23 Haziran İstanbul seçimine doğru henüz kampanyalar yoğunluk
kazanmadı ama hesaplar, senaryolar şimdiden konuşulmaya başlandı
bile. Ramazan ayı ve araya girecek uzun bayram tatili nedeniyle
kampanyanın kısa bir takvime sıkışacağı anlaşılıyor. Çok kapsamlı
stratejiler oluşturmak, mevcut söylemi tamamen yenilemek, karmaşık
taktikler uygulamak ve bunlardan sonuç almak için fazla zaman
olmayacak. Bu nedenle iktidar da muhalefet de, kampanyada hızlı
sonuç alabilecek yöntemleri tercih etmeye daha yakın. İktidarın
genel hedefler yerine spesifik hedeflere yönelik bir çalışma
hazırladığına ilişkin çok sayıda haber dolaşımda. Oy kaybına neden
olan gerekçeleri azaltmak gibi genel hedefler yerine, yakın
markajla sonuç alınabilecek nokta hedefler öne çıkacak gibi:
Sandığa gitmemişler, kolay nüfuz edilebilir kızgın-küskün
AKP’liler, muhafazakar Kürtler, ittifaka güven duymayan MHP’liler.
Ayrıca, yine aynı hedefler üzerinde yoğunlaşarak muhalefeti
gevşetmek, motivasyonunu kırmak. Aynı anda uygulandığında saçma ve
tutarsız görülebilecek, bütünlüklü bir hikâye anlatmayan sembolik
hamleler -fazla eklektik bir görüntü oluştursa da- bu tercih
açısından rasyonel duruyor. Ancak nokta hedeflere yönelen
hamlelerin, bütünlüklü bir strateji kurmamanın getirisi kadar
götürüsünün de olması muhtemel. Şimdilik hesap, spesifik
hedeflerdeki getirinin daha fazla olacağı, genel hedeflerdeki
götürünün ise kontrol edilebileceği şeklinde. 31 Mart için yenilgi
işaretlerini göstermiş MAK Araştırma'dan M. Ali Kulat ve M. Ali
Kulat’dan İbrahim Uslu gibi iktidara yakın bazı araştırmacılar da
bu tezleri destekliyor.
Muhalefetin ve özellikle de Ekrem İmamoğlu’nun stratejisinin
ise, 31 Mart’tan biraz daha farklı olarak kontrollü bir agresifliğe
doğru meyletmesi olası. Pozitif ve geleceğe dönük konuşma açısından
“her şey güzel olacak” sloganı tercih edilirken, 18 günlük icraat
ve İstanbul Belediyesi’nin israf ve haksızlıkları konularına da
kampanyaya ekleneceği anlaşılıyor. İmamoğlu’nun -yeni bir Turgay
Güler vakasına dönüşen- “tarafsız bölge” performansı ve daha
önemlisi bu yayının erken bitirilmesi, bu meselelerin kampanyanın
ilerleyen zamanlarında da önemli gündem haline geleceğini
gösteriyor. 31 Mart öncesinde İmamoğlu, geçmiş AKP belediyeciliğine
dair neredeyse hiçbir söz söylememiş, Erdoğan ve iktidarı doğrudan
karşısına alan bir tavır göstermemişti. Şimdi, hem seçimin iptali,
hem de AKP belediyeciliğinin yolsuzluk ve talan tablosu, iktidar
sözcülerinin haksız-oransız saldırıları İmamoğlu’nun çıkışlarının
ağırlığını oluşturuyor. İmamoğlu’nun kişisel olarak yarattığı
sempatinin, pozitif söylemin genişleme alanının sınırlarına
yaklaşmış olması muhtemel. Bu sınırları zorlamak için AKP seçmeni
içindeki kırılmayı, çözülmeyi ilerletecek veya taktik hamlelerle
geri döndürülmesini engelleyecek müdahalelere ihtiyaç var. Yani,
muhalefet için iktidarın aksine kendi seçmenine yoğunlaşan bir
kampanyanın getireceği fazla olmayabilir. Belki buradaki en önemli
istisna, hayli kararlı destek vermiş Kürt seçmeni rahatsız edecek
tavırlardan uzak durmak ve kolay oluşabilen umutsuzluk dalgalarına
karşı savunma geliştirmek.
Seçime girecek partilerin ve adayların kampanya stratejilerinin
nasıl etkiler yaratacağı, 31 Mart sonuçlarını değiştirip
değiştiremeyeceği konusunda öngörüde bulunmak için hâlâ erken.
Eldeki araştırma verileri de henüz çeşitli seçenekler için
güncellenmiş değil. Ayrıca, bu stratejilerin alabilecekleri
sonuçlar, oy verme kararını etkileyen şartlardan tamamen bağımsız
da değil. Örneğin, son açıklanan tüketici güven endeksinin çok uzun
süredir görülen en düşük değere inmesinin, karamsarlığın iyice
koyulaştığı göstermesi dışında nasıl bir duygu ve davranış
değişikliğinin işareti sayılacağını kestirmek zor. Bu tür verilerin
gösterdikleri, bütün seçmen grupları için standart bir tepki
yaratmadığı gibi, her birinin etki süresi ve ilişki düzeyi de
farklı. Dissensus Araştırma’nın “AKP seçmeninin ekonomik kriz
algısı” araştırması, bu konuda ilginç bilgiler ve kafa açıcı
sorular sağlıyor. Söz konusu araştırmayla ilgili bir yazı da, bir söyleşi de medyascope’da da
yayınlanmıştı. (Kuvvetle tavsiye ederim) Bu niteliksel çalışma, AKP
tabanında ekonomik kriz algısının ortak, standart tepkilere yol
açmadığını, değişik duygu ve ilişki katmanlarında farklı
karşılıklar, tepkiler yarattığını gösteriyor. Çalışma, seçime dönük
anketlerde ekonomik sorunların diğer bütün başlıklara göre çok önde
çıkıyor olmasının beklendiği gibi -veya hızda- siyasi kaymalara yol
açmamasının nedenleri konusunda, üzerinde düşünülmesi gereken
bulgular ortaya koyuyor. Umut ve karamsarlık, sabır ve telaş gibi
farklı duygusal tepkilerle ayrışan, farklı algı ve ilişki
katmanlarının var olduğunu gösteriyor. Çok açık biçimde hissedilen
maddi sorunların, belirli duygusal dolayımlarla siyasi davranışa
dönüştüğünü, değişmesi için de sadece şartların yeterli
olmayabileceğini söylüyor.
Ekonomik krizden dış politika sorunlarına, siyasi krizden
ittifakların içselleştirilmesine, kutuplaştırmadan özgürlük
ihtiyacına, yerel seçim yenilgisinden mağduriyet algısına kadar pek
çok meselede; görülenler, duyulanlar, hissedilenler ve alışılanlar
birlikte yoğrularak siyasi bir pozisyona veya tavra dönüşüyor. Ama
asla sadece görülenler, sadece duyulanlar, sadece hissedilenler ve
en önemlisi de sadece şartlar tek başına yeterli oluyor. Bu yüzden,
düzenli biçimde hayatı zorlaşan, daha iyi olacağına ilişkin
inancını kaybeden biri, karşı karşıya olduğu sorunla ilişkisi
değişmediği için hareketsiz kalabiliyor. Sağ popülizmin en iyi
becerdiği işlerden biri, siyasi aidiyeti duygusal -moral- alanda
kontrol tekniklerini ve söylem avantajlarını kullanabilmesi. Ama bu
iki yönü olan tehlikeli bir avantaj. Bahadır Özgür’ün “İftar
sofraları: AKP kendi ayağına mı sıkıyor?” yazısı bu açıdan önemli bir
pencere açıyor. Söz konusu yazıda da işaret edildiği üzere -tanzim
satışlarda olduğu gibi- iktidarın “sorunlu tabanıyla”, hedef
gruplarla duygusal ilişkiyi tazeleme hamleleri, rahatsız edici bir
görünürlük yaratabilir. Yakınlık göstereceğim diye, yoksulluk
sergisi açılabilir. Sahicilik hissini bozan kurgular duygusal
kimyayı olumsuz etkileyebilir. Ancak daha önemli sonuç, örgütlü bir
haksızlıkla elde edilmiş “seçim mağduriyeti” ve nankörlükle tehdit
edilen fukaraya sığınma halinin genel siyasi alan için yeterli olup
olmayacağı. Özel hedef gruplarda sağlanabilecek nispi başarı, genel
kalabalıktaki rahatsızlığın yarattığı kaybı karşılayamayabilir mi?
Elbette, sadece şartların kötüleşmesinin yeterli olmayacağını
öngören ve iktidar seçmenindeki duygusal kırılmaya konuşabilen,
adaletsizliğe dikkat çeken bir muhalefet dili bunu
hızlandıracaktır. Belki bu anlamda muhalefetin de insanların
midesine değil, aklına konuşmaya başlanması daha isabetli olur.