Tekstilden zengin olmuş evli adam, erkek âlemi ve iş dünyasının
görünmez yasaları uyarınca, sevgili edinmiş, ancak bunu geçici
heves ve kaçamak seviyesinde tutmayarak, eşinden boşanıp
sevgilisiyle evlenmeye karar vermiş. Hayır, evli adam başkasını
sevdi diye hemen olumsuz hava yaratmıyoruz. Adamın çevirdiği dolap
Türk-İslâmcı ahlâk teşhir salonundaki yerine pek yakışmış, ondan
ötürü böyle konuşuyoruz. Adam, eşine ve iki çocuğuna, “Ne yapayım,
gönül ferman dinlemiyor,” dememiş. “Ben de himmet ödedim, FETÖ’cü
diye alabilirler, aman ha!” demiş. Mal varlıklarını ve aile
ikâmetgâhını ABD’ye taşıyan kahramanımız, aile bireylerini “kağıt
üzerinde boşanma” senaryosuna ikna etmiş, bu senaryo ışığında eşi,
bizzat adamın avukatına vekalet vermekte sakınca görmemiş. Çünkü
adam demiş ki: “Beni alırlarsa mal varlığımıza da el koyarlar.” El
koyuyorlar mı? Koyuyorlar. E, Allah için, her şey çok mantıklı
görünmüş, kendisi de iş hayatında başarılı olmuş kadına.
Boşanmışlar. Adam ona çaktırmadan sevgiliyle evlenmiş. Allah için,
süper plan! Her türlü düzenbazın Allah için diyerek kurduğu sakil
düzeneklere benzemiyor. Adam bir süre pek becerikli teşkilatçılara
sahiden yanaşmış, sahiden bir şeyler kapmış olmalı.
Hak-hukuk tanımaz, adalet ve eşitlik düşmanı Türk-İslâmcı
iktidarın bu memlekette neleri değiştirdiği üzerine kafa yoruyorum.
Bunu plan dahilinde yapmıyorum. Kendimi bunu yaparken buluyorum. Ve
şundan eminim ki, yalnız hak, adalet gibi, dine göre bile kısmen
insan icadı olanları değil, bizzat Allah, peygamber gibi kavramlar,
bir büyük âhengin vücut bulduğu yaşama ortamı olması hayal edilmiş
din müessesesi, ahlâk gibi, ortak insanlık değeri olacağı
varsayılmış, pratik sonuçlar vermesi beklenen maneviyat ilkesi,
ırkçı-milliyetçi tahakküm zihniyetinin emrinde, günümüz
sözde-dindarlığının ruhundan çoktan dışlandı. İktidar destekçisi
ortalama dindarın zihninde bunlar zaten kendilerine hangi içerikle
ne kadar yer bulmuşlardı, anlaşıldı ki, bu da şüphelidir. Şimdi de,
bir derin adalet duygusu ve topluluk vicdanı mahiyetindeki dinî
fikriyat ve hissiyat toplum hayatından siliniyor. Adaletçi ve
eşitlikçi bir İslâm yorumunu vaaz eden İhsan Eliaçık’a -altı sene
hapsin yanı sıra!- verilen “İstanbul’dan çıkmama” cezasının
simgeselliği müthiş…
KAYBEDİLECEK ZİNCİRLER AHLÂKI BOZAR
Batı’nın pahalı butik dükkânlarından takımlar getirtip giyen,
sıradan insanın ömrü boyunca çalışsa bir araya getiremeyeceği
paralara alınan makam arabalarında, maaşlarını bizim ödediğimiz
korumalar eşliğinde gezen, saray gibi lüks evlerde veya bizzat
saraylarda yaşayan insanların artık aşırı hassaslaşmış, bazı
kelimeleri işittiğinde incinen kıymetli kulaklarına pek köhne, pek
beylik gelecektir, ama sahiden sofrasına iki tas yemeği zor koyan
milyonların yaşadığı bir ülke, burası. Dünya nüfusunun üçte
birinden fazlasının günde iki dolardan azıyla yaşadığını falan,
bakın, ortaya getirmiyorum. Çok sayıda yoksulu olan zengin bir
ülkedeyiz. Türk-İslâmcı muktedirlerin nasıl yaşadığına bakın.
Kaybedecek bu kadar çok şeyi biriktirdiğinizde ahlâksız olmanız
kaçınılmazdır. Korkak ve zorba olmanız da. Herkesi servetinize,
iktidarınıza göz dikmiş görürsünüz.
Elde edemediğiniz şeylerin -şu kültürel iktidar meselesi ne
büyük acılara yol açıyor yarabbim!- yarattığı hırs, artık sadece
öğütücü, tüketici bir mekanizma haline gelmiş bulunan ve içine ne
boca ederseniz edin asla tatmin olmayan ruhunuzda fırtınalar
yaratır. Hırs, ruhunuzu bir yandan yok etme arzusuyla öbür yandan
daha çoğunu elde etme tutkusuyla doldurur. Düşman saydığınızı,
hattâ sadece kendinizden saymadığınızı yok edebilmek de bir çeşit
zenginleşmedir, bu ruhlar için. Ele geçirdiklerini düşünürler.
Öldürmek bir çeşit ele geçirmedir. Öldürdüğünü değil, ondan kalan
boşluğu.
Yeri geldi, söyleyeyim; şu “fetih” meseleleri, sadece siyasî
işler değil. Ele geçirilmek istenen sadece toprak değil. Bir halkı
bir yerden sürmek, sadece toprağına el koymayı sağlayacağı için
değil, başlı başına, sürebilme kudretinin ispatı olduğu için de
zenginleşme sayar haris ruhlar bunu.
AŞAĞI İNDİKÇE
Zenginlikten, alabilmekten, yiyebilmekten, giyebilmekten, içeri
attırabilmekten, bombalatabilmekten duyulan muktedir mütehakkim
tatmini, kendi başına herhangi bir iktidar kırıntısına sahip
bulunmayan fakat muktedirlere sürtünerek üzerine iktidar kokusu
bulaştırarak kudretten nasiplenenlere doğru, aşağı inildikçe, kendi
gibi olmayanların ölülerinin ardından küfür edebilmekten,
parçalanmış cesetlere bakıp oh çekebilmekten duyulan bir başka
aşağılık tatmine dönüşüyor.
Yukarıdakilerin yarattığı ortamda, düzenbaz işadamı, devlete
yerleşmekte olan gizli örgütün kabuğu niteliğindeki cemaate
“himmet” ödüyor. Çünkü karşısında bir iktidar türü var. İşadamı
dediğin, iktidara duyarlıdır; başlıca hüneri onu ehlileştirmededir.
İşin, trajik anlamda güzelliği şurada ki, ödedi mi, bunu da
bilmiyoruz. Adam dindar mı, cemaatle bir alâkası var mı,
bilmiyoruz. Öyküden anlayabildiğimiz kadarıyla, muhtemelen bu
“himmet” ödenmese olmayacak veya ödendiğinde birtakım avantajlar
elde edilecek, bundan ötürü ödüyor. Bir “ortam” oluşturulmuş yani;
bunu biliyoruz. O arada hayat değişiyor. Hem özel hayat hem toplum
ve siyaset. Avantaj sağlamak için himmet ödenen, çünkü şimdi
kendisini her kaçtığı köşede bulup ezmek için didinen muktedirlerle
birlikte bal gibi ortak iktidar oluşturmuş teşkilat artık muktedir
değil. Himmete lüzum yok, işadamımızın parası cebinde kalabilir.
Fakat o da nesi! Para hepten gidebilir! Niyesini biliyorsunuz.
Zamanda geriye sıçrayalım. Cemaat henüz FETÖ olmamış, himmetler
ödeniyor, polis şeflerinin, savcıların kibrinden geçilmiyor,
bugünün yılmaz anti-FETÖ savaşçıları ile Cemaat’in iki dirhem bir
çekirdek halkla ilişkiler sorumluları el ele kol kola… Ve
işadamımız bir salona giriyor. Dindar iş insanlarıyla dolu bir
salona.
Şöyle tasalanmalıydı: Ulan ben şu anda sırf bugünün
imkânlarından yoksun kalmayayım veya gıcık olup beni batırmasınlar
diye cismim burada, ruhum dışarıda takılıyorum; ya biri
çakarsa?
Kimse çakamazmış.
Denecektir ki: “O FETÖ ortamıydı.”
Şöyle izah edeyim: Bunu yiyecek kimse kalmadı. Irkçılıkla, işçi
ve yoksul düşmanlığıyla mâlûl, hilesiz iş görülemeyen ortamınızdır
bu. Hepinizin ortamı. Birlikte yarattığınız ortam. Bugünün
muktedirlerinin dahil olduğu bütün bir “FETÖ” hikâyesi, tam
teşkilatlı dalavera eğitimidir. Uyanık işadamının hattı harekâtı,
hayat pratiğinizdir. Seçimli parlamentolu bir entipüften hukuk
düzeninde iktidar olup kaba kuvvetle her şeyi havaya
uçuranlarsınız. İşadamı sanki sizi kılavuz almış. Korkuyla tehditle
pıstırma, “aman terörist derler!” diye kıstırma faslı bile tıpkı
siz!
Bugüne kadar, sırf şu son üç-beş senede gerçekleşen, herkesin
gördüğü duyduğu, azıcık hak-adalet, vicdan-merhamet sahibi ortalama
dindarın tepki göstermesi beklenecek fakat göstermediği korkunç
hadiseleri ve rezaletleri sıralamayacağım. (Bunları bir ansiklopedi
halinde derlemeli.) Hayatına kendi eliyle son veren gencecik bir
insanın ardından şöyle yazdı bir kadın (trol değil, AKP
bişeysiymiş): “Atanamayan 500 bin öğretmen var. Kimse intihar
etmiyor dini imanı Allah korkusu olanlar. demekki ateist deist miş
bu bayan gittiği yerde cehennemdir tabi Allah bilir ama görünen
köyde kılavuz istemz yani. bir de cehape nin bir oyu daha
azaldı.”
Dilini böyle yazışına takılmamız sanırım fazla lüks kaçacak şu
durum karşısında. Fakat üslûbunun dışavurduğu sükûnet ürperticidir.
Galiz küfürler etmiyor. Kendinden çok emin, işlediğinin bir büyük
suç, nice büyük suçların eşlikçisi, devamı, yer yer sebebi olabilen
bir suç olduğunun farkında değil. “Şu himmeti ödeyeyim de şu
piyasaya gireyim” diyerek yüzüne taktığı tebessümle koyu renk
takımlı adamların caka sattığı salona dalan işadamı edâsında. Yüz
kızartıcı tavrının meşruiyetini şüphesiz ufacık bir çocuğun
cenazesinin ve annesinin kalabalığa yuhalatılmasından aldı.
Paramparça cesetlerin ve can çekişen insanların üzerine sıkılan
gazla beslendi. Galiz küfürler eşliğinde yerlerde sürüklenen
cesetleri, kurbanların ıslıklanışını, “bizden değil” ilan edilişini
izlerken, “oh, geberin!” haykırışlarını dinlerken edindi yeni temel
değerlerini. Bu değerler âleminde ilâhî adalet veya bizzat Allah
kavramına yer var mı, pek şüpheli.
Sonra adam demiş ki, “FETÖ’cü diye malımızı mülkümüzü alırlar
alimallah” demiş…