Müjdenin müjdesi ve halledilen işin yasası

Yapılması gereken buydu. Bu kez iş hamasete ve siyasetsizliğe terk edilmedi. Muhalefet partilerinin, “ya benim yanımdasın ya da terörün” diyen AKP şantaj siyasetine bu kez teslim olmamasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elini fena halde yanlış oynamasının da büyük rolü oldu. Toplumda vicdan namına kalmış ne varsa hareketlendi.

Sevilay Çelenk sevcelenk@yahoo.com

Haftanın yazılması ve konuşulması gereken bütün diğer konuları Garê gerçeği karşısında iptal oldu. Garê’ye yapılan operasyonda uzun yıllardır PKK’nın elinde tutsak olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 13 kişi yaşamını yitirdi. Her şeyden evvel ölenlerin yakınlarına ve ailelerine sonsuz sabır diliyorum. Teröre de bin kez lanet olsun... Bu yazıya böyle başlayayım istedim. Böyle başlayayım da kırk yıllık riya siyasetini hep bu noktadan kurmuş olan ve “Sen önce terörü lanetle!” diyen ses aradan çekilsin. Olan biteni anlamaya ya da sorgulamaya çalışan diğer seslerin bu şekilde bastırılması ve kötülüklerin böylece temize çekilmesi de yetsin.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz çarşamba günü tüm vatandaşları ilgilendiren müjdeli bir haber vereceğini söylemesinin ardından müjde olayı hızla uzaya ve fezaya havale edilmişti biliyorsunuz. Sonradan dendi ki esas müjde işte o tutsakların kurtarılması olacakmış. Olmadı... Altı yıllık kabus böyle bitti. Düşünebiliyor musunuz, her Allah’ın günü hiç bilmediğiniz bir yerde, hiç bilmediğiniz koşullarda tutsak olan bir oğlunuz, kardeşiniz ya da eşinizin olduğu bir dünyaya uyanıyor, her gece bu katlanılması güç gerçekle yatağa gidiyorsunuz. Uykusuz geceler, dualar ve adaklar, yetkililere ziyaretler, dikkate alınmamalar, hesaba katılmamalarla geçen altı koca yıl. Ne acı bir son. Ne büyük bir acı...

“Müjde” vermeye endeksli bir siyaset, tutsakları kurtarmaya odaklanan sessiz sedasız bir süreç işletmeyi aklından bile geçirmemiş görünüyor. Öyleyse dünyanın her yerinde bu tür terör olaylarını yoldan çıkmış iktidarlarına kalkan yapanlara, hak, hukuk, özgürlük gaspının ya da açlığın ve yoksulluğun üzerini örtmek için -siyasetin yolunu tıkayarak- terörün ömrünü uzatanlara da lanet olsun... Diyarbakır HDP binasının önüne anneleri yığmaya ve yaz kış demeden orada tutmaya odaklanmış enerjinin yarısı harcansaydı bu vatandaşlar kurtarılamaz mıydı? Devletin annelere çare olarak işaret ettiği kapıyla, dönüp hepimize “terörist” diye işaret ettiği kapı aynı kapı. HDP kapısı. Bundaki tuhaflık kimsenin dikkatin çekmiyor mu? Bu konuda daha fazla bir şey demeyeceğim.

Benim bugün meselem daha fazla muhalefetle. Kaç gündür nefesimizi tutmuş, muhalefetin Garê operasyonu karşısında ne yapacağını, AKP rehberliğinde yeniden “memleket masasına” çömelip çömelmeyeceğini anlamaya çalışıyorduk. Neyse ki bu kez öyle olmadı. Kemal Kılıçdaroğlu CHP grup toplantısında bu konuyu konuşurken sorulması gerek her soruyu beş maddede yerli yerince sordu. HDP haklı ve özenli bir açıklama yayınladı. En dikkat çekici olan da Meral Akşener’in partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmaydı. Akşener uzun konuşmasını şöyle tamamladı: “Bu işte, siyasetin parmağı var mı, yok mu bilmek isteriz. Bu aziz milletimizin en doğal hakkı, bizim de milletimize karşı görevimizdir. Siz, şehit anasını kongreye canlı bağlayıp, felaketten siyaset devşirme peşinde koşabilirsiniz. Biz koşamayız. Siz, sosyal medyada, meclis kürsülerinden linç kampanyaları başlatıp, şehitlerimizi sizden olmayana saldırmak için araç yapmaya cüret edebilirsiniz. Biz edemeyiz. Siz, ülkemize yaşattığınız her felakette takındığınız aymaz tavırla, ‘Şov devam etmeli.’ diyebilirsiniz. Biz diyemeyiz. Demeyeceğiz!” Akşener ayrıca “Suudların kralı öldüğünde ilan ettiğin yası, evlatlarımıza neden çok görüyorsun?” diye sormakla kalmadı, Erdoğan’ın parti kongresinde espri yapıp gülmesine de tepki gösterdi: “Böyle şımarıklık, böyle izansızlık olmaz. Böyle devlet yönetilmez” dedi

Yapılması gereken buydu. Bu kez iş hamasete ve siyasetsizliğe terk edilmedi. Muhalefet partilerinin, “ya benim yanımdasın ya da terörün” diyen AKP şantaj siyasetine bu kez teslim olmamasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elini fena halde yanlış oynamasının da büyük rolü oldu. Toplumda vicdan namına kalmış ne varsa hareketlendi. AKP kongresine ağlamaktan konuşamayan şehit annesini bağlatmak ve evladını kaybettiği için neredeyse sevinmesi gerektiğini söylemek kimin aklına gelirdi, varın siz cevap verin. Böyle büyük bir yanlış karşısında muhalefet de en azından sorulması gereken en temel sorulardan başlayabildi.

Biz muhalefete bakalım.

Gerçekten de muhalefetimiz bu şantaj siyasetine boyun eğmeyip layığınca muhalefet edebiliyor olsaydı bugüne dek birçok kritik meselenin çözümünde bu ülkenin neredeyse yarı nüfusunu arkasına alabilir ve ülkeyi bu kabustan çıkarabilirdi. Ama maalesef öyle olamadı. Muhalefet bakımından sadece liderlik düzeyinde görünür olan ya da siyaset gündemine yön vermede yaşanan bir sorundan söz etmiyorum. Meclis çalışmalarında da benzer bir durum söz konusu. Meclis’te çeşitli komisyonlarda sürdürülen çalışmalarda yeni hükümet sisteminin de yardımıyla muhalefet vekilleri iyiden iyiye etkisizleşti. Bunu iki gün evvel Ayşe Çavdar da uzun uzadıya yazdı. Ben de birkaç gün evvel bir şekilde internette karşıma çıkan bir tutanak parçasının önünü sonunu merak etmekteydim ve kaynağını araştırıyordum. Ayşe’den esinlenerek peşine düşeyim dedim. Olay TBMM Dijital Mecralar Komisyonunda geçiyor. Gerçekten insan okuduğuna inanamıyor. İçişleri Bakanı, katıldığı komisyon toplantısında tam olarak şunları söylüyor

 “...yerli ve milli teknolojileri kullanarak dijital ortama aktarmak amacıyla çok sayıda proje yürütüyoruz. Müsaadenizle bu projelerin bazılarından bahsetmek isterim. Tüm vatandaşlarımızla bir şekilde temas... size şunu söyleyeyim: Bazı vatandaşlarımıza kolaylaştırıcı hizmeti de -yani beni bağışlayın burada Meclis var tabii- kanun çıkmadan kendimiz sağladık, kanun peşinden getirdik; riski de kendim aldım. Yani bunu sağlamak lazımdı çünkü vatandaşlarımızın bu konuda ortaya koyduğu talep en üst düzeydeydi, bunu yaptım sonra da kanun peşinden geldi çünkü kanunun ne zaman çıkacağı ve nasıl çıkacağı, hangi zaman diliminde çıkacağı -bizim kanun süresini o dönemlerde söylüyorum, bizim de yasamanın içinde bulunduğumuz dönemler için söylüyorum- ve burada da çok başarılı işler yapıldı, gerçekleştirildi. Kanun da peşinden gelivermiş oldu. Örneğin, bizim kurumlarımızda işte, birtakım savcılık belgelerinin gidip başka kurumlardan savcılık belgesinin alınıp alınmaması, oysa biz alabiliyoruz. Bir talimatla beraber -Bundan sonra siz alacaksınız, vatandaşı göndermeyeceksiniz.- dedik, sonra bunun kanuni düzenlemelerini ortaya koyabilmeyi sağlayabildik ve bunu gerçekleştirebildik...”

Görüyorsunuz bugünkü konuyla doğrudan ilgili olmamasına rağmen upuzun bir alıntı yaptım. Çünkü mahiyeti farklı olsa da mantığı aynı. Müjdenin müjdesi veriliyor, çoktan halledilmiş işin yasası sonradan çıkarılıyor. İşler artık böyle... Sen belgeni savcılıktan alıver, kanunu da peşi sıra geliversin. Hatta savcıyı hakimi atlayarak mahkemeni kur, kararını ver. Onlar da ardından geliversin. Vatandaş gülüversin. Gulliver. Üç beş günde devri alem... Burada çok acayip olan şey Bakan Soylu’nun söyledikleri değil. O tekçi rejimin nevi şahsına münhasır, özgür ve özerk “tek” adamı. Esas tuhaflığı bakanın bu konuşmasının devamını okuyunca görüyorsunuz, muhalefet vekilleri bu konuşmanın üzerinden yağ gibi kayıp bambaşka mecralara akıvermiş. Normal bir ülkenin henüz normal seyrinde olan parlamentosunda bu cümlelerle yer yerinden oynamaz mıydı oysa?

Bu manzara muhalif vekillerin TBMM’de ürettiği görece hafif manzaralardan biri. Garê operasyonunun ertesi günü TBMM oturumlarını izlemeliydiniz. Kürsüye gelen muhalefet vekilleri arasında “Bugün siyaset konuşmayacağız, polemiklere girmeyeceğiz, aynı duyarlılığı herkesten bekleriz” anlamında cümleleri ardı ardına sıralayanlar bile vardı. “Siyasi ikbal kaygılarını bir tarafa bırakalım” diyorlardı. Demek ki siyaset zaten bir ikbal kavgasıydı ki acı günde askıya alınması gerekiyordu... Hay maşallah!

Oysa tam 13 yurttaş yitirilmiş... Siyaset bunun hesabını sormakla ilgili bir iş değilse, neyle ilgili? Neyse ki Garé operasyonu sonrasında yukarıda belirttiğim gibi muhalefet liderleri bu tutumu sürdürmedi. Ahmet Davutoğlu ve Temel Karamollaoğlu da bu meselenin siyasi mahiyetini kavramak gerekliliğini her biri kendi meşrebince anlattı. Karamollaoğlu "İktidarın, sanki bu başarısızlık muhalefete aitmiş gibi bir tavır sergilemesini kabullenmek mümkün değil" diye konuştu.  Davutoğlu kurtarma operasyonunun önceden haber verilmesindeki vahametin altını çizerek, “Cumhurbaşkanı müjdeyi önceden verdi. Örgütler bu açıklamaları kendilerine göre değerlendirir, tedbir alırlar. Önceden söylenmez. Garê operasyonunda iki ayrı operasyon türünün karıştırıldığı, bu hatanın sonucunu da şehit düşen vatandaşlarımızın ödediği anlaşılıyor” dedi.

Muhalefet cenahında olması gereken budur. Altı yıl bekleyişin sonunda gelen bu başarısızlığın ne HDP’ye ne de toplumsal muhalefetin diğer bileşenlerine yansıtılmasına izin verilebilir.

 Altı yıl. Dile kolay. Analara, bacılara, eşlere, evlatlara hiç kolay değil...

 
 
 
Tüm yazılarını göster