Muhalefete akıl vermek kolay. Madem liboşsun, sen git HDP’yi
eleştir. Entellerin yeni sporu CHP’yle uğraşmak. Senin gibilerin
kafasıyla İstanbul kazanılamazdı. Tatava yapma, bas geç. Fikir
verme, oy ver. Filan falan. Besteyi de, güfteyi de biliyorsunuz.
Papağanların değeri bildikleri sözcük sayısı oranında artarken,
baba hindi sustukça, suskunluğu bilgeliğine yorulup değerlenirmiş.
Aylak kasap da billurlarını tartarmış. Akşamdan kalma Sait Faik tan
ağarmadan kalkar balığa çıkarmış da, olta atmaz, ağ çekmez,
Burgaz’a dönüşte oturur balıkçıların hikâyesini yazarmış. O
hikâyeleri de balıkçılar okumazmış.
Şimdiden esnemeye başladınız mı? Elenseler bitti, oyun aramaya
başlıyorum öyleyse. Kemal Kılıçdaroğlu dümende olduğuna göre neyi,
nasıl söyleyeceğini herhalde benden iyi bilir. Buna karşılık,
“cumhuriyeti (100. yılında) demokrasiyle taçlandırmak” demek,
“cumhuriyet 2.0”, “yeni cumhuriyet” yahut, tövbeler tövbesi,
basbayağı “ikinci cumhuriyet” demek. Yani yalnızca mümkünse toptan
yönetimi veya olmadı yalnızca yöneticiyi değiştirmek değil, dönüşüm
demek. O dönüşümün göstergelerinden biri veya belki dönüşümün
başlayacağı yerlerden biri de dış politika. Neden?
Çünkü geçen yazımda değindiğim üzere,
Türkiye’nin bir “kimlik” sorunu var ve o hastalığın semptomlarından
biri dış politika. Dışavurum olarak gözlemlediğimiz tutarsızlık, o
hastalığı gizliyor. Çözümü de “şanlı hariciyenin liyakatlı
kadrolarına” yer açmakla olacak gibi değil. Kılıçdaroğlu umulduğu
üzere dönüşümün yolunu açacaksa, daha köklü, farklı farkı
tedavileri aynı anda uygulamalı. Hayır, Kılıçdaroğlu’nu ben yanlış
anlıyorum da, aklındaki “devleti dinlemek” ise, yandı gülüm keten
helva. O efsunkâr “devletin” sözünü değil de sırtını stetoskopla
dinlemeli. “Devlet benim, biziz; devlet yurttaşa hizmet için,
seçimle işbaşına gelenin talimatını uygulamak için var”
diyebilmeli.
Somutlaştıralım. AB adaylığı, Kıbrıs, Kürt sorunu, Ermeni
Soykırımı ve Ermenistan’la ilişkiler: Bu dosyaların tamamı, ele
alınış biçimleriyle kim olduğumuzu, nereye nasıl ulaşmak
istediğimizi gösteriyor. Başka türlü anlatalım: Önce nereye, nasıl,
kabaca hangi erimde ulaşmayı bileceksiniz ki, karşınıza oturacak
ama kravatlı ama apoletli mutat zevata “siyasi talimat”
verebilesiniz. Talimatınız uygulanmıyor mu, bitmez tükenmez eşgüdüm
toplantılarında havanda su mu dövülüyor, talimatınız uygulanır gibi
yapılıyor da tazyikli bastığınız yüksek debili su alana ancak
gözyaşı gibi mi damlıyor? O zaman da “ne albay ne yarbay hepinize
bay bay” deyip, gönderebileceksiniz.
Teşbihte hata olmazmış, Babıali’nin önünde zaman zaman
üzerlerinde kelleler sergilenen taşlar bunun için vardı. Ekmek için
Ekmeleddin, kâh bahçesi helikopterlerle şenlenen kâh 30
Ağustos’larda rahatsızlanan Gül formüllerini düşünebilen; o
esnekliği, kıvraklığı gösterebilen zihinlerin, devlet tapınçlarıyla
da vedalaşabilmeleri beklenir. Madem feyki gösterdiniz, topu
savunmacının yanına vurup, dirseğinizi de koyup etrafından
dolanacaksınız. Devamını da ya turnikeye girerek, ya ne
bileyim tek ayağı geri çekip üçlüğü göndererek, hiç olmadı sağa
sola, derinlemesine bir yere pas vererek getireceksiniz. Ama
ayaklarınız sabit, iki elle yapıştığınız topu durmadan yukarı aşağı
sallarsanız, ya karşınızdaki “bams” diye vurur kapar elinizden
topu, ya üç saniye dolar, ya ikili sıkıştırma gelir vb.
Öyleyse CHP-İYİP olası iktidarlarında uygulanacak dış politika
için bir “beyaz kağıt” yazma denemesi yapacaklarsa, girişte önce
bir tanım ve tanı koymak durumunda. “Laik bir cumhuriyet olan
Türkiye, en azından yüzelli yıllık Batı’ya yönelimini, NATO, AK,
AGİT, AİHM gibi kurumların kurucusu ve üyesi olarak kanıtlamış,
AB’ye de aday olmuştur” diye başlarsanız, ardını da o bağlamda
getirirsiniz. Bu bağlamda “BELTUR işletmelerinde içki satmadığımız
gibi İHL’lere yahut MEB müfredatına dokunmadan idare ediveririz”
gibi bir seçenek yok. Şark kurnazlığı, akılcılığın yerini tutmuyor.
Genelkurmay’ı MSB’ye bağlayarak sivilleşme iddiası ortaya koyup,
başarısız darbe döneminin Genelkurmay Başkanı’nı mükafaten getirip
MSB atamak, dolayısıyla fiilen Genelkurmay Başkanı’nı getirip,
doğrudan kabine üyesi yapmak gibi.
Ülkemiz, küresel düzensiz göç, yasadışı narkotik ticareti, iklim
değişikliği kaynaklı Akdeniz havzası yangın ve deprem fay
hatlarının üzerinde. NATO’nun başat hasmı Rusya ve hatta ötesinde
Çin’e karşı cephe ülkesi. Kuzey-Güney ayrılığının da, islâm
âleminin de sınır boyunda. Kenarlarında istikrarsızlık ihraç eden
Suriye, Irak ve İran var. Kendi içinde laik-dindar, Alevi-Sünni,
Kürt-Türk, özgürlükçü-karadüzenci gibi sert kutuplaşmalar yaşıyor.
Üstelik AKP Genel Başkanı sıfatı taşıyan cumhurbaşkanı, ender
birleştirici günlerden kalan 30 Ağustos’ta, muhalefeti düpedüz
“içerideki bedhahlar” olarak tanımlıyor. Kimlikçi siyasetten
kaçınmak gerektiği denli, kimlikleri saklayarak da AKMHP’nin
kimlikçi iktidarına seçenek yaratmak mümkün değil. Çoğunluk
baskısı, vasatın tasallutu, ceberrutun cüreti gibi olguların
karşısına çoğulculukla çıkılmalı.
Yukarıda kısaca önerdiğim üzere doğru dış politika kim
olduğumuza karar vererek, kimliğimizi tanımlayarak başlar.
İslâmcılıktan IŞİD çıkar, Taliban çıkar ama bir CDU/CSU muadili
çıkmaz, çıkmadı da. İşin doğasına, mantığa aykırı. Deneyimleyerek,
kendimiz gördük. Sanıyorum deneyimleyerek gördüğümüz bir diğer konu
da dış politika ve ulusal güvenlik politikalarıyla ilgilenenler
dahil bürokraside liyakata fazla umut bağlamamak gerektiği.
Geçenlerdeki bir Dünya Ve Biz yayınında (dk.44:10) Büyükelçi Demiralp’in “liyakat
yerine sadakati koymak” ve “liyakati profesyonellik olarak anlamak”
ifadeleriyle “ruhunu şeytana satan bir daha geri alamaz” uyarısı
yol gösterici olabilir. Nöropsikaytrik değil, ortopedik bir tanı
bu: Omurga sorunu.
Bürokrasi modern devletin temellerinden. Öyle de Napolyon
döneminde yaşamadığımız gibi, örnekse Çin ve Rusya’nın ne denli
profesyonel hariciyecileri olduğuna öykünmek de herhalde pek
yerinde değil. Tersten önermede bulunursak, Çin ve Rusya gibi
olmamanın bir yolu da TSK, MİT, Dışişleri bürokrasilerini ona göre
dönüştürmekten geçiyor. Dönüşüm uzun iş. Parmak şıklatmayla,
hokus-pokusla olmuyor. Oynatacağınız oyunu bileceksiniz, takımı da
ona göre kurup, hazırlayacaksınız. Oyuncunun gözü kenarda, sizde
olacak. Öyle gerektiğini düşündüğünüzde, oyuncu değişikliğini de,
taktik değişikliğini de siz yapacaksınız. Ama her maça farklı
dizilim, farklı stratejiyle de çıkmayacak denli tutarlı
olacaksınız. Kendi belirlediğiniz amacınız, hedefiniz her neyse, o
doğrultuda. (*)
Dış politika özelinde sizin için çözüm, her zaman şapkasından
tavşan çıkarıp, oyunu çevirecek “liyakatlı” bir Hagi bulmak olamaz.
Hagi’ler yok değildi hariciyede, vardı. Ama bugünün dünyasında oyun
değişti, Hagi’lik devri de kapandı. Messi bir Maradona olamadı,
Maradona’nın rakiplerine göre zayıf Napoli ve Arjantin milli
takımlarında tek başına yaptıklarına ve lider karakterine
bakılırsa. Ama Maradona bugün yeniden başlasa, o da Messi gibi
olmak zorunda kalacaktı. Bizim de ne olduğumuz son Avrupa
Şampiyonası’nda kabak gibi ortaya çıkmadı mı? CHP de “hayır biz
Maradona döneminde oynanan topa geri dönmek istiyoruz” demiyor
zaten anladığım kadarıyla.
“Elenseler bitti, oyun arayacağım” dedimdi ama konu yüzükoyun
kendini çayıra attı, ben de konunun kafasını toprağa bastırıp, bir
süre soluklandım. Güreşe ayakta, yazıya Pazar günü devam edelim.
Yeni iktidar döneminde CHP-İYİP Dışişleri, TSK, MİT ve hatta TRT
ile ne yapmalı, neyi nasıl yapabilmelidir, bunları konuşmayı
sürdürelim, “acı acı gülümsetip, ‘genç arkadaş fevri’, ‘çocuk pek
de saf’ dedirtecek” kimi önerilerimizi sorulmadan sıralayalım
dilerseniz.
*Tanıl Bora, Mustafa Denizli’yi betimliyor: “Mütebessim halinde,
saha kenarındaki duruşunda hep bir ‘ucunda ölüm yok, abartmayın’
kalenderliği görürüm, bana iyi gelir. Bazen sanki ‘acaba söylesem
mi’ tereddüdüyle, parmaklarını sigara tutar gibi dudaklarına
götürür, kolunu yarım uzatır, anlayışlı anlayışlı bakar sahaya.
Kılık kıyafeti futbol işindeki birisinden çok Britanyalı sosyal
tarihçiyi andırır.” Hariciyeye de uyarlanabilir, esin verebilir
sanki.
**Acaba Sayın Kılıçdaroğlu, seçmece medya mensuplarını karşısına
dizip prompter’dan konuşma notlarını okuyan Erdoğan’a nazire
yaparcasına Gazete Duvar, MedyascopeTV, ArtıTV, T24, Bianet, Diken
gibi alternatif ve bağımsız mecraların kendi seçecekleri
temsilcilerinin karşısına geçip birkaç saatlik bir söyleşi verse
fena mı olur? Hiç yoktan YouTube’dan yayınlanır, herkes izler. Her
hafta ayrı bir konu seçilip, dizi de olabilir: Anayasa, dış
politika ve savunma, eğitim, ekonomi vb. üzerine.