Prof. Mümtaz Soysal 11 Kasım 2019 Pazartesi günü, vefat
etti.
Eski ‘Kürsü’mün temel taşı olan hocalarındandı.
Mümtaz Soysal yalnızca kürsü hocası değildi. 1961
Anayasası’ndaki emeği, o dönem hocalarının bazı klasik siyaset
bilimi eserleri çevirilerindeki rolü (örneğin meşhur
Federalistler’in bir kısmını Türkçe’ye kazandırmıştır.), 1960’ların
düşünce yaşamına damga vurmuş YÖN Dergisi yılları, 12 Mart’ta ‘SBF
Dekanı’ iken ders anlattığı esnada askerlerce alınıp cezaevine
konulması, 12 Eylül günleri, Kıbrıs sorunu, özelleştirmelere karşı
tavrı ve çabası, siyaset ve kısa süren bakanlık günleri, Cumhuriyet
gazetesinde tamamladığı köşe yazarlığı, particilik... Yalnızca bir
iki durak, Hoca’nın yaşamında.
Çok uzun yıllar akademi, düşünce yaşamı ve siyasete damga vurmuş
bir ‘Cumhuriyet kuşağı’ aydını Mümtaz Soysal. Düşüncelerini
benimseyenler kadar, kuşkusuz benimsemeyenlerin de olduğu bir
akademisyen. Buna mukabil düşüncelerine karşı olup kayıtsız
kalamayanların da, saygıda kusur etmediği, önemli bir ‘figür.’
Günümüz ‘sosyal ve sosyal olmayan kızgın medya kazanının’ en ateşli
mensupları için pek bir şey ifade etmez belki ama, sizi
sevmeyenlerin de asgari saygısını kazanmak, eskilerde önemli bir
meziyetti.
Benim için Mümtaz Soysal, tüm nitelikleri ve tarihi bir yana,
1988’de ders aldığım bir ‘hoca.’ Doğrusu, öğrencilerinin
hayranlığını kazanmış bir hoca. Mümtaz Hoca’dan ders alıp onun
hocalığından, ders anlatma şeklinden, o dersin lezzetinden
etkilenmemiş kimse yoktur. 1995 Aralık ayında, o tarihte artık ders
vermediği Anayasa Kürsüsü’nde asistan olduktan sonra ise, yazıp
çizdiklerinden çok yararlandığım ve öğrendiğim bir anayasa
hocası.
Çarşamba günü defnedilecek. Sevgi Soysal ile aynı
kabristana...
Hoca’nın yıllarını verdiği SBF Anayasa Kürsüsü’nün eski bir
mensubu olmaktan, onur duyuyorum. Allah rahmet eylesin. Mekânı
cennet olsun.
Aşağıda okuyacağınız satırlar, Gazete Duvar için kaleme aldığım
ilk kitap yazısı. Bu incecik kitabın, Türkiye’de bugüne dek
yapılmış en iyi ‘anayasa okuması’ olduğu kanısındayım. Hoca’yı, çok
sevdiğim çalışmasıyla anmak istiyorum: Dinamik Anayasa
Anlayışı.
...
İlk kitabın ‘gündem’ açısından anlamı çok büyük.
Anayasacılığımızda çok ama çok önemli bir eser olmasına karşın ne
yazık ki kimi genç meslektaşların da haberi yok!
Kitap, Prof. Mümtaz Soysal’ın Dinamik Anayasa Anlayışı
adlı eseri. 1969’da yayımlanmış. Ana başlığın altındaki alt başlık
şöyle: Anayasa Dialektiği Üzerine Bir Deneme. A.Ü. SBF
Yayınları içinde 272 numaralı yayın. O zamanlar SBF’nin böyle
değerli yayınları var, kitap basıyor. Hatta müthiş bir çeviri
furyası içindeler. Siyaset biliminin çok temel ve değerli
eserlerini çeviriyor, sosyal bilimlerin büyük isimleri.
Prof. Mümtaz Soysal, hem anayasacılığımız hem de siyasi
tarihimiz açısından önemli bir akademisyen, siyasetçi, entelektüel.
Mümtaz Soysal’ın Dinamik Anayasa Anlayışı adlı yalnızca ‘114
sayfalık’ çalışması, bana kalırsa bir anayasanın nasıl ele
alınması, yorumlanması, anayasaların hangi ‘değerlendirmelere’ açık
ya da kapalı olduğunun saptanabilmesini anlatan en yetkin
eserlerden biri. Soysal’ın alanımıza çok değerli bir katkısı.
Kitabın ilk paragrafının ilk cümlesi, günümüz Türkiye’si açısından
gerek anayasa tartışmalarının bir ülkenin siyasal düzeniyle ne
kadar iç içe olduğunu göstermesi, gerekse bu ilişki nedeniyle
aslında siyasal olan tüm alt üst oluşların nasıl anayasal tartışma
şeklinde ortaya çıktığını sergilemesi açısından anlamlı:
“Anayasa sözünün bıkkınlık verecek kadar sık kullanıldığı başka
bir toplum bulmak herhalde çok güç. Türk toplumu, her
tartışmasında, her yazısında, her söylevinde ‘anayasa’ sözünün
edildiği bir toplum oldu.” (s.1)
Bir anayasanın nasıl okunması gerektiği ya da okunabileceğini
anlatıyor metin. 1961 Anayasası’nın yorumuna yönelik hazırlanmış
görünse de genel çıkarımlar yapmak mümkün. Hoca’nın sözcükleriyle:
“Anayasa ancak dialektik görüşün yarattığı bir dinamizmle
uygulanırsa ayakta kalır; kendi içindeki görünüşleri aşıp daha
sağlam temellere oturtulmazsa çöker. Kitap… durgun gözüken
dengelerden yaratıcılık çıkarabilmenin yollarını araştırmak
amacıyla yazıldı.”
Şimdiki zaman açısından bizleri çokça ilgilendiren kısım,
özellikle 27 Mayıs öncesindeki anayasa sistemine ilişkin
değerlendirmeler. Bakalım:
Anayasalar sonsuza dek ayakta kalacak metinler olamaz. Bu
nedenle önemli olan, gelişmesinin belirli bir noktasında bulunan
toplumda, siyasal yaşamı belirleyen temel metnin nasıl olması ya da
nasıl yorumlanması gerektiği. Demek ki Soysal’a göre anayasalar
kaçınılmaz şekilde toplumsal yaşamın ‘bir aşamasını’ yansıtır. 2017
Türkiyesi için de geçerliliğini koruyan bir saptama yapıyor
Soysal:
“Son yıllarda, Türkiye’deki hukuk tartışmalarının en belirli
özelliği, neredeyse geçen yüzyılları hatırlatacak bir kutuplaşmanın
görülmesi: Bazıları hükümlerin hurda ayrıntıları ve kelimelerin
ince anlamları arasında ‘pozitivist’ bir titizlikle kaybolurken,
bazıları, özellikle haklar ve özgürlükler konusunda, pek yüce ve
soyut sözler ederek ‘doğal hukuk’ alanına doğru
kaymaktadırlar.”(s.3)
Ardından kendi çalışmasının iki kutuptan da biraz uzaklaşacağını
vurguluyor. Yazar, bir anayasa (örneğin 1961) toplumun belli bir
aşamasında neyi sağlamak için ortaya çıkar? sorusunu yöneltiyor.
Asıl sorulması gereken bu değil mi? Hele ki sürekli yeni anayasaya
gereksinim durulduğu söylenen bir dönemde, ‘ne için anayasa?’
sorusu, ilk ve temel soru olmalı.
Soysal bu minval üzerinde ilerliyor: Anayasa yalnızca bir
dönemin endişelerini gidermek için mi yapılır, yoksa metnin içine
işleyen daha derin bir amaç mı vardır? Ardından gelen sorular,
böyle bir amacın olduğu varsayımından hareket ediyor. Eğer bir
anayasanın derin anlamı varsa, bu anlam o metnin kendi içinde
bulunan ilişkilerden çıkarılmaya çalışılabilir:
“İncelemenin pozitivist tutuma yaklaşan yönü burada: aranan
anlam, yapıcıların sübjektif amaçlarında değil, metnin kendi
içinde, ortaya konan yapıtın özünde aranmaktadır. Öte yandan, yine
de bir ‘amaca göre’ yorum söz konusu.” (s.5)
Demek ki bir metnin anlamlandırılmasında, yaratıcılarının öznel
amacı önemli ama bir de metnin ihmal edilmemesi gereken kendi iç
dinamikleri var. İkisi de göz önünde bulundurulmalı. Anayasa
hukukunun başlıca kaygısının denge aramak olduğunu hatırlatan
Mümtaz Soysal, ardından, bunun özgürlük ve otorite arasında soyut
bir ‘denge yaratma’ çabası olmaktan öte, sosyal güçler arasında
olabildiğince uzun sürecek bir ‘denge arayışı’ olduğunu vurguluyor.
Bu denge, bazen egemen olana hizmet eden bir fren, bazen de gelişme
olanakları arayan güçler için ayrılmış bir alan olabilir. Ama
sonuçta denge arayışı hep var.
Soysal 1961 Anayasası’nın çok partili yaşamı bambaşka temellere
oturtan bir metin olarak değerlendirirken, diğer yandan tarihsel
oluşum içinde “keskin bir viraj” olduğu değerlendirmesine de
katılmıyor. Tanzimat’tan o güne (27 Mayıs) gelen bir oluşum çizgisi
söz konusu ve 1961 Anayasası bu çizginin bir uzantısı. Ancak çok da
doğal kabul edilemeyecek bir uzantı. Tabii 1961 Anayasasını
hazırlayanlar ve hazırlayıcıların, 27 Mayıs’ı destekleyenlerin
anayasaya ilişkin genel görüşü, 1924 Anayasası’nın
yanlışlıkları/eksikliklerine bir tepki olduğu yönündeydi. Soysal bu
kanıyı eleştirip 1924 Anayasasına ‘insaflı’ yaklaşanlardan.
İktidarın (DP) hatalı davranışlarıyla Anayasa’nın eksiklikleri
arasında bir ayrım yapılması gerektiği kanısında. Tabii bu itiraz
bugün için de çok önemli çünkü siyasal alandaki sorunların
nedeninin yalnızca anayasaların metninde aramanın olumsuz yanı,
çözümün de madde değişikliklerinde aranması oluyor. Soysal’ın
ifadesiyle:
“…muhalefet partilerinin üzerinde durduğu sorunlar, ancak
anayasayla ilişkili olarak çözümlenebilecek sorunlar niteliğine
bürünmüştür… kurumsal ve kuralsal çözümlerin kolaylığı, bu durumda
rol oynayan en önemli etken: Parlamentodaki çoğunluğun anayasaya
aykırı tutumlar içine düştüğü durumlarda, anayasaya uygunluğun
yargısal denetimini savunduğunuz ya da tek meclisin aceleciliği
karşısında iki meclisliliğin erdemlerini saydığınız zaman, hem
somut hem de başka yerde denenmiş çözümler ileri sürmenin rahatlığı
içindesiniz… Buna bir de Türkiye’deki politika kadrosunun büyük
ölçüde hukukçulardan kurulu oluşunu da eklemek gerek: Kurallara ve
kurumsal düzenlemelere dayanan çözümler, hukukçu yaklaşımına daha
uygun geliyor.”(s.10)
Bu saptama günümüz için de fazlasıyla geçerli değil mi? Her
siyasal açmazı anayasal bir sorunmuş gibi gösterip, normların
korunaklı dünyasına havale etmek. Yakıcı demokrasi sorunlarının,
anayasa metnindeki iki maddenin değiştirilerek çözülebileceğini
varsaymak.
Anayasaların, inişli çıkışlı bir çizgi üzerinde, toplumsal
güçler arasındaki mücadelede denge kurmaya çalışan metinler
olduğunu düşünmeliyiz. Soysal’ın dinamizmini, bir metnin kendi
içindeki ‘hareketliliği/esnekliği’ olarak algılamanın yanı sıra,
metinler tarihinde işgal ettiği yerin, diğer metinler üzerindeki
belirleyiciliğini de kapsadığını varsaymak herhalde çok da yanlış
olmaz. Çünkü anayasa tarihi inişli çıkışlı da olsa, keskin virajlar
dönmek zorunda da kalsa, darbelerle kesintiye de uğrasa, sonuçta
her adımda bir öncekinin izini bulmak mümkün. Yalnızca Türkiye’de
değil, kurumlar ve anayasalar tarihinin incelendiği her yerde, en
devrimci görünen değişikliklerin dahi az ya da çok bir süreklilik
arz ettiği görülebilir. Hâl böyleyken tarihi ve geleneği yadsımak
anlamlı ve gerçekçi olmayacağı gibi mümkün de değil.
Nitekim bu nedenledir ki anayasacılığımıza dair çalışmalar, 18.
yüzyıl sonu Osmanlı İmparatorluğuna, anayasal belgeler tarihi ise
1808 yılında ilan edilen Sened-i İttifak’a dek götürülür. Aslında
hep olan o hattı kavrayabilmek ve eğer varsa, kesintilerin
içeriğini anlamlandırabilmek için. Anayasa metinleri, hukuk
metinleri, yoruma muhtaçtır. Canlıdır. Kuru sözcüklerden ibaret
değildir. O zaman, Hoca’nın kitabının en ilgi çekici/özgün
başlıkları olan ‘Açıklık ve Kapalılık’ (69) ve ‘Kuralların
Dinamizmi’ (87) ile bitsin yazı.
Bir anayasa neye açıktır, neye kapalıdır?
Soysal’a göre anayasa renksiz, boş bir kutu değil. Yani, her
sisteme eşit mesafede olmaz anayasa metinleri. Anayasaların elbette
ideolojik bir rengi var ve bu renk, toplumun belli bir döneminde, o
toplum içinde karşılaşıp bir araya gelen ve dengelenen güçlerin
ideolojik ortalamasını yansıtır. Değil mi ki anayasaların ideolojik
bir renk taşıdığını kabul ettik, o zaman ‘anayasanın tarafsızlığı’
kavramı, onun kendi rengi dışındaki ideolojik tutumlara göre
değişen, ‘nisbi’ bir kavram olur. Anayasanın kendisi bir ideolojik
görüş taşıyabilir ve bu şekliyle, kuşkusuz, başka görüşlere
açıklanma, örgütlenme ve gerçekleşme bakımlarından değişik
ölçülerde bir rahatlık da sağlayabilir: “Anayasanın ideolojisi
budur demek başka bir şeydir, Anayasanın bu ideolojiden başkasına
kapalı olduğunu söylemek başka şey.” (71) Yani bir şeyin ‘olmaması’
ile bir şeye ‘kapalı olmak’ arasındaki fark. Bu saptamaların
ardından Soysal, 1961 Anayasası’nın hangi ideolojilere, partilere
açık olduğu konusunda ve ayrıca temel hak/özgürlüklerin nasıl
yorumlanabileceği üzerinde yorum yapıyor.
Soysal’ın, ‘kuralların dinamizmi’ kavramı ile anlatmak
istediğiyse, herhalde bugün en çok gereksinim duyduğumuz şey.
İlkelerin özgürlükçü yorumunun olanaklılığı ve gerekliliği. Bazen
kurucuların dahi hiç düşünmediği şartlar doğabilir ve bu ‘objektif’
koşullar anayasa metnine toplumun tarihsel gelişme çizgisine uygun,
çok daha anlamlı bir amaç kazandırır. Ancak bu, kuşkusuz yalnızca
yargı organlarının keşfedebileceği bir anlam değil. Hoca’ya göre,
anayasanın yanlış raylarda kaybolmasını önlemek, hukukçuların
hepsine düşen bir ödev.
Mümtaz Soysal’ın eseri, hem güncel anayasa tartışmaları hem de
konunun meraklıları açısından eşsiz değerde, önümüzde kapılar açan,
düşünmeye sevk eden bir kitap. Bilimin işlevi de buydu değil
mi?