'Muhlis bir akarsu idi'

Muhlis Akarsu, bir ellerine dini, bir ellerine imanı alıp bunları toplumun üzerine bir kılıç gibi sallayanlara karşı durdu. Esas çözümün barıştan, kardeşlikten geçtiğini anlatmaya çabaladı.

Abone ol

2 Temmuz 1993’te dinci-gerici yobazlar tarafından örgütlü bir şekilde katledilen aydınlarımızdan biri de Muhlis Akarsu’ydu. Barıştan, kardeşlikten, haktan, özgürlükten korkan, ülkeyi tıpkı kafalarının ve kalplerinin içi gibi karanlıkta bırakmak isteyen softalar 33 canımızı katletmiş olsalar da, onların türküleri, şiirleri, yazıları günümüzü aydınlatmaya devam ediyor.

Hâlâ!

Yaktığı türkülerle halkın gönlünde ölümsüzlük mertebesine ulaşan Akarsu, 20 Şubat 1948’te Sivas’ın Minarekaya köyünde dünyaya geldi. Burası bir Alevi köyüydü. Sazın sözün bol olduğu, etrafta pek çok kişinin bağlama çalıp deyiş okuduğu, semah dönüp ağıt yaktığı bir yerdi. Hal böyle olunca Akarsu da sazla sözle iç içe bir çocukluk geçirdi. Bir yandan okula giderken bir yandan da bağlama çalmayı öğreniyordu.

Yeteneği hevesiyle birleşince çok geçmeden, henüz çocuk denecek yaşta çeşitli meclislerde çalıp söylemeye başladı. Eli hızlı, sesi yanıktı. Dinleyenlerin ondan etkilenmemesi mümkün değildi.

Malatya’ya göç ettiklerinde maddi imkânsızlıklar sebebiyle okulu bırakan Akarsu, bir yandan çalışıp bir yandan bağlama çalmaya devam etti. Kısa süre sonra cemlerin ve meclislerin aranan isimlerinden biri olarak görülmeye başlandı. Bu da onu çıktığı âşıklık yolunda destekleyen şeylerin başında geliyordu.

Genç yaşında mahir bir ozan olarak nam salan Akarsu, kariyerinin ilk yıllarında geleneksel Alevi-Bektaşi türkülerini icra etti, olgunluk döneminde de kendi türkülerini yazmaya başladı. Akarsu’yu Akarsu yapan şey işte bu türkülerdi. Alevi-Bektaşi geleneğiyle kavrulan ve âşıklık kültürünün yüzlerce yıllık mirasına sırtını dayayan Akarsu, yaktığı türkülere de kendi mührünü vurmayı bildi.

Bir türküsünde;

Doğarken farklı doğmadık
Ayırma bizi kendinden
Yakışmaz bize ikilik
Ayırma bizi kendinden

diyerek ayrımcılığa, din, dil, ırk ve mezhep üzerinden düşmanlık körükleyenlere, farklılıkları ve farklı olanı yok etmeye çalışanlara karşı geldi.

Bunu bir başta türküde de şu şekilde ifade etti:

Allah kul yaratmış biri de benim
Kimden kaldı benim imanım dinim
Ne şeytan tanırım ne de peri cin
Konuşan insanım görsünler beni

Akarsu’nun türkülerinde toplumcu-gerçekçi bir tutum da vardı. Bu tutum onun sadece türkülerinde değil, bizatihi hayatında mevcuttu.

Bir türküsünde;

İnsan Hak’tır Hak insandır biliriz
Gönüllerde açar bizim gülümüz
Akarsu’yum bacı kardaş hepimiz
Demokrasi nerde ise ordayız

dedi. Hem birliğe hem de demokrasiye vurgu yaparak yobazlığa karşı açıkça tavır aldı, “Softaların sözlerine kanmayız” diye de ekledi.

Ne var ki softaların oyunları, kinleri bitmedi. Karanlık zihniyetler, özellikle mezhepçilik üzerinden ülkeyi karıştırmaya, canları yakmaya devam etti. Akarsu da bunun üzerine;

Akarsu derdi ile döndük bir zaman
Başımızda gitmez kara bir duman
En büyük kozları din ile iman
Beş vakit edip de hey dost kıldılar bizi

dedi. Bir ellerine dini, bir ellerine imanı alıp bunları toplumun üzerine bir kılıç gibi sallayanlara karşı durdu. Esas çözümün barıştan, kardeşlikten geçtiğini anlatmaya çabaladı.

Akarsu’nun türkülerinden öne çıkan temalardan biri de gurbet, hasret gibi kavramlardı. Özellikle Almanya’ya göçen işçilerin yaşadıkları sorunları, sıkıntıları, özlemleri de bağlamasının tellerine dokudu.

Akşam olur gölge basar
Umuduma yeller eser
Yokluk imkânımı keser
Gurbeti ben mi yarattım

dedi. Bir başkasındaysa;

Virane köyümün dağları karlı
Her gün ah çekerim sinem yaralı
Yıkılası şu gurbette duralı
Gurbet bana ben gurbete alıştım

dedi...

Akarsu, türküler yüzünden bir tarafça alkışlandı, bir tarafça sürekli tehdit edildi. Hatta 12 Eylül döneminde cezaevine girip yaklaşık 3 yıl boyunca mahpus bile yattı. Ancak yine de yolundan dönmedi; kalbinden geçeni türkülerle bezeyerek halkın yüreğine dokunuverdi.

Düşmanlarının bile dinlemekten geri duramadıkları bu türküler, 2 Temmuz 1993’te susturulmaya çalışıldı. Onunla beraber barış, kardeşlik, özgürlük ve adalet de susturulmaya çalışıldı. Ama hesaplar tutmadı; türküler daha çok yerde çalınıp söylenmeye, barış ve eşitlik sloganları daha çok yerde yankılanmaya devam etti.

Muhlis Akarsu kariyeri boyunca 100’den fazla 45’liğe, 4 uzunçalara ve 50’ye yakın kasete imza attı. Kaleme aldığı 300’den fazla şiiriyle döneminin en üretken sanatçılarından birisi olarak kabul edildi. Sadece bu kadarla da kalmadı. TRT’de radyo programları yaptı ve bizzat derlediği türküleri TRT kayıtlarına soktu.

Âşık İhsanî’nin deyişiyle “Ne dediğini bilen ve alnının terini ‘Hak’ diye silen bir ozan”dı Akarsu. Bir diğer büyük âşık olan Mahzuni Şerif ise onun hakkında şöyle dedi:

“Son derece yanık ve tok sesiyle bir zamanlar plak ve kasetlerde rekor düzeyinde eserler sergiledi. ‘Kula kulluk yakışır mı?’ derken bir başka içtenlik keşfedersiniz Muhlis’imde. Son derece kararlı tavrı, güler yüzü, yanık sesi ve sazıyla, mükemmel bir halk adamıydı o.”

Evet, Muhlis bir akarsu idi.

Türküleri söylendiği müddetçe de bir akarsu olmaya devam edecek.

Vesselam!