyvesini başkasına verir misiniz?”

Aile içi tecavüz, taciz, kaza süsü ya da doğal ölüm süsü verilmiş cinayetler, Türkiye’nin geleneksel kutsal ailesinin vazgeçilmezleri. Bunları ekrandan örneğin Palu Ailesi olarak izlediğimizde ise bütün toplum ‘şok’, yetkililer suskun, ama herkes bunların ‘münferit’ olduğu konusunda hemfikir.

-IV-

En başa dönüp, Büyük Aile Mitingi’nin katılımcılarına, destek verenlerine, konuşmacılarına baktığımızda, gördüğümüz şey gerçekten büyük bir aile. Bu ailenin büyükleri pedofiliyi dinen caiz, hukuken yasal, ahlaken sürdürülebilir hale getirmek için ellerinden geleni yaptıkları için, kendi öz kızına göz koyan, onu herkesten önce talan edilecek bir meyve ağacı olarak gören baba işte bu ailenin ferdidir; aile dediğimiz imkânsızlık alanı aslında erkekler ailesinin fertlerinin bir başka imkânsızlık olan iktidarlarının muhayyel arazisinden başka bir şey değildir.

[1] Ayşe Hür (2017) Osmanlı’nın Öteki Tarihi, Literatür Yayıncılık.

Tüm yazılarını göster