Ankara, Suriye’de ve Irak’ta PKK uzantısı olarak gördüğü oluşumların Kandil’den Şengal, kuzey Suriye üzerinden neredeyse Akdeniz’e uzanacağını iddia ettiği bir kuşakla Türkiye’nin güney sınırını boydan boya sarmasını bir ulusal güvenlik tehdidi olarak görüyor. Irak ve Suriye’deki IŞİD karşıtı mücadelenin bu yönde bir gelişme de gösterdiğini savunuyor.
Buna karşı Ankara, önce Bab’a sarkan Fırat Kalkanı harekatıyla sahada oldu-bittiler yaratarak Kobani-Afrin bağlantısını kesmeyi ve ABD’nin söz verip yerine getirmediği şekilde, YPG unsurlarını Münbiç’ten silah zoruyla atmayı hedefliyor. Ankara aynı zamanda, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ağzından ilan ettiği şekliyle bölgede en önemli müttefiki olarak gördüğü KDP eliyle Şengal’deki PKK mevcudiyetini yerinden sökmeye çalışıyor.
Irak Kürdistan Bölgesi (IKB) Başkanı Mesut Barzani, İstanbul’da Cumhurbaşkanı tarafından kabul edildi, Ankara’da Başbakan dahil temaslarda bulundu. Ardından, daha önce KDP tarafından eğitilip Rojava’ya geri sokulmasına YPG’nin müsaade etmediği ENKS peşmergesinden 500 kişilik bir birlik Şengal yakınındaki Hanesor köyünü sardı ve Ezidi özsavunma güçleri (YBŞ) ve PKK unsurlarıyla çatıştı. Bu çatışmalar şimdilik kırılgan biçimde dondu. ABD’nin IŞİD’le mücadeleden sorumlu temsilcisi Brett McGurk’ün de Erbil’e gitmesi bekleniyor.
KDP, zamanında Kobani’de YPG’ye IŞİD’e karşı destek verdiğini ancak orada kalmayıp geri çekildiğini, aynı şekilde PKK’nın da Şengal’de kalmayıp Kandil’e çekilmesi gerektiğini ileri sürüyor. Ne var ki, PKK’nın ana karargahı Kandil’in bir bölümü ile Metina’dan Hakurk’a üs alanları zaten on yıllardır KDP denetimindeki bölgede, hatta bir bakıma KDP ile lojistik bakımından “simbiosis” halinde.
Suriye ordusu Rakka yolunu kapatarak YPG’nin omurgasını oluşturduğu SDG güçleri denetimindeki Münbiç çevresindeki bölgeyle buluştu. YPG de Fırat Kalkanı denetimindeki ceple sınırdaş alandaki köyleri Suriye ordusuna devretti. Ayrıca Fehim Taştekin’in Gazete Duvar’daki yazısında belirttiği üzere “(Münbiç’te) insanlar açıkça ‘çete’ olarak andıkları TSK destekli milis güçlerini kentte görmek istemiyor.” Buna karşılık, Cumhurbaşkanı, Dışişleri ve Milli Savunma bakanları, TSK ve ÖSO için müteakip hedefin Münbiç olduğunu tekraren vurguladılar.
Öte yandan, Musul’un IŞİD’den alınması harekatı kapsamında Bağdat ve Şam bir “ortak operasyon odası” kurduklarını açıkladı ve Irak ilk kez Suriye içinde de IŞİD hedeflerini havadan vurdu; Musul kurtarıldıktan sonra da IŞİD’den temizleme harekatının Şam’ın da rızasıyla Suriye içinde de devam edeceğini işaret etti. Suriye’nin Cenevre müzakerelerindeki temsilcisi Başar Caferi “Türkiye’nin Suriye içinde bulunmasını kabul etmediklerini ve bu durumu sonlandırmak için ellerinden geleni yapacaklarını” açıkladı.
Cumhurbaşkanı, Katar ziyaretinde “İran’ın bölgede Pers milliyetçiliği siyaseti güttüğünü” belirtmişti. Buna Tahran da resmi tepki göstermişti. Ankara’nın, İran’ın Lübnan’daki Hizbullah’a ulaşacak şekilde kesintisiz bir kara koridoru kurmak için PKK’yı piyon olarak kullandığı kanaatinde olduğunu da yine çeşitli açıklamalardan biliyoruz.
Suriye’de savaş tüm tarafların artık belki “vekil” de kullanmadan doğrudan toprak kontrolü sağlamaya yöneldikleri bir aşamaya girdi. Beşar Esat’ın, iddia ettiği biçimde Suriye’nin tamamını yeniden denetimi altına alabileceğini Rusya dahi inanmıyor. Rusya da diğer tüm oyuncular gibi yeni ABD Başkanı Trump’ın Suriye harekat planındaki kararını bekliyor.
Rusya ve İran’la başlattığı Astana Süreci’ne başlangıçtaki ilgisini yitiren Ankara’nın, Trump’tan “güvenli bölge” ilan etmek ve YPG’le işbirliğini sonlandırmak gibi “dramatik” beklentileri olduğu anlaşılıyor. Oysa yeni dönemde Obama zamanında olduğundan fazla ABD’nin Suriye siyasetinde Pentagon etkili. Dahası, Ulusal Güvenlik Danışmanı Korg. HR McMaster 2003 sonrasının Tel Afer “kahramanı”, yeni kabinenin ağır topu Savunma Bakanı (e.) Org. Mattis de eski Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM).
Neticede Türkiye’nin attığı bu heyecanlı adımlar, Suriye’de ABD ve Rusya’yı bize karşı Münbiç’te birleşmeye yöneltebilecek. Şam, Tahran ve Bağdat’ı yan yana karşımıza almamız sonucunu doğurabilecek. Irak’ta “Kürtleri birbirine kırdıralım” derken KYB peşmergesinin Kerkük petrol üretim tesislerine girmesi gibi müttefik KDP’nin zeminini altından alıp, Irak Kürdistanı’nda İran’ı daha etkin kılabilecek.
Bir de tüm bu “dışarıda” olan bitenin arka planında “içeride” 16 Nisan referandumu var. Kamuoyu yoklamalarındaki sonuçlar giderek iktidarı endişeye sevk edecek biçimde HAYIR’a meylediyor. Bu veriyle Irak ve Suriye cephelerindeki akışkanlığı yan yana koyduğumuzda uzun bir dönem altından kalkamayacağımız yıkıcı sonuçlara yol açacak askeri maceraların olası olduğundan ciddi biçimde kaygı duymamız gerekiyor.
Bu olumsuz gidişata etki edecek demokratik refleks aygıtlarının ülkemizde olmadığını maalesef teslim etmek durumundayız. Ankara’dan havuz medyasına “gerekirse İncirlik’in ABD’ye IŞİD’e yönelik askeri harekatta kullandırtılmamasının gündemde olduğu” sızdırılıyor. Cumhurbaşkanı tutuklanan Die Welt muhabiri saygın gazeteci Deniz Yücel’in “PKK temsilcisi olduğunu ve Almanya Başkonsolosluğu’nda saklandığını” iddia ediyor.
Ancak ulusal ortamda refleks olmaması, müttefiğimiz olan iki büyük güçle açıktan itişmemizin, onların da tepkisiz kalacağı anlamına gelmiyor. Bu itibarla, Türkiye-ABD ilişkilerini o dönemde buzul çağına sokan 4 Temmuz 2003 Süleymaniye Çuval Vakası bazı zihinlerde tazeliğini koruyor. Adalet ve Ekonomi bakanlarımıza Almanya’da halka konuşma izni vermemesi de belki Alman usulü “çuvala” tekabül ediyor.