Müslüman feminizmine yakından bir bakış: İslam ve feminizm birlikte var olabilir mi?

Feminist hareketin farklı katmanlar içermesi ve bunların çelişseler bile bir bütünlük oluşturması gibi Müslüman feministler de kendi topluluklarındaki içsel gerilimleri bağdaştırma yollarını bulmakta.

Abone ol

"İnsan olmanın çeşitli yolları, farklı ontik aidiyet hislerimizle bu yeryüzünü  'dünyalaştırma' çabamızda ve  — daimî, kırılgan ama kaçınılmaz bir şekilde — mücadele ettiğimiz sonsuz ölçülemezlikler içerisinde saklıdır."(1)

Müslüman feministler ve feminist hareketlerin, son on yılda kamuoyunda ve siyasi alanda daha görünür hale gelerek ivme kazanmasıyla birlikte İslam, feminizm ve bunların kesişim alanları oldukça tartışmalı bir alan haline gelmiştir. Ancak bu hareketlerin tarihi, son dönemlerdeki bu görünürlükten çok daha eskilere dayanıyor. İslam ve feminizm üzerine yapılan tartışmalar genellikle kimlik politikalarıyla kesişmektedir. Ancak bu yazı, daha çok modern bağlamlarda bu kimliklerin birbiriyle nasıl müzakere ettiğine ve etkileşimde bulunduğuna odaklanacaktır.

Feminist kimliklerin çok yönlü olduğunu kabul eden bu yazı, feminist düşüncenin içindeki pozisyonların ve gerekçelerin çeşitliliğini incelemektedir. Bu çeşitliliği kuşaklar arası farklılıklar üzerinden takip ederek, feminist kimliklerin çeşitli sosyo-kültürel bağlamlarda nasıl evrildiğini ve uyum sağladığını araştırmaktadır.

FEMİNİST TEORİ

Simone de Beauvoir'nın feminist teoriye katkıları, feminist düşünce içerisinde hâlâ esaslı bir öneme sahiptir. "Öteki" kavramını ortaya koyarak, kadınların biyolojilerinin onların ikincilleştirilmelerini haklı kıldığı fikrine meydan okumuştur. De Beauvoir, kadınlarla erkekler arasında biyolojik farklar bulunduğunu kabul etmekle birlikte, bu farklılıkların kadınların toplumsal rollerini veya yeteneklerini belirlemediğini savunur. Ona göre, toplumsal yapıların doğal bir gerçekmiş gibi yansıtılması, kadınların ezilmesini devam ettirmiştir:

"Kadınların eşit insan muamelesi görmesi, kadınların üstün ya da erkeklerle eşit olduğu için değil, adaletsizliğin kabul edilemez olması sebebiyle erkeğin çıkarınadır."(2)

Judith Butler ise toplumsal cinsiyetin kültürel bir inşa olduğunu vurgulayarak bu tartışmaya yeni bir boyut kazandırır. Butler’a göre toplumsal cinsiyet, yalnızca kültürel olarak inşa edilmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal normlarla karşılıklı bir etkileşim içinde yeniden şekillenir.(3) Bu bakış açısı, toplumsal cinsiyetin sabit olmadığı, aksine zamanla ve kültürler arasında evrildiği fikrini ortaya koyar. Feminist teori, kadınların deneyimlerini bir toplumsal cinsiyet perspektifi üzerinden anlamlandırmayı amaçlayan bu kavramsal çerçeveye dayanır.

İSLAMİ FEMİNİZM: BİR OKSİMORON MU?

1990’larda İslami feminizmin ortaya çıkışı, Müslüman kadınların toplumsal cinsiyet eşitliğini İslami bir mercekle ele almaya başlamasıyla önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu değişim, feminist analizlerle bağlantılı olarak, Müslüman kadın haklarındaki küresel gerilemenin, hem erken dönem Müslüman toplumlarındaki ataerkil normlardan hem de günümüz uygulamalarından kaynaklandığını ileri sürmüştür. Ancak, “İslami feminizm” terimi kendi içinde çeşitli tepkilere yol açmıştır. Bu kavram, İslam ve feminizm gibi farklı entelektüel paradigmalar arasında süregelen gerilimleri yansıtarak, dini ve feminist görüşleri uzlaştırma çabasının karmaşıklığını ortaya koymaktadır.

Müslüman feministler genellikle hem geleneksel hem de modern ataerkil sistemlerle mücadele etmek gibi ikili bir zorlukla karşı karşıya kalmaktadır. Geleneksel ataerkillik, kadınları üreme ve ev içi rollerle sınırlarken; bu sistem, onların özel ve kamusal alanlardaki özerkliklerini de kısıtlar. Buna karşılık modern ataerkillik, toplumların sanayileşme, şehirleşme ve küreselleşme süreçlerine girmesiyle ortaya çıkar. Modern ataerkillik, geleneksel aile yapılarını zayıflatırken, erkek egemen kontrolü ekonomik, politik ve kurumsal alanlarda yeniden şekillendirir. Kadınlar, eğitim ve iş gücü piyasalarına daha fazla dahil olurken, aynı zamanda eşitsiz ücret uygulamaları ve iş yerlerinde toplumsal cinsiyet hiyerarşileri gibi yeni zorluklarla karşılaşır. Bu süreçte kadınlar, çoğu zaman ücretli çalışma ile ev içi ücretsiz emek arasında “çifte yük” (double burden) olarak adlandırılan bir zorluk yaşamaktadır.

Bu ikili mücadele, çoğu zaman Müslüman feminist kimliğinin bir oksimoron olarak algılanmasına neden olur. Miriam Cooke, İslami feminizmi “tutarlı bir kimlik” olarak değil, bunun yerine “bağlama bağlı stratejik bir öz-konumlanma” olarak tanımlar.(4) Ona göre, bu stratejik konumlanma, feministlerin birbirinden farklı ve görünürde çelişkili olabilecek ideolojik bağlılıkları ele alabilmesini sağlar.

Margot Badran ise İslami feminizmi, “Kur’an’dan anlayışını ve yetkisini alan bir feminist söylem ve pratik” olarak tanımlar.(5) Badran’a göre bu hareket, kadınlar ve erkekler arasında eşitlik ve adaleti savunur, bunu yaparken de Kur’an’daki insan eşitliği anlayışını temel alır.

Buna karşılık Kausar, feminizmi seküler ve materyalist kökleri nedeniyle eleştirir ve İslami bir dünya görüşüyle uyumsuz bulur. Ona göre, Müslüman kadınların güçlendirilmesinin temelinde Tanrı’ya karşı hesap verebilirlik olmalıdır. Kausar, “otantik İslami yaklaşım” ile “Müslüman etnokültürel gelenekçi yaklaşım” arasında ayrım yapar.(6) Otantik İslami yaklaşım, kadınların rollerini yeniden tanımlamak için İslam’ın temel ilkelerine dayanır. Ancak, gelenekçi yaklaşım, kadınların aile içinde pasif ve itaatkar roller üstlenmesini savunan kültürel normlara bağlıdır.

S. Shaikah, kendi deneyimlerini şu şekilde ifade eder:
"Sosyal ve kültürel çevremde, bazen din ve gelenek kisvesi altında sergilenen ataerkillikle yüzleşirken, beni mücadeleye sevk eden şey, İslam ve İslami mirasın tam olarak neyi temsil ettiğini ve aynı anda hem toplumsal cinsiyetli bir insan hem de bir mümin olmanın ne anlama geldiğini sorgulamaktı."(7)

Bu farklı perspektifler, İslami feminizmin tek tip bir ideoloji olmadığını, aksine dinamik ve bağlama duyarlı bir söylem olduğunu ortaya koymaktadır.

TARİHSEL BAĞLAM VE ÇAĞDAŞ DÖNÜŞÜMLER

İslami feminizmin gelişimini anlamak için onun tarihsel kökenlerini incelemek gereklidir. Örneğin, Türkiye’de feminist hareketlerin kökeni geç Osmanlı dönemine kadar uzanır. Bu dönemde kadınların siyasi mücadeleleri, elitler ve entelektüeller arasında yankı bulmuştur. Kadın yazarlar, adlarını kullanarak eserler yayımlamış, kadınların yaşamın her alanında yer alması gerektiğini savunmuş ve kadın haklarıyla ilgili küresel mücadelelere ilgi göstermiştir. Kadınlar Dünyası dergisi ve Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti bu dönemde öne çıkan yayınlardan ve kuruluşlardan bazılarıdır.

Geçmişteki kadın hareketleri, toplumsal cinsiyetin yalnızca biyolojik bir farklılık olarak görülmediği fikrine işaret ederken, o dönemdeki kadınlar feminist olarak tanımlanmaktan çekinmiştir. Ancak günümüze gelindiğinde, Müslüman feministlerin tutumlarının önemli ölçüde evrildiği görülmektedir.

Özellikle 1990’larda Müslüman feministler, toplumsal cinsiyet eşitliğini “fıtrat” kavramı üzerinden anlamlandırmıştır. Fıtrat, kadınlar ve erkekler arasındaki farklılıkları kabul eden ve eşitliği tamamlayıcılık bağlamında ele alan bir anlayışı temsil eder. Buna karşın, modern Müslüman feministler bu yaklaşımı sorgulamaktadır. Onlara göre eşitlik, bireylerin Tanrı’ya karşı hesap verebilirliğine dayanmalı ve biyolojik farklılıkların ötesinde tanımlanmalıdır.

Bir feminist, bu dönüşümü şöyle açıklamaktadır: "Sanki erkekler yalnızca Tanrı’ya karşı sorumlu, ama biz hem erkeklere hem de Tanrı’ya karşı sorumluyuz. Bana göre eşitlik, kadınların yalnızca Tanrı’ya karşı sorumlu oldukları bir noktaya ulaşmaları demektir."

Bu dönüşüm, günümüz Müslüman feministlerinin toplumsal cinsiyet eşitliğini yeniden tanımladığını ve bu kavramı İslami bir çerçeve içinde savunduklarını göstermektedir.

GERİLİMLERİN UZLAŞMASI

Müslüman feministlerin İslam ve feminizm arasındaki kesişimi nasıl müzakere ettiklerine dair yapılan röportajlar, bu sürecin ne kadar karmaşık ve çok katmanlı olduğunu gözler önüne sermektedir. Bir röportaj katılımcısı, feminist kimliğiyle ilgili değişen ilişkisini şu sözlerle açıklamaktadır:

"Başlangıçta feminist fikirlerle tanıştığımda, kendimi kolayca bir feminist olarak tanımlayabiliyordum. Feminizm size güçlü, kendi kendini yaratan bir kadın modeli sunar; bu başlangıçta anlaşılması kolay bir şeydir. Ancak daha sonra feminist çevrelerde karşılaştığım bazı itici yaklaşımlar, siyasi çatışmalar ve aidiyet hissetmeme nedeniyle bir süre uzaklaştım. Sonra, üçüncü dalga feminizmle tanıştım. Her toplulukta, her kavramda o kavramı tekeline alan insanlar vardır. Ancak fark ettim ki feminizm, zaman zaman kendi içinde çatışabilen farklı katmanlardan oluşuyor. Ancak bu çatışmalar feminizmin genel çerçevesini zayıflatmıyordu. Ve arka plandaki çatışmayı üstlenmenin de bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum. "

Bu yaklaşım, Müslüman feministlerin İslam ve feminizm arasında kendi kimliklerini nasıl yeniden tanımladıklarına dair önemli bir içgörü sunmaktadır. Feminist hareketlerin farklı katmanlar içermesi ve bu katmanların zaman zaman çelişse bile bir bütünlük oluşturması gibi, Müslüman feministler de kendi topluluklarındaki içsel gerilimlere rağmen bu kimlikleri bağdaştırmanın yollarını bulmaktadır.

Bu bağlamda toplumsal cinsiyet eşitliği, önemli bir tartışma alanı olarak öne çıkmaktadır. Bir katılımcı, eşitliği şu şekilde tanımlamaktadır:
"Bizim yeteneklerimiz cinsiyetimize bağlı olarak belirlenmemeli; toplumsal cinsiyetimizden bağımsız bir şekilde değerlendirilmelidir."

Başka bir katılımcı ise, Müslüman kadınların eşitliği "yalnızca Tanrı’ya karşı sorumluluk" temelinde yorumlaması gerektiğini savunmuştur. Bu perspektif, toplumsal cinsiyet eşitliğini kadınların hem dinsel hem de toplumsal bağlamlarda bağımsızlıklarına vurgu yaparak yeniden düşünmelerine olanak sağlamaktadır.

Röportajlardan elde edilen bu veriler, İslam ve feminizm arasındaki gerilimlerin bir çatışma alanı olmaktan ziyade, üretken bir uzlaşma zemini olarak değerlendirilebileceğini göstermektedir. Bu gerilimler, Müslüman feministlerin daha kapsayıcı bir toplumsal cinsiyet adaleti anlayışına katkıda bulunmasını sağlayan önemli bir motivasyon kaynağıdır.

SONUÇ

İslam ve feminizmin birbiriyle olan ilişkisi, kesin bir çözüme ulaşmaktan çok, sürekli gelişen bir diyalog süreci olarak görülmelidir. Bu diyalog, Müslüman kadınların değişen kültürel ve toplumsal bağlamlara yanıt verirken kimliklerini yeniden tanımlama çabalarını yansıtır. Müslüman feministler, bu zorlu süreçte hem dini hem de feminist söylemleri bir araya getirerek feminist hareketin sınırlarını genişletmekte ve daha kapsamlı bir toplumsal cinsiyet adaleti çerçevesi oluşturmaktadır.

Sonuç olarak, İslam ve feminizmin kesişimi, basit bir uzlaşmaya ya da bir çatışmaya indirgenmemelidir. Bu alan, farklılıkların barış içinde bir arada var olabileceği, gerilimlerin ise yeni fikirler ve çözümler üretebileceği bir zemin olarak değerlendirilebilir. Müslüman feministler hem geleneksel hem de modern ataerkillik karşısında eleştirel bir duruş sergileyerek, sadece kendi toplulukları için değil, aynı zamanda küresel feminist hareket için de önemli bir katkı sunmaktadır.

Bu sürecin başarısı, İslam ve feminizmin farklı paradigmalar olarak görüldüğü geleneksel yaklaşımların ötesine geçmekte yatmaktadır. Bu paradigmalara yönelik eleştirel bir anlayış ve kapsayıcı bir bakış açısı, İslami feminizmin daha geniş bir adalet ve eşitlik anlayışı geliştirmesini mümkün kılmaktadır.

NOTLAR: 

(1) Barlas, A. (2000). Engaging Islamic Feminism: Provincializing feminism as a master narrative.

(2) Beauvoir, S. de. (2015). The second sex.

(3) Butler, J. (1990). Gender Trouble: Feminism and the Subversion of Identity.

(4) Cooke, M. (2001). Women Claim Islam: Creating Islamic Feminism through Literature

(5) Badran, M. (1994). Gender Activism: Feminists and Islamists in Egypt,” in Identity Politics and Women: Cultural Reassertions and Feminisms in International Perspective.

(6) Kausar, Z. (1995). Women’s Issues: Women’s Perspectives

(7) Shaikh, S. (2003). Transforming Feminisms: Islam, Women and Gender Justice, in Progressive Muslims: On Justice, Gender and Pluralism.