10 Ekim katliamı davası müdahil avukatlarından Murat Kemal Gündüz’ün anlattıklarına bakılırsa, canlı bombaların Ankara’nın göbeğine kadar geliş sürecinde devletin ilgili kurumları neredeyse kulağının üstüne yatmış. Katliamın organizatörleriyle ilgili olaydan on gün önce şikâyette bulunulduğu halde hiçbir şey yapılmamış. Davanın kırmızı bültenle aranan firari sanıklarından biri iki defa Türkiye’den Gürcistan’da yasal yollardan girmeye çalışırken iade edilmiş ama Türkiye’de de yakalanmamış. Canlı bombaların Ankara’ya gelişleri sırasında yol kontrolleri kaldırılmış. Katiller Antep’ten bombayı patlattıkları yere kadar ellerini-kollarını sallayarak gelmiş. Sonrası, yargılama safhası, mahkemenin neredeyse dilenircesine ilgili kuruluşlardan istediği bilgi ve belgelerin katiyen sunulmaması ve nihayet yargılamanın sürdüğü dört yıl boyunca 9 devasa klasörün “saklı” kalması, “tesadüfen” Ankara Adliyesi’nde bulunması…
Katliamda hayatını kaybedenleri saygıyla anıp, yargılamayı başından beri titizlikle izleyen, iğneyle kuyu kazar gibi delilleri ortaya çıkaran, ihmallere, ihlallere dikkat çeken, adaletin sağlanması için etkin bir hukuk mücadelesi yürüten 10 Ekim Davası Avukat Komisyonu’ndan avukat Murat Kemal Gündüz’ün çarpıcı açıklamalarına kulak kesilelim…
6’ncı duruşması 21 Eylül’de yapılan, bugün beşinci yılını dolduran 10 Ekim 2015 Ankara katliamı davası şu an ne aşamada?
Aslında 10 Ekim davası iki ayrı dava halinde görülüyor. Katliamdan hemen sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma için üç savcı görevlendirmişti ve 38 kişi hakkında, katliamla bağlantılı olmaları dolayısıyla soruşturma yürütmüştü.
Bu 38 kişi yakalandı mı?
Hayır. 38 kişiden Halil İbrahim Durgun, katliamı yapacak canlı bombaları aracıyla Gaziantep’ten Ankara’ya getiren kişi. Fakat katliamın ardından, 14 Kasım 2015’te Antep’te yapılan operasyon sırasında kendisini patlatarak öldü. Ayrıca IŞİD’in Antep hücresinin lideri Yunus Durmaz da 19 Mayıs 2016 tarihinde yine kendisini patlattı ve öldü. Öldüklerinde iddianame henüz düzenlenmemişti. Yine dava sanıklarından Mehmet Kadir Cebael var. Bu şahıs da yakalanmadı ve daha sonra 20 Ağustos 2016 tarihinde Gaziantep’te, kına gecesi katliamını organize eden kişi olarak aranıyordu. Orada da biliyorsunuz, çoğu çocuk 56 kişi hayatını kaydetmişti.
Peki bu Kadir Cebael şu an nerede?
16 Ekim 2016 tarihinde Gaziantep’te bir polis operasyonunda vurularak öldürüldü. Cebael'in, Halil İbrahim Durgun’un eylem amiri olduğu söyleniyordu. Yine 1 Mayıs 2016’da Gaziantep Emniyet Müdürlüğü’ne bombalı araçla saldırı yapıldı ve üç polis hayatını kaybetti. Mehmet Kadir Cebael doğrudan Ankara katliamıyla bağlantılı ama ancak Gaziantep katliamından sonra yapılan operasyonla öldürüldü. Aslına bakarsanız öldürülmesi de şaibeli.
Nasıl yani?
Çatışmada öldü deniyor ama, otopsi tutanağında yakın mesafeden kafasına kurşun sıkılarak öldürüldüğü tespiti var.
SAVCILIK SADECE BİR SANIK HAKKINDA İNSANLIĞA KARŞI SUÇTAN DAVA AÇTI
Bu bize ne anlatıyor?
Biz bununla ilgili suç duyurusu yaptık ama maalesef Gaziantep savcılığı reddetti. Neticede 10 Ekim katliamı davası, 38 kişiden Halil İbrahim Durgun, Yunus Durmaz öldüğünden 36’ya, Cebael de iddianame sonrası öldüğünden 35 sanığa düştü. Bunlardan ilk başta 15’i tutukluydu. 4’ü de duruşmalarda bizim beyanlarımız ve delilleri ortaya koymamız üzerine tutuklandı. Böylece davanın 19’u tutuklu, 16’sı da firari sanığı vardı. Fakat firari sanıkların hiçbiri, hiçbir zaman yakalanmadı. 19 tutuklu hakkındaki dava 3 Ağustos 2018 tarihinde karara bağlandı. Bir kısmına katliamla doğrudan bağlantılı olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Bir kısmı silahlı örgüt üyeliğinden ceza yedi.
Firarilerle ilgili yargı süreci ne oldu?
Onların davası tefrik edildi, ayrıldı ve yeni bir dosya oluşturuldu. İlk davanın tutuklu sanığı olan Erman Ekici, bu dosyada da sanık. Erman Ekici, Suriye ile bağlantılı bir eleman ve Gaziantep’e canlı bombaları onun getirdiği düşünülüyor. Fakat çok etkili bir eleman olmasına rağmen Erman Ekici hakkındaki ilk dava örgüt üyeliğinden açılmıştı. Yargılamalar sırasında ısrarla bu kişinin sıradan örgüt üyesi değil, yönetici konumunda olduğunu söyledik ve ispatladık. Katliamla bağını da ispatladık aslında. Neticede Ekici hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Türkiye hukuk tarihinde ilk kez olmak üzere Ceza Kanunu’na son değişiklikle giren “İnsanlığa Karşı Suç”tan dolayı dava açtı. Çünkü kasten öldürme, yaralama suçlarını siyasal, felsefi, veya dini saiklerle, toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlediler. Savcılık, bunun İnsanlığa Karşı Suç kapsamında olduğuna yönelik talebimizi kabul etti.
İnsanlığa Karşı Suç kapsamına diğer 16 firari sanık neden dâhil edilmedi?
Mahkemeden bunu da talep ettik. Aynı talebimiz diğer 19 sanık hakkında biten davada da olmuştu. Fakat mahkeme talebimizi kabul etmedi. Ana dosya halen istinaf mahkemesi incelemesinde. İstinaf sebeplerimizden biri de suçun niteliğinin İnsanlığa Karşı Suç olduğu konusunda. 16’sı firari 17 sanıklı ikinci davada sadece Erman Ekici Nitelikli Kasten Öldürme, Nitelikli Kasten Öldürmeye Teşebbüs ve İnsanlığa Karşı Suçtan yargılanıyor, diğer firari 16 sanıktan 4’ü katliamdan dolayı Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etmek, Kasten Öldürme, Kasten Öldürmeye Teşebbüs suçlarından, geri kalan 12 sanık ise sadece Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçundan yargılanıyor.
KIRMIZI BÜLTENLE ARANAN FİRARİ, İKİ DEFA YASAL YOLLARDAN GÜRCİSTAN’A GİTMEYE ÇALIŞTI VE YAKALANMADI
Firari sanıklar hakkında İnsanlığa Karşı Suç kapsamında dava açılmasının önemi ne?
Bu suçta zamanaşımı yok. Ama Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etmek, Kasten Öldürme, Kasten Öldürmeye Teşebbüs suçlarından ağırlaştırılmış müebbet cezası dahi verilse zamanaşımı süresi 30 yıl. Ayrıca 16 firari sanıktan 12’si, sadece silahlı terör örgütü üyeliğinden yargılanıyorlar ve onun zamanaşımı süresi ise 15 yıl. Aradan 5 yılı geçti, kaldı 10 yıl.
16 firari sanığın isimleri şöyle: İlhami Balı, Savaş Yıldız, Edremit Türe, Deniz Büyükçelebi, Yakup Selağzı, Kasım Dere, Nusret Yılmaz, Mustafa Delibaşlar, Valentina Slobodjanjuk, Muhammet Zana Alkan, Ömer Deniz Dündar, Cebrail Kaya, Ahmet Güneş, Kenan Kutval, Bayram Yıldız, Hasan Hüseyin Uğur. İsimlere bakılırsa bunların kahir ekseriyeti Türkiye vatandaşı, değil mi?
Tabii, sadece Valentintina Solobodjanjuk isimli kadın Kazak kökenli ve firari Ömer Deniz Dündar’ın eşi. Yurt dışından Suriye’ye, cihada gelenlerden. Aynı zamanda IŞİD’in Adıyaman hücresinden. Saydığınız isimlerden Ömer Deniz Dündar, Muhammed Zana Alkan, Kenan Kutval gibi isimlerin çoğu Adıyaman hücresinin elemanları. Daha sonra Adıyaman hücresi ile Gaziantep hücresi iç içe geçiyor. 16 firariden İlhami Balı, Deniz Büyükçelebi, Edremit Türe, Savaş Yıldız 10 Ekim katliamından dolayı Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs suçundan, diğer 12 kişi ise sadece terör örgütü üyeliğinden yargılanıyor.
Bunların 10 Ekim katliamı dışında arandıkları başka suçlar var mı?
Savaş Yıldız, 7 Haziran seçimleri öncesi Adana ve Mersin HDP binalarını bombalayan şahıs. Bayram Yıldız da Savaş Yıldız’ın kardeşi. Sadece silahlı örgüt üyeliğinden yargılanan firarilere baktığımız zaman da çok önemli isimler var. Biri Nusret Yılmaz mesela.
Neden önemli?
Gaziantep’te 1990’lı yılların sonundan itibaren çok kuvvetli bir El-Kaide örgütlenmesi var. Nusret Yılmaz, Yunus Durmaz, Mustafa Delibaşlar, Ahmet Güneş gibi isimler Afganistan’a da gidip gelmiş, El-Kaide kökenli isimler. Daha sonra İŞİD’e evriliyorlar. 10 Ekim davasında silahlı terör örgütünden yargılananlardan Nusret Yılmaz lider konumunda olan şahıslardan biri. Kırmızı bültenle aranıyor ama hiç yakalanmamış. 2017 yılında hakkında kırmızı bülteni vardı ve Türkiye’nin Sarp Sınır Kapısı'ndan Gürcistan’a geçiyor. Gürcistan ise “bu adam Interpolce aranıyor” diyerek Türkiye’ye iade ediyor.
Dolayısıyla şu an tutuklu, öyle mi?
Maalesef hayır! Dahası, ertesi gün tekrar yine Türkiye’den Gürcistan’a geçiyor ve Gürcistan makamları bunu yine Türkiye’ye yollayarak “bu şahsı daha önce de verdik, niye yolluyorsunuz” diyor. Bütün bunlar, Dışişleri Bakanlığı’nın 9 Ocak 2018 tarihinde Adalet Bakanlığı’na Adalet Bakanlığı’nın da 1 Şubat 2018 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yazdığı yazıların dosyamıza girmesiyle ortaya çıktı.
Peki sonra?
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, bu yazışmalarda ismi anılan Nusret Yılmaz’ın başka bir Nusret Yılmaz olduğunu söyledi! Yani 10 Ekim davasında bu tür gelişmeler oluyor, hem de çok sık. Bakın, mesela Yakub Şahin, 10 Ekim katliamını yapan canlı bombalara eskortluk yapan şahıs. Bu şahıs katliamdan beş gün sonra gözaltına alınıyor ve Antep’teki hücre evlerini, ilişkilerini, canlı bombaları nasıl getirdiklerini söylemeye başlıyor. Bunun üzerine Ankara Emniyeti, Gaziantep Emniyeti ile ortak operasyonlarla, Gaziantep, Nizip’te ve civarda bazı evler basılıyor. Basılan hücre evlerin apartman güvenlik kameraları hep kayıtta.
KATLİAMDAN SONRA ORGANİZATÖRLER ANTEP’A DÖNÜP YAŞANTILARINA DEVAM EDİYOR
Ve?
10 Ekim katliamından sonra organizatörler Gaziantep’e dönüp yaşantılarına devam ediyorlar. Hücre evlerinde toplantılar yapıyorlar ve ancak Yakub Şahin yakalandıktan sonra Gaziantep’de, hücre evlerinde bir hareketlenme başlıyor. Bunu da o evlerin bulunduğu apartmanların güvelik kameralarından biliyoruz. 15-16 Ekim’de IŞİD’liler hücre evleri boşaltıyor. Fakat burada ilginç ikinci bir hadise var: Gaziantep Emniyeti bunları tespit etmiş, Ankara Emniyeti'ne bildirmiş, o da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na bir fezleke hazırlayarak göndermiş. Gaziantep Emniyeti’nin buraya ilk yolladığı listede kaç şüpheli olduğunu bilmiyoruz. Hücre evlerine girip-çıkan çok sayıda kişi arasında davanın sanıklarından, mevcut tutuklulardan, firari sanıklardan birçok isim var. Bu hücre evlerinde 10 Ekim katliamından üç gün önce faaliyet çok artmış. Canlı bombalar gelmiş oraya. Yakub Şahin’in yakalanmasından sonra duyumlar alıyorlar, belli, hücre evleri boşaltılıyor. Son olarak hücre evlerine gelip taşımayı yapan, oraları temizleyip delilleri yok eden 35-40 civarında, militan vasıflı insan var. Bunların da çok net kamera görüntüleri var. Sokakta görseniz tanıyacağınız kadar net görüntüler. Ama polis, bunların kimliklerini tespit edemediğini söylüyor ve bu şahıslar X ve Y olarak kodluyor. Bunlara iddianamede de yer verilmiyor.
Bunlar hakkında bir soruşturma başlatıldı mı?
Biz ilk davada bunlar hakkında da suç duyurusunda bulunmuştuk ve mahkeme bu talebimizi kabul etti. 2018 yılında bunlarla ilgili başlatılan soruşturma sürüyor ama hiçbir ilerleme yok. Oysa İçişleri Bakanı’nı, “on bin kişilik meydanda, yüz taraması yöntemiyle aranan on adamı bulabiliriz” yönünde değerlendirmesi var. Biz de bu teknolojiden faydalanmak istedik. Bu şahısların görüntüleri çok net. Nasıl oluyor da isimleri tespit edilemiyor?
KATLİAMLA DOĞRUDAN BAĞLANTISI OLMASINA RAĞMEN DOSYAYA KONMAYAN BİRÇOK KİŞİ VAR
10 Ekim katliamındaki iki canlı bombadan birinin kimliği de hâlâ tespit edilmiş değil. Neden?
Canlı bombalarından biri Yunus Emre Alagöz, Suruç katliamı bombacısı Abdurrahman Alagöz’ün kardeşi. Muhtemelen 7 Ekim 2015’te Suriye sınırından Antep’e getiriliyor. Hücre evinden çıkışları 9 Ekim gecesi. Diğer bombacının ise Suriye uyruklu olduğu ama halen polisin, jandarmanın, savcılığın ismini tespit edemediği şahıs. O şahsın 9 Ekim gecesi Antep’teki hücre evinden çıkışına dair fotoğraflar, güvenlik kamerası görüntüleri var. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Soruşturma Bürosu, 10 Ekim katliamı dosyalarını hazırlarken, Gaziantep dosyalarından hiç faydalanmamış. Oysa Gaziantep dosyalarına göre bu katliam davasının çok fazla sayıda sanığı olması gerekirken, 35 sanıkla geçiştirmişler. Mevcut sanıklar, suça dahil olmuşlar, buna itirazımız yok, ancak bunlar dışında katliamla doğrudan bağlantısı olmasına rağmen, dosyaya, fezlekeye konulmayan birçok kişi var. Sorumlular, aynı zamanda kamusal sorumluluk konusunda hiçbir şey yapmamış.
Katliam hazırlığına dair başka ne tür bilgiler var dosyalarda?
Sanıklar bomba yapımında kullanılan amonyum nitrat almaya kalkışmışlar, satıcı bunlardan şüphelenip vermemiş. Gidip başka yerden almışlar. Örgütün nakliye aracını kullanan, ona eskortluk yapan şahısların HTS kayıtlarından tespit ettik ki, 28-29 Eylül 2015 tarihinde Gaziantep, Nizip, Birecik civarında çok sayıda sinyalleri var. Yargılama sürerken, bu gübrecilerin araştırılmasını, Nizip giriş-çıkış kamera görüntülerinin istenmesini, bu nakliye aracının olup olmadığına bakılmasını talep ettiğimiz mahkeme, “gerek yok” diyerek reddetti. Fakat 2019 yılında, tefrik edilen ikinci dosya sürerken, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Terör Suçlarını Soruşturma Bürosu'ndan bir yazı geldi. Yazıya göre, Terör Suçlarını Soruşturma Bürosu'na 9 klasör dosya bırakılmış!
KATLİAMDAN 4 YIL SONRA, MAHKEMEYE HİÇ SUNULMAYAN 5 BİN SAYFALIK 9 “KAYIP” KLASÖR BULUNDU!
Ne dosyası, kim bırakmış?
Dosyaların kim tarafından bırakıldığının bilinmediği belirtiliyor. 10 Ekim 2015 tarihinde katliam olmuş, soruşturma bir sene sürmüş, 2016’da iddianame ile dava açılmış, Ağustos 2018’de yargılama bitmiş, firarilerle ilgili dosya ayrılmış. Aradan bir sene daha geçmiş ve sonuçta katliamdan dört yıl sonra, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı diyor ki, 9 klasör dosya daha var! Yaklaşık 5 bin sayfalık 9 dosyayı kucağınızda taşıyamazsınız! Adliyede bunlar market arabalarıyla ancak taşınıyor ve resmi yazıda bu dosyaların kim tarafından adliyeye bırakıldığının bilinmediği yazılıyor.
Bu ne anlama geliyor?
Üç soruşturma savcısından biri daha sonra Yargıtay üyesi oldu. Haklarında çokça şikâyet oldu ama sonuç alınmadı. Bu 9 klasörün yargılama süresi boyunca savcıların dolaplarında gizlendiğini düşünüyoruz.
KATLİAMDAN 10 GÜN ÖNCE ORGANİZATÖRLERLE İLGİLİ ŞİKAYET YAPILMIŞ AMA…
Neden?
Dosyalarda şöyle belgeler çıktı: Katliamın ardından yakalanan Yakub Şahin diyor ki, “Nizip’te satıcı bize gübreyi vermeyince Hüseyin Tunç’la birlikte gübreyi Birecik’ten aldım, Nizip’te depo tuttum ve 7 Ekim 2015’e kadar Gaziantep’e taşıdık.” 16 Ekim 2015’te Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Nizip Savcılığı'na yazdığı yazıda, Nizip’te katliam sanıklarının depo adresleri olduğunu, buralarda arama yapılmasını istiyor. Nizip Savcılığı da, “ben bununla ilgili daha önce soruşturma yaptım, Gaziantep’e de bildirdim, bununla ilgili size şu dosyaları yolluyorum” demiş. Yolladığı belgeye göre, katliamdan 10 gün önce, 30 Eylül 2015 tarihinde Yakup Şahin, plakası belli araçla, Hüseyin Tunç da örgüte ait kamyonetle, Nizip’te satıcıya gidip 2 ton civarında amonyum nitrat gübresi almak istemiş. Satıcı bunlardan şüphelenmiş. Çünkü kısa süre önce Suruç ve Diyarbakır katliamları olmuş. Satıcıya 2 bin TL civarında para da vermişler. Fakat satıcı “yol denetimi var, belge düzenlemem lazım, kimliklerinizi verin” demiş. Bunun üzerine Yakub Şahin ve Hüseyin Tunç paralarını geri alıp kaçmış. Satıcı da bunları polise ihbar etmiş. Savcılık bunun üzerine Olay Yeri İnceleme Ekipleri yollamış. Olay Yeri İnceleme ekipleri katliamdan 10 gün önce, güvenlik kamerasına bakıp Yakub Şahin’i arabanın plakasına, oturduğu yere kadar her şeyi tespit etmişler. Hüseyin Tunç’u da. Nizip Emniyeti satıcının ifadesini de ekleyerek dosyayı hazırlayıp Gaziantep İstihbarat Şubesi'ne ve Terörle Mücadele Şubesine göndermiş. Yakub Şahin ve Hüseyin Tunç’un terör örgütü ile bağlantılarının araştırılması gerektiğini Gaziantep Emniyeti’ne bildirmiş, Nizip Emniyeti.
Gaziantep Emniyeti bu araştırmayı yapmış mı?
Hayır. Bakın, tüm bu aktardığım bilgiler, dört yıl sonra, kim tarafından konduğu bilinmeyen dosyalardan çıktı. Dört yıllık yargılama boyunca biz bu bilgilerden bihaberdik. Çünkü savcılar bu bilgileri iddianamede kullanmamış.
DELİLLER MAHKEMEYE GÖNDERİLMEDİ, MAHKEME ADETA PES ETTİ
Peki bilgi ortaya çıkınca ne yaptınız?
Dosyalar 4 yıl sonra ortaya çıkınca, biz mahkemeden Nizip ve Gaziantep Emniyet müdürlüklerine bunu sormalarını talep ettik. Bunun üzerine mahkeme tarafından her iki emniyet müdürlüğünü müzekkere yazarak, söz konusu ihbarla ilgili ne tür bir işlem yapıldığını sordu. Fakat Gaziantep Emniyeti cevaben “şunu, şunu, şunu yaptım” cevabı bile vermeyerek aynı evrakları geri yolladı. Mahkemeye, tekrar sorun diye talepte bulunduk. “Bir şey yapılsaydı söylerlerdi zaten” diyerek ikinci kez Gaziantep Emniyeti’ne sormadı. Oysa Gaziantep Emniyeti’nin bu kişileri takip etmesi lazımdı. Eğer bunları takip etmeyip Ankara’ya kadar gelmelerine neden olmuşsa, kamusal sorumlulukları var, suç işlemişler. İhbarı dikkate almayarak bu kişileri araştırmadıysa, yine kamusal sorumluluk var. Biz bu yönden şikayetçi olunmasını, Gaziantep Emniyeti hakkında suç duyurusunda bulunmasını talep ettik ama mahkeme bunu reddetti.
9 dosyanın yargılama boyunca gizli kalmasıyla ilgili bir soruşturma yapıldı mı?
Her üç soruşturma savcısı hakkında da Hakimler Savcılar Kurulu’na delilleri saklama ve görevi ihmalden dolayı şikâyette bulunduk ama henüz yanıt almadık. 10 Ekim davasının en çarpıcı noktalarından biri, bu 9 dosyanın 4 yıl boyunca saklı kalmasıdır. Keza halen süren davamızla ilgili en büyük sıkıntımız da katliamın aydınlatılması, firarilerin yakalanması konusundaki delillerin gönderilmemesi. Mahkeme bir dönem bu konuda ısrarlı yazılar yazdı ama Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı açık açık “bunlar istihbari bilgidir, delil olarak kullanamazsınız, vermiyorum” dedi. Mahkeme ısrarımız üzerine bu yazıları yeniden yazdı. Yine yollamadılar. 3-4 celse bu yazışmalar sürdü, bu son duruşmada mahkeme artık adeta pes etti. Deliller mahkemeye gelmiyor, gönderilmiyor yani.
SANIKLARDAN BİRİ DAHA ÖNCE CEBİNDEN İNFAZ GÖRÜNTÜLERİ ÇIKTIĞI HALDE SALIVERİLMİŞ
Deliller gönderilse, ortaya ne çıkacak sizce?
Belki de katliamdan sonra Antep’teki hücre evlerini boşaltan, yüzleri apaçık bilinen ama isimleri tespit edilmeyen şahıslar ortaya çıkarılacak. Bakın, gelen bilgilerden Ahmet Güneş’in en önemli sanıklardan birini öğrendik mesela. Bu şahsın, Suriye’de kalaşnikofu kafasına dayayarak bir kişiyi öldürdüğüne dair görüntüler var.
Bu görüntü nasıl ortaya çıkmış?
2015 yılında 3 kişi Suriye’den dönüşte Gaziantep’te gözaltına alınmışlar, üzerinden çıkan USB’de bu infaz görüntüsü var. Buna rağmen savcılık, bu üç kişi hakkında adam öldürmeden değil, silahlı terör örgütü üyeliğinden dava açmış. Ceplerinde infaz videoları var ama mahkeme sadece İŞİD üyeliğinden dava açmış! 5 yıl ceza verilmiş ama karar duruşmasında bunlar salınmış. Adam öldürmeyle ilgili mahkemenin uyarısı üzerine sonradan dava açılmış tabii ama Ahmet Güneş salındıktan sonra kaçmış gitmiş ve halen izi yok. Bu dosyalarda gördük ki, Adıyaman, Adana, Hatay, Gaziantep, Kilis, Urfa, Ankara, Konya gibi bölgelerde yakalanan her IŞİD’liye dosya açmışlar. Fotoğraf koymuşlar, ana-baba adı, doğum tarihi, hangi eylemden yattığı… Polis albüm yapmış ve buralarda yakalanan şahıslara teşhis yaptırmış. Tahminimize göre bin 500’den fazla IŞİD zanlısının fotoğrafları var bu albümlerde. Mahkemeye, demin bahsini ettiğim X ve Y denen şahısların fotoğraflarıyla, kimlik bilgileri ve fotoğrafların bulunduğu albümlerin karşılaştırılması talebinde bulunduk.
EMNİYEYET MÜDÜRLÜKLERİ, JANDARMA, IŞİD SANIKLARININ BİLGİLERİNİN OLDUĞU ALBÜMLERİ MAHKEMEYE YOLLAMADI
Ve mahkeme yine mi reddetti?
Hayır, mahkeme bu talebi makul buldu ama Emniyet müdürlükleri, Jandarma bu albümleri ya yollamadı veya eksik gönderdi. Keza mahkemelerden, savcılıklardan istenenler de eksik yollandı. Mesela Gaziantep Emniyeti’nin yolladığı bir teşhis albümünde 94 kişi var. Oysa sadece Gaziantep Emniyet binasına saldırı dosyasında 113 sanık bulunuyor. Sırf Antep’te gözaltına alınan, tutuklanan IŞİD’li sayısı toplamı 700’den fazla. Ama Gaziantep Emniyeti'nin mahkemeye yolladığı albümde 94 kişi var! İl Emniyet Müdürlükleri göndermeyince en son Emniyet Genel Müdürlüğü’nden bu albümler talep edildi. Gelen yanıtta, “EGM Kriminal Daire ve Jandarma Kriminal Daire'den isteyin” dendi.
Onların yanıtı ne oldu?
Hem Emniyet’in hem Jandarma’nın ilgili daireleri, bizde böyle bir teşhis albümü yok, yanıtı verdi. Taleplerimize karşın mahkeme son celsede bu konuda ısrarlı olmayı ve yeniden istemeyi reddetti artık.
İÇİŞLERİ BAKANLIĞI’NIN ARANANLAR LİSTESİNDE ÇOK ÖNEMLİ KONUMDA OLUP 10 EKİM DAVASINDA SADECE ÖRGÜT ÜYELİĞİNDEN YARGILANANLAR VAR
Başka hangi talepleriniz vardı?
İçişleri Bakanlığı web sitesinde “terörden aranan şahıslar” diye bir liste var. Bu listede yaklaşık 90 civarında kişi, IŞİD üyeliğinden, başlarına ödül konularak kırmızı, mavi, yeşil, turuncu, gri renk kategorisinde aranıyor. Bunların 16’sı doğrudan bizim katliam davamızın sanığıdır. Bakanlığın kırmızı listesinde birinci sırada Yunus Durmaz varmış, sitede “etkisiz hale getirildi” deniyor. Mehmet Kadir Cebael için de aynı not düşülmüş. Mahkemeye, davada 36 sanık varken, niye sadece 16’sının bu listeye girdiğini sorduk. Niye bir kısmı kırmızı, bir kısmı mavi listede?
Bu soruların yanıtının önemi ne?
Demek ki bunların örgütteki hiyerarşik konumları farklı, eylemlilikleri farklı ve bakanlık bunu biliyor. Oysa şu ana kadar Türkiye, özellikle de Gaziantep IŞİD yapılanmasına ve 10 Ekim katliamını hazırlayanlara ilişkin organizasyon şemasını emniyet, savcılık ve mahkeme yapamadı. Burada bir organizasyon şeması yok. Adam İçişleri Bakanlığı’nın arananlar listesinde çok önemli konumda, kırmızı veya mavi listede bulunuyor ama bizim davada sadece örgüt üyeliğinden yargılanıyor!
SANIKLARIN FİRARİ OLMASI SORUN AMA MAKAMLARIN MAHKEMEYE BİLGİ, BELGE GÖNDERMEMESİ ÇOK DAHA FECİ, VAHİM
Demek ki İçişleri Bakanlığı’nın elinde bu kişilerle ilgili başka bilgiler var. Mahkemeden, İçişleri Bakanlığı’ndan bu bilgileri istemesini talep ettiniz mi?
Elbette. İçişleri Bakanlığı bu listedekileri hangi eylemselliklerine, örgütteki hangi konumlarına göre bu renkli listelere koymuş? Kırmızı listede Ankara katliamı dosyasından 3 IŞİD’li var. Mavi listede 8 kişi var mesela. Yeşil listeye Nusret Yılmaz’ı koymuşlar. Turuncu listeye 4 kişi, Gri listeye 2 kişi koymuşlar. Bu farklı renklerdeki kategorilere konulmalarının dayanağı, delilleri nedir? Bunlar davadaki sanıkların durumu açısından çok önemli. Ancak İçişleri Bakanlığı bununla ilgili yazılan 4 müzekkereye cevap bile vermedi. Bunun üzerine son celsede mahkeme gelmeyen müzekkere talebini artık yazmaktan vazgeçti. Yani mahkeme pes etti. Oysa bunlar davanın gidişatı açısından çok önemli unsurlar. Çünkü bu sanıklar ödüllü olan bu listelere girmişse, demek ki devletin bu adamlar hakkında istihbari bilgileri, mahkeme dosyasında olmayan bilgileri var. Uzun lafın kısası, 10 Ekim yargılaması iyi gitmiyor. Sanıkların firari olması ayrı bir sorun ama makamların belge, bilgi göndermemesi çok daha feci ve vahim.
ANKARA’DA YOL ARAMASI, BOMBACILAR ŞEHRE GİRENE KADAR KALDIRILMIŞ
Canlı bombalarından biri Yunus Emre Alagöz ve kimliği tespit edilemeyen diğer canlı bombanın Ankara’ya geliş sürecinde nasıl bir ihmalkârlık var? Bunların Ankara’ya, şehrin göbeğine kadar gelmeleri, 103 kişiyi katletmeleri nasıl önlenemedi?
Elbette ihmalkârlık dizboyu. Bakın, 17 Eylül 2015 tarihinde Tunceli Emniyet Müdürlüğü’nün uyarısı var. Miting gibi kalabalık yerlerde canlı bombaların eylem yapacağına dair istihbaratlar var. Ama Ankara Emniyeti bu ihbarların hiçbirini miting tertip komitesiyle paylaşmamış. Miting alanında arama yok. Yol araması da bir gece önce, saat 24’ten 10 Ekim sabah saat 9’a kadar kaldırılmış.
Canlı bombalar saat kaçta Ankara’ya girmiş?
Sabah saat 8:30 civarında.
Nasıl giriyorlar?
İki araçla geliyorlar. Her ihtimale karşı Gölbaşı girişinde, benzinlikte duruyorlar. Yakub Şahin aracıyla Balgat’a kadar gidip yolda polis kontrolü olmadığını görünce geri dönüyor ve Halil İbrahim’e haber veriyor. Her iki araç yeniden, saat 8:20’de Ankara’ya giriş yapıyor. Balgat’a kadar gelip orada canlı bombaları taksiye bindirerek katliamı yapacakları meydana gönderiyorlar. Oysa Ankara’da mitingler öncesi şehir girişinde arama yapıldığını biliyoruz. Burada arama noktası da kaldırılmış. Tertip komitesine, canlı bomba ihbarlarına dair hiçbir bilgi verilmemiş. Bunlarla ilgili Mülkiye başmüfettişliğinin raporunda tespitler var. Ankara Emniyet’inin sıralı amirlerinin ve müdürlerinin görevi ihmalden yargılanmaları talebi var. Ama Ankara Valiliği yargılanmalarına izin vermedi. İdari yargı yoluna başvuruldu, idari yargı reddetti. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapıldı, onlar da sonuçsuz kaldı.
CANLI BOMBALARDAN ALAGÖZ, KATLİAMDAN 20 GÜN ÖNCE KARDEŞİNİ ARAYIP CANLI BOMBA OLACAĞI MESAJINI VERMİŞ VE POLİS BUNU DİNLEMİŞ!
Canlı bombaların Balgat’tan taksiye bindikleri nasıl tespit edildi?
Mobese, güvenlik kameraları kayıtlarından. İkisi de Balgat’ta biniyorlar taksiye, Meclis kavşağında iniyorlar. Oradan tekrar taksiye biniyorlar, üstlerinde koca koca kalın montlar. Ulaştırma kavşağında inip miting alanına yürüyerek giriyor, kalabalığın arasına karışıyorlar. Bir tane bile arama yok. Katliamı yapanlardan Yunus Emre Alagöz, aynı yılın temmuz ayında Suruç katliamını yapan Abdurrahman Alagöz’ün kardeşi. Katliamdan 20 gün önce, Adıyaman’da küçük kardeşiyle yaptığı telefon görüşmesinin kaydı var. “Hakkınızı helal edin, ben de Şeyh Abdurrahman’ın yolundan gideceğim” diyor. Bu ne demektir! Canlı bomba olmaya gidiyor. Polis bunu dinlemiş! IŞİD’in yakın zamanda, kalabalık alanlarda, mitinglerde canlı bomba eylemi yapacağı bilgisi var. Ama bu adamlar Antep’ten çıkıp ellerini kollarını sallaya sallaya, sabah 8:20’ye kadar Ankara’ya gelmişler. Hiçbir aramaya takılmamışlar. Arabaları da, kendileri de aranmamış. Miting alanına girerken de aranmamışlar.
KATLİAMDAN SONRA AMBULANSLAR SAĞDA-SOLDA BEKLEMİŞLER
Katliamdan hemen sonra polisin alana biber gazı sıktığına dair ifadelerle ilgili bir soruşturma yapıldı mı?
Bunu aileler ve alanda olan insanlar, mahkemede anlattılar. “Yaralılara müdahale edemedik, bir kısmı bu şekilde müdahale edilemediği için öldü” dediler. Ambulansların gelmediğini söylediler. Bunlarla ilgili mahkeme suç duyurusunda bulundu ama, onunla ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı takipsizlik kararı verdi. Ayrıca ambulansların alana gelmemesiyle ilgili Ankara İl Sağlık Müdürlüğü’yle ilgili de bir soruşturma sürdürüldü. Ambulansların alana gelmediği belli, sağda solda beklemişler. Ama onunla ilgili de takipsizlik kararı verildi. Bilhassa miting katılımcısı doktorlar tarafından yaralılara müdahale edilirken, alanın yoğun bir gaza boğulduğuna dair görüntüler de var, katliam mağdurlarının beyanları, ifadeleri de var. Mahkeme bunları ciddi gördüğü için zaten bunlarla ilgili suç duyurusunda bulunmuştu. Ama maalesef Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı onlarla ilgili de takipsizlik kararı verdi.
Otopsi raporlarında gazdan dolayı hayatını kaybeden olup olmadığı biliniyor mu?
Onunla ilgili çok ayrıntılı bir şey açıklanmadı, ama araştırılmadığı için olmayabilir, o da ayrı bir konu. Neticede alanda ilk anda 100 kişi hayatını kaybetti, sonra 3 kişi patlama kaynaklı oluşan hastalıklardan dolayı hayatını kaybetti. Tam net sayısını bilememekle birlikte 500-600 yaralı var. İki saldırgan hariç.
Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamlarından biri, Ankara’nın göbeğinde yapıldı. Öncesinde kolluğun, istihbaratın, sonrasında bürokrasinin, siyasetin, yargının tutumu, ihmalleri, genel olarak devletin bu katliam karşısındaki “sınavına” dair ne anlatıyor?
Katliam öncesi alan güvenliğinin alınmaması, mitinge giriş-çıkışların denetlenmemesi, şehre girişlerdeki aramaların yapılmaması, girişlerde hiç kimsenin aranmaması, miting öncesi canlı bomba ihbarlarının katılımcılarla paylaşılmaması, miting öncesi büyük bir zaafiyetin, görevi ihmali de aşan kasıt olduğunu görüyoruz. Bunu sadece biz söylemiyoruz, devletin en büyük soruşturmacısı Mülkiye Başmüfettişliği de söylüyor. Bunun dışında katliam sonrası alana müdahale edilmesi var. Daha önce yine Ankara’da, 17 Eylül’de iktidar partisi ciddi tedbirlerle, örneğin yüzlerce ambulansın, binlerce polisin görevlendirildiği miting yapmış. Katliamın yapıldığı mitingde toplam görevli polis sayısı 2 bin 40 ve bunların sadece 176’sı alan civarında. Ambulansların en yakını, katliamın yapıldığı bölgenin 3-4 kilometre yakınında beklemiş. Bunlar Anayasa Mahkemesi’nde bireysel başvuruya ilişkin halen sonuçlanmayan ana dosyamızda birer şikâyet konusu. Katliam sonrasında dönemin başbakanı “kokteyl terör” dedi mesela. Oysa bu katliamı IŞİD’in yaptığını biliyordu. Buna rağmen katliamdan sonra bir hafta boyunca “kokteyl örgüt” deyip durdular. Her yanıyla, görevi ihmalin ötesine geçen, ağır şeyler var bu katliamda.