İnsan soyunun bilinen en muhteşem medeniyetlerinden birisi olan antik Mısır uygarlığı ‘Batı’ için ne vakit bir korku öznesi haline geldi, bilinmez. Bunda hiç şüphesiz Doğu’nun hikayelerinin de Batılılar tarafından yazılmasının payı vardır. Örneğin biraz pragmatist olsa da ülkesinin varlığını devam ettirebilmesi için dönemin diplomatik ilişkilerini ustalıkla kullanan Kleopatra’ya dair bütün hikaye ve efsaneler Batı kaynaklı olduğu için kendisini tarihin en ‘tehlikeli’ kadını olarak tanıyoruz. (Bu konu hakkında ‘#tarih dergi’nin şubat sayısında kapsamlı bir dosya var, ilgilisine)
Burjuvazinin keşifler çağında Doğu’daki varlıkları Batı’da daha gizemli hale getirmek ve pazarlamak için uydurulan kimi hikayelerin zamanla gerçekmiş gibi algılandığını da ileri sürebiliriz pekâlâ. Edebiyat ve sinemada ‘doğu gizemi’ çoğu zaman tehdit ve kötülükle iş tutulmuştur. Geçmişte çeşitli örnekleri olsa da ‘mumya’ hikayelerinin en görkemlilerinden birisiyle 1999 yılında tanışmıştık. O film, biraz döneme sadık kalıyor ve 1920’li yıllarda geçiyordu. Mısır’da araştırma yapan ekip, fazla meraktan rahatsız etmemesi gereken bir mumyayı kurcalıyor ve Batı’nın başına büyük felaket geliyordu.
Tabii 1999’daki film enikonu ‘fantastik’ bir maceraya davet ediyordu okuru. Ama aradan çok zaman geçti. 2. Körfez Savaşı, Irak’ın işgali, Afganistan’a müdahale ve Suriye krizi derken bu hafta gösterime giren yeni “Mumya” filminin teması değilse de mekânı biraz sapma gösteriyor. Bu kez gerçek zamanlı bir hikaye izliyoruz ve her şey Irak’ta başlıyor.
SEVENLERİNİN BİLE İŞİ ZOR
Tom Cruise’nin canlandırdığı Nick ve ortağı Chris, Irak’ta tarihi eser avlayan yozlaşmış iki asker. Tesadüfen bir mumya buluyorlar. Filmin başlangıcında geçmişe giderek babasına ihanet edip canlı canlı mumyalandığını öğrendiğimiz Ahmanet’in mumyası bu. Mısır’dan uzak olması için Irak topraklarına gömülen mumyanın geri dönmek ve intikam almak gibi bir amacı var hiç kuşku yok ki. Bundan sonrası mumyanın uçağa bindirilmesi İngiltere’ye gelmesi Nick ve Ahmanet arasındaki bağ, bilim kadını Jenny’nin vaziyeti, patlamalar, çatlamalar, görsel efektler ve bir dizi Hollywood oyuncağıyla dolu. Baştan söyleyelim fantastik bilimkurgu/aksiyon sevenler için bile eğlenceli olmaktan uzak bir film var karşımızda. Bu tür filmlerde akış genellikle o kadar hızlı olur ki mantık hatalarını görmeye fırsatınız olmaz ama burada oluyor.
Filmin özellikle ilk bölümünde “iyi de o niye öyle, tamam da az önce başka türlüydü” gibi sorular geliyor aklınıza. Bu bölümü atlatmayı başarırsanız Tom Cruise’u izlerken “Görevimiz Tehlike”nin setinden geçerken uğramış hallerine de takılmazsanız eğer, yaşlandırılmış makyajıyla 1964 doğumlu Russell Crowe’un kasları yerinde ve muhtemelen dijitalde biraz daha gençleştirilen 1962 doğumlu Tom Cruise’ye “evlat” diye seslendiği sahnede bir kez daha düşünün. Crowe, hazır Britanya topraklarına gitmişken bir “Dr. Jekyll ve Mr. Hyde” karakteri koyalım da hikaye şenlensin diyerekten tam olarak filmdeki işlevini anlayamadığımız Dr. Henry Jekyll olarak karşımızda.
Ve son olarak yılda birkaç kez büyük Hollywood kıyamet filmlerinde yerle bir olan Londra’nın bir kez daha yıkılışına üzülebilirsiniz. 2012 tarihli “People Like Us” dışında sinema filmine imza atmamış, yapımcılıktan gelme Alex Kurtzman’a bu işin yönetmenliği emanet edilmeseydi başka türlü olur muydu? Zor görünüyor. Yine de “Kingsman: Gizli Servis” ile dikkatlerimizi çeken, “Star Trek Sonsuzluk”ta çıtayı yükselten, yakında “Atomic Blonde”ta bir kez daha izleyeceğimiz Sofia Boutella’nın aksiyon sinemasındaki yükselişini kaydederek kapatalım bu faslı.
SADECE SORUYORUM
Yazının başındaki korku meselesine dönersek, “Mumya” hem sinema tarihi hem de sinema siyaset ilişkisi açısından kayda değer bulunup bir kenara not edilecek bir film değil. Yine de Irak’tan başlayıp Londra’nın alt üst oluşunu anlatan bir fantastik/korku hikayesinin ‘subliminal’ mesajları da vardır ne malum. Ahmanet bir prenses değil de teröristtir belki, Londra’daki destekçileri oralardaki hücrelerdir kim bilir, Ortadoğu’nun korkunun tam da kaynağı olduğunu anlatmak istemiştir belki bize sanatçı… Olamaz mı? Sadece soruyorum…
KEDİ VİDEOSU SEVENLERE…
Haftanın dikkat çeken ve merak edilen bir diğer filmi ise Ceyda Torun imzalı “Kedi”. Filmin Türkiye’den önce ABD’de vizyona girmesi ve hatırı sayılır bir ilgi görmesi merakı daha da artırmıştı. Ceyda Torun, İstanbul’un kedilerini anlatıyor seyirciye. Ağırlıklı olarak Cihangir, Bomonti ve Samatya civarında dolanan kamera sokak kedilerinin ve onları koruyup kollayan insanların dünyasına giriyor. Kedilerin insanlarla kurduğu ilişkileri, kendi aralarındaki gerilimleri, insanların onları kavrama biçimleri hakkında eğlenceli anlar ve görüntülerle dolu film. Ancak “Kedi”nin beklentiyi karşılamaktan uzak olduğunu belirtmemiz gerekiyor.
Öncelikle filmin çoğu zaman kediler hakkında değil de kedileri seven insanlar hakkında olduğu duygusu bıraktığını söylemeliyiz. Kedileri, kentin içindeki varlığının kültürel ve tarihi izlerini sürmek yerine, anın içinde olup bitenleri yansıtmayı tercih ediyor Ceyda Torun’un kamerası ve bizce büyük bir fırsatı da tepmiş oluyor. İstanbul’un kedi ve köpekler kenti olmasının tarihsel ve kültürel köklerine dair yolculuk ihmal edilince de sokakları mesken tutan kediler ve onları seven bir takım insanlardan mürekkep keyifli bir seyir çıkıyor ortaya sadece. Ancak İstanbul ve kedi ilişkisinin tarihselliğine dair beklentiler karşılanmıyor. Üstelik bu kadar çok kedinin sokaklarda yaşadığı bir kentte, kentsel politikaların bu mevzuya ne kadar ilgili olduğuna dair verileri almakta da zorlanıyoruz. Kimi kedi severlerin, bu canlıların kentteki tarihine dair verdiği kısıtlı bilgiler ve kentin dönüşümünün onlar üzerinde yarattığı etkilere dair endişeler dışında elimize bir şey geçmiyor maalesef.
Hal böyle olunca, uzunca bir ‘kedi videosu’ olarak izlemesi keyifli, ancak bir belgeselin olmazsa olmazlarını yerine getirmekte eksik kalmış film olarak geçiyor kayıtlara “Kedi”.
ORİJİNAL ADI: The Mummy
YÖNETMEN: Alex Kurtzman
OYUNCULAR: Tom Cruise, Sofia Boutella, Annabelle Wallis, Russell Crowe, Jake Johnson
YAPIM: 2017 ABD
SÜRE: 111 dk.