Başlığı görenler, iddiayı hemen yanlışlayabilir, hatta sosyal
medyada neler neler yazarlar; üniversite öğrencisi olduğumuz
yıllarda bizim yan fakülte olan Hukuk’a yaptığımız gibi. Evet
Mülkiyeye girmek ne yazık ki eskisi kadar zor değil. Fakat yine de
ben Mülkiye’ye girmenin zorluğu üzerine birkaç kelam edeceğim, ikna
olabilecekler için.
Yirmi yılı aşan bir süre önce girdim Mülkiye’ye. Henüz liseye
başlamadan; birkaç kitap okuyup Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir
isimlerini duyup onların nerede okuduğunu öğrenerek verdiğim çok
erken, çok öznel bir karardı. Annem, babam tıp ya da mühendislik
okumamı isterdi; onları kaymakam, vali olacağıma ikna ettim. Aslına
bakarsanız o zamanki aklımla kendimi de ikna ediyordum, halkının
yanında, onunla birlik olan, gücü birlikte kullanan bir idareci
hayali. Devrimcilikle devletlilik arasında tuhaf ve çocukça
hayaller, yaşıma yaraşır şeylerdi.
Çok uzatmayayım, herhalde insanın başına az gelen şeylerden
biridir, Fakülteye girdiğimde bir anlamda hayallerim gerçek oldu.
Bugünden baktığımda, Türkiye’de eşi pek bulunmayan – belki belli
bakımlardan Boğaziçi Üniversitesi’nin o zamanlarıyla
karşılaştırılabilir- dünyada da örneği az olan bir ortamın bizler
üniversiteye gelmeden önce yeşermiş olduğunu gördüm. O ortamda
devlet bürokrasisi ve eleştirel gelenek bütün katmanlarıyla ve
birlikte yetişiyordu. Öğrenciliğimizde içinde bulunduğumuz
topluluklar ve derneğimiz SBF-DER’de, geleneğin sürekli
devletliliğe dayandırılmasına karşı Mülkiye adını değil Siyasal’ı
esas aldık; -şükür hala Siyasallıyız-. Üniversite deneyiminin
şaşırtıcı bir şey olduğunu/olması gerektiğini o ortamda gördüm.
Daha önce görmediğin bir şeyi görmek, duymadığın bir şeyi duymak,
dokunmadığın bir şeye dokunmak, yapmadığın bir şeyi yapmak… Bahis
konusu şaşırma deneyimini yaratanların çok büyük bölümü, 2016 ve
2017 yıllarında çıkarılan Olağanüstü Hal KHK’leri ile
Fakültelerinden ihraç edildiler, zorla emekli edildiler ya da
dayanamayıp istifa ettiler.
Türkiye’de üniversitelerde konuşulması pek hoş karşılanmayan
meselelerin özgür ve her görüşten katılıma açık tartışmacı
biçimiyle ele alınabildiği başlı başına şaşırtıcıdır. Derslerinde
Yunan tanrısı/tanrıçasına dönüşen hocaların yanlarına gidip
görüşlerine katılmadığınızı söylediğinizde daha kavgacı olmanız
gerektiğini, bunları derste ifade etmeniz gerektiğini söylerler.
Sesiniz kısıksa sesinizi yükseltmenizi isterler; saygısızlık talebi
değildir bu, eşitlik deneyimidir. Eşitlik ve özgürlük deneyimi
başlı başına şaşırtıcıdır; üniversiteyi üniversite yapan bu cüreti
kazandırmasıdır belki de. Belki de bu cüret sayesinde kamuya giriş
yazılı sınavlarında en başarılı Fakülte idi Mülkiye, belki de bu
yüzden tanıdığınız gazetecilerin, akademisyenlerin bir bölümü
Mülkiyelidir, bu cürettir belki de Mülkiye’de yeşeren şiirin sesine
güç katan.
Elbette ki Fakülte bundan ibaret değildi, hatta sayıca azdı,
fakat üniversite deneyimini yaşadığınız zaman, geri kalan “sayıca
büyük parça” da onun eki oluyordu. OHAL KHK’leri ile yapılan
aslında bu deneyimi ortadan kaldırmak, KHK’ler ile koparılan parça
sayesinde “üniversite”yi yok etmekti. Şimdi bu parça, yaklaşık 7
yılın ardından mahkeme kararları ile kuruma geri dönüyor; “kurum”
ise daha mahkeme kararını uygulamadan mahkeme kararına itiraz
ediyor, hem de hukuken böyle bir hakkının tartışmalı olmasına
rağmen. Üniversiteye geri dönen hocalarımız hakkında bölge idare
mahkemelerinin verdiği yürütmeyi durdurma kararları yeni bir
eziyete dönüşüyor, 7 yıl sonra ikinci defa atılmış oluyorlar.
MÜLKİYE'YE GİRMEKTE BAŞKA TÜR BİR ZORLUK
2017 Şubat'ında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden OHAL KHK’si ile
atılmamın ardından, 2018 yılında yapılan Mülkiyeliler Birliği
seçimlerinde yönetim kurulu başkanlığına seçildim. Aslına
bakarsanız Mülkiyeliler, 2018 genel kurulunda, 1980 darbesi
sonrasında yaptıklarını tekrarladılar, kurumlarına sahip çıktılar.
Nasıl 1402 sayılı sıkıyönetim kanunu uyarınca Fakültelerinden
atılan dekanlarını o dönem başkan yaptılarsa…
Mülkiyeliler Birliği Başkanı olarak Fakülte’ye girmem o dönem
yasaktı. Resmi davetlerde, elimdeki davetiyeye rağmen polis
ricası/zoruyla Fakülte kapısından uzaklaştırıldım. Bunun yarattığı
duyguyu anlatmam zor, duygunun çok önemi de yok. Saf bir gerçeklik,
bütün emeğinizi yatırdığınız, asla işyeri olarak görmediğiniz bir
kapının ötesine geçememek, Mülkiye’ye girememek. -2000’lerin
ortalarından itibaren kamu sınavlarında başarılı olup kadroların
Fethullahçılar ya da başka cemaatlerce belirlenmesi nedeniyle
mülakat kapısını aşamayanlar anlayacaklardır.-
Uzatmayayım, 2019 yılında bu nedenle üniversite sınavına girdim,
Mülkiye’ye girmenin zorluğunu aşmak için. Biraz da derler ya zevk
için girdiğim sınavda Mülkiye’yi kazanabiliyor olmama çok şaşırdım,
üzüldüm. Fakültede tekrar öğrenci olmam fikrine kendinden daha önce
görmediğim bir sertlikte itiraz eden sevgili hocam Murat Sevinç’in
uyarısının ardından DTCF Tarih bölümüne girdim. Fakat öğrenci
kimlik kartım dahi o dönem Mülkiye’ye girmeme yardımcı
olmamıştı.
Bu kadar uzattıktan sonra diyeceğim şu: Geleneği olan kurumların
ki Türkiye’de azdır, geleneklerini her dönem icat etmeleri
önemlidir; puan sıralamadan daha önemlidir. Yeniden yeniden
yaratılır; yeniden yeniden saldırıya uğrarlar.