Benden beklentiyi karşılamaya çabalayayım: Ankara, Libya’da şerefli yenilgiyle beraberlik arasında bir durumda kaldı. Desteğiyle ayakta duran UMH’nın ateşkes çağrısını ve Fransa’yla filizlenen flörtünü sessiz kalarak, görmezden gelerek geçiştirdi. Maliyetini ve gerekçesini sorgulamamız yasak olan havadan lojistik köprüsü ise işlevini değil yavaşlamak, artırarak sürdürüyor. Diplomatik açıdan kullandığı Almanya-Fransa çatlağının ise son Macron-Merkel zirvesiyle kapanmakta olduğu ortaya çıkıyor.
Erdoğan da yeni durumun ayırdına vardığı izlenimi veriyor. Usturuplu biçimde gündemin odağını Doğu Akdeniz’den Karadeniz’e kaydırdı. Büyük ikramiye haberi Sirte’den gelecekti, yerine Zonguldak’tan geldi. “İnsanlık bizde, petrol onlarda kalmış olabilir, olsun” dedi. UMH da zaten yarım ağızla Sirte-Cufra’nın askersizleştirilip, silâhtan arındırılmasıyla yetinmeye eğilimli gözüktü. Karşı taraf, yani LUO da petrol vanalarını gevşetti. İç savaşın iki tarafı arasında yeni bir “Skhirat” (2015, Fas) uzlaşısı olasılığı ve zemini ufukta gözüktü.
Köşeyazısında kişisel bilgi paylaşmak mesleki ayıp biliyorum. Ancak, bu tür “merkeze şifre çeker gibi” yazmanın benim zaten fıtratımda olduğunu eklemeden edemem. Sonunu da klasik “dar penceremden görülebildiği kadarıyla” ibareli bir ortayolcu siyasal değerlendirmeyle bağlar, “kuşkusuz en doğrusunu Ankara bilir” diye noktayı koyar, dalgama bakarım. Bakarım da, o zaman semptomları alt alta sıralayıp, buna karşılık teşhis koymaktan kaçınan, teşhisi koysa bu defa “tedaviyi ben bilmem, idare takdir etsin” diyen bir hekim konumuna düşerim.
Aslında durumun ayırdında olmayan yahut resme baksa da ne anlattığını kavrayamayanlardan biri hatta başlıcası yine CHP. Bir yandan Karadeniz’de gaz duyurusuna coşmasa olmuyor, diğer yandan ABD başkan adayı Biden’e sallama sırasında öne geçme telaşında. Egemenin keyfi siyaseti, oturduğu tünekten benim gibi bir yeşil papağan için ne denli öngörülemezse, CHP için de durum çok farklı değil. O da kapılmış gidiyor bir rüzgâra. Öngörülemezlik ise bizatihi sorunun kendi.
Değerli anayasa hocamız Murat Sevinç’in Diken’de süregiden yazı dizisini okumasını Sayın Kılıçdaroğlu’na önermek isterim. “Parlamenter sistem, başkanlık ve yarı başkanlık sistemleri gibi, bir ‘hükümet biçimi’dir. ‘Cumhuriyet’ ya da ‘monarşi’ gibi kavramlar hükümet değil, ‘devlet biçimine’ dairdir. Bunların ‘demokratik’ olup olmaması ise, siyasal sistemin niteliğiyle ilgilidir.” diyor ABD’ye ilişkin yazısında Sevinç hoca. Benim CHP için bundan çıkardığım sonuç, “devlet” yani “cumhuriyetin dönüşümü” üzerinde konuşmaktan kaçınarak, “sistemin demokratik niteliği” üzerinden muhalefet ne olası, ne anlamlı.
Bakınız Sevinç’in meslektaşı HDP Eş Başkanı Prof. Dr. Mithat Sancar da diğer muhalefet partilerini "iktidar değişikliği sadece yöneten, yönetecek isimlerin değiştirilmesinden ibaretse bu bir değişim değildir" (değişikliktir de bence, dönüşüm değildir.-AS) diye uyarıyor ve ekliyor: “Ülkede savaş politikalarını kendi iktidarının geleceği için güvence gören bir iktidar var. Sadece ülkede değil. Libya, Suriye, Irak, Doğu Akdeniz’de gerilim ve çatışma stratejisi izliyor, böylece iktidarını sürdüreceğini düşünüyor. Demokrasi güçlerinin bir araya gelmesi için en temel şart bu iktidarı ayakta tutan bu politikaya apaçık tavır almaktır.”
İktidar icraat yapmayı kepçeye binmek olarak pazarlarken, CHP de muhalefette sükûneti atalet olarak sunuyor. Mütebessim çehreyle beklemek, sabır, tevekkül İstanbul’da her şeyi güzel kıldıysa, cumhuriyeti devcileyin bir büyükşehir belediyesi gibi tahayyül etmek neden olmasın? Demirtaş’ın hatırına CHP’ye verilen oylar, bu kez de mecburiyetten Kılıçdaroğlu ve Akşener’in “atayacağı” adaya neden gitmesin? Nedeni şu: Vermeden almak Tanrı’ya mahsus. Hani sened-i ittifak?
Metropoll’un kamuoyuyla paylaşmadığı anket sonuçlarını Murat Yetkin yazdı, Özer Sencar da yazıyı paylaştı. Görev onayı yüzde elliyi geçen üç siyasetçi sırasıyla Erdoğan, Yavaş ve İmamoğlu. Ne Yavaş, ne İmamoğlu CHP’li. Neden seçim zamanı geldiğinde “parti disiplinine” uysunlar ve genel merkezin keseceği racona razı gelsinler? Sistem adaylık üzerine kurulu. TBMM işlevsiz olduğu denli, partiler de adayları başkanlığa taşıyacak kampanya makinelerinden ibaret.
Nitekim T24’te Mehmet Tezkan da Akşener’in adaylığından söz etti. Millet İttifakı’nın “eşbaşkanlarıysa” Akşener ve Kılıçdaroğlu, neden olmasın? AKP içinde Soylu açık ara müstakbel veliaht gözüküyormuş ve diğer partiler, özellikle MHP cenahında da popüler. Düşünün artık halimizi. Ya HDP? Akşener kendi açısından takdir ettiğim tutarlılık ve açıksözlülükle HDP’yi PKK’nin uzantısı olarak gördüğünü defalarca açıkladı.
Öyleyse Libya, Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Suriye, Irak “analizi” yapmak ne denli içerikten yoksun kalmak zorundaysa verili bağlamda, bu konularda özellikle CHP’nin ne dediği devlet biçimi ve mutasavver sened-i ittifak için o denli yaşamsal önemde. Bu da memuriyetten kalan hasarlardan bende, bir şeyi öfke patlaması yaşamadan farklı biçimlerde defalarca anlatmaya çalışıp, sonuçta bir duvarla konuştuğunuz duygusuna kapılmak. Anlayacağınız, sonunu bir türlü bağlayamıyorum: “Sıkılıyorum, daralıyorum, isyan ediyorum isyan…”