Münir Göle sorguluyor: Belki de...
Münir Göle'nin son romanı 'Belki de', Alakarga Yayınevi tarafından yayımlandı. Kitapta kendi renksiz ve tekdüze hayatını da fon olarak kullanan yazar, yeri geldiğinde günümüz toplumuna, değişen yaşam biçimlerine, yozlaşan kent hayatına, kadın- erkek ilişkilerine ve arkadaşlıklara ait değerlendirmeler yapıyor, sorgulamalarda bulunuyor.
Gülçin Manka
“Aslında her kişi bir kurmacadır, sadece anlatılanlarla var olurlar. Hayatınız boyunca biriktirdiklerinizin çoğu da gerçek değildir zaten.”
Bir arkadaşınız olduğunu düşünün. Uzun yıllara dayalı bir dostluk geliştirmişsiniz, aranızdaki binlerce kilometrelik mesafeye rağmen. Coğrafyanız, mekanlarınız, yaşam biçimleriniz, hayata bakışınız ve kadın-erkek ilişkilerine dair deneyimleriniz öylesine farklı ki yirmi yıldır birbirinizi nasıl kaybetmeden hayatınızda tuttuğunuz inanılır gibi değil.
Siz İstanbul'un iyi bir semtinde, bir fanus içinde, korunaklı konforlu sessiz bir yaşam sürerek muteber işiniz, eskimiş ama güvenli evliliğiniz, biriktirdiğiniz elit dostlarınız ile bir limanda demirlemiş tekne misali hafif çırpıntılarla gelip giderken; arkadaşınız okyanusların engin, dalgalı sularında dümen tutuyor, müthiş kadınlar tanıyıp tutkulu aşklarda kendini yeniden yeniden var ediyor. Dahası, İtalya'da yaşayan arkadaşınız dünyanın bütün ülkelerinde ayak izini bırakıyor, hem sanat, edebiyat ve müzik hem de gezdiği ülkeler ve halklarına ilişkin kültürünü sürekli geliştiriyor.
Siz, oturduğunuz koltuktan onu gıptayla izlerken rahatınızı bozmamak için kıpırdamıyorsunuz bile. Eşiniz eski ama kullanışlı bir ev eşyasına dönüşürken, arkadaşınızın hayatına girip çıkan kadınların niceliği ve niteliğini uzaktan görüp takdirle, hatta imrenmeyle karşılıyorsunuz. Yine de onu objektif, soğukkanlı bir bakış açısı ile değerlendiriyor, uzun aralarla bir araya geldiğiniz zamanlarda, o istediği sürece ve istediği kadarıyla hayatının fırtınalarını paylaşıyor, destek oluyorsunuz. Hem de sahici bir merakla izliyorsunuz onun hayatını, içine giremeseniz de uzaktan.
Kısacası, o yaşıyor, siz bakıyorsunuz.
Ne gelir elinizden, böyle bir durumda?
Yazmak, ancak yazmak, elinizde biriken zengin malzemeyi kağıda dökmek…
Belki yazarken yaşamak, yaşayamamanın acısını yazmaktan almak…
Münir Göle'nin son romanı 'Belki de', yazarın birinci tekil şahıs ağzından anlattığı, İlhami'nin hikayesi. Kurgu olduğunu unutup kanlı canlı biri olarak hayal ettiğiniz İlhami'nin başına gelenleri okurken, yazar her seferinde araya girip kendini hatırlatmaktan geri kalmıyor. Dünü yarına, geleceği geçmişe karıştırıp sonra onları bugünde birleştiriyor. Kısacası kafanızı karıştırmayı başarıyor. Kendi renksiz ve tekdüze hayatını da fon olarak kullanan yazar, yeri geldiğinde günümüz toplumuna, değişen yaşam biçimlerine, yozlaşan kent hayatına, kadın- erkek ilişkilerine ve arkadaşlıklara ait değerlendirmeler yapıyor, sorgulamalarda bulunuyor. Boşanmış ve iki çocuklu İlhami’nin hayatının büyük kısmını kaplayan farklı ilişkilere dışarıdan bakarak yorumlarda bulunuyor:
“İlişkiler böyledir çoğu kez. İki insan bir gün yola çıkarlar. Zaman aktıkça onlar da zamanın değişimine uğrarlar. Artık ikisi de yola çıktıkları kişi değildirler. Belli belirsiz, hissedilmez bir gölge, pusuya yatmış adım adım yaklaşmalarını bekliyordur onları yutmak, ayırmak için. İkisi çoğu kez farkına varmadan bu gizemli tuzağa doğru gizemli adımları ile ilerlerler. Sonunda sis basar, sadece yapayalnız çıkabilirler oradan, yara bere içinde, bitik, takatsiz. Tek başına yol sürmenin zamanı gelmiştir bundan böyle.”
Araya her girişinde büyük bir zevkle, oyun oynarcasına, anlattıklarının kurgu olup olmadığı konusundaki belirsizliği okura hatırlatan yazar, aynı insan belleği gibi ilişkilerinin de zaman karşısındaki kırılganlığı ve naifliğini vurgulayarak sizi keyifli okur konumunuzdan çıkarıp rahatınızı bozuyor. O kadar sade, rahat ve dinamik bir dil kullanıyor ki, damakta samimi bir arkadaşla söyleşi tadı bırakıyor ama sonra yine çimdikliyor sizi, okuduğunuzun sadece bir kurgu, İlhami'nin ise bir roman kahramanı olduğunu hatırlatmak için. Kurmacanın gerçek hayat olmadığını hatırlatırken, bazen gerçek hayatın da sadece kurmaca olduğunu düşündürüyor size. Bu tarzıyla postmodern anlatıma yaklaşan yazar, araya girip farklı konularda yaptığı değerlendirmelerle de postmodernizme selam veriyor. Anlatırken zaman zaman tekrara düşse de bu sizi rahatsız etmiyor, tekrarları da gerçek bir sohbetin doğasında yer alan yinelemeler olarak algılıyorsunuz.
Arkadaşının hikayesini anlatan yazar romanın başında, arkadaşlık ve dostluk olgularının doğasına, geçmişi ve şimdi’sine de dokunuyor: “İnsanlar çok kez arkadaşlarını gençlik yıllarında bulurlar kimin farklı yollara sapıp dökülür, kimi uzaklara gider kaybolur, kimi de başka insanlara karışır, unutulur. Geriye bir avuç insan kalır ya, onlar gerçek dostlardır. O dostlar şimdi’lerini yıllar boyu paylaşıp âna uyarlamış, varlıklarının temellerini atmışlardır. Şimdi’leri yakalayamayanlar da zaten yolda kopup gitmişlerdir. Dostlar arasında sapmalar, gitmeler, uzaklaşmalar yaşanmaz, her şey kalıcıdır hoşgörülüdür, hep bırakıldığı yerden ama hep şimdi’de sürer gider.
Hayatımıza sonradan girenler de vardır elbette, onlar da yakın dostlara dönüşebilirler. Her ne kadar bizde ilk gençlik anıları ile bağlanmamış olsalar da, eski şimdi’leri yaşamadıkları için kat edilmesi gereken yol uzun olsa da, bizden bambaşka yıllardan farklı geçmişlerden gelmiş olsalar da, bir tür etkileşim iki kişiyi bir araya getirebilir. Başladığımız yerdir yolun başı, şimdi’den başlayıp yolu süreriz, ânı yakalayıp geleceği öreriz. Geçmişi de öğreniriz anlatıldığı kadarıyla.”
Kurmaca, hayatı taklit eder, bazen de dikte eder. Ya hayat? Neyin taklididir? Bizler de kurmacadan mı ibaretiz, bir yazarın dediği gibi provası olmayan bir tiyatro oyununun kahramanları mıyız?
“Belki de…”