'Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler bir kadın meselesi'
‘Nenemin Masalları’, ‘Anneannem’, ‘Nenem bir Ermeniymiş’, ‘Ermeni Kızı Ağçik’ gibi sözlü anlatım kitapları ile gündeme gelen "Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler" meselesini değerlendiren Prof. Dr. Zerrin Kurtoğlu Şahin: "Soyun kadın değil erkek üzerinden kurgulanması nedeniyle Müslümanlaştırma politikasının özel olarak kadınlar üzerinde uygulanması nedeniyle, Müslümanlaştırılmış Ermeniler meselesinin bir kadın meselesi olduğu söylenebilir."
Nilüfer Bulut
İZMİR - Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler* meselesi 2000'li yıllarla birlikte hakkında daha fazla konuşulan, üretilen bir konu haline geldi. Hrant Dink'in ve Agos gazetesinin Türkiyeli Ermenilerin görünürlüğünü artıran çalışmaları Müslüman toplum arasında bilinen ama varlığı 'öteki'likten öteye gitmemiş, Ermeni toplumu içerisinde ise 'soykırımın kayıpları' olarak görülmüş Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler için de yeni bir sayfa açmış oldu. Konuyla ilgili Hrant Dink Vakfı tarafından 2-4 Kasım 2013 tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi'nde bir konferans düzenlendi. Agos gazetesi ise 11 Kasım 2013'te Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler özel sayısını yayınladı. Fethiye Çetin'in 2004 yılında yayımladığı ve Ermeni anneannesini anlattığı "Anneannem" ve Ayşegül Altınay ile birlikte hazırladığı torunların dilinden Ermeni ninelerin, dedelerin anlatıldığı "Torunlar" kitabı gibi kitaplarla mesele Müslümanlaş(tırıl)mış Ermenilerin gözünden kamuoyu ile buluşmuş oldu.
Ermenilerin deyimiyle 'Medz Yeghern'de (Büyük Felaket) hayatta kalmanın yollarından biri olarak Müslümanlaş(tırıl)manın, Ermeni kimliğindeki yerini, bu durumdaki insanların Hıristiyan Ermeniler açısından 'Ermeni' kimliğine Müslüman Türkiyeliler açısından ise 'Müslüman' kimliğine bakışın ortasında kendi kimlik algılarını, konunun Türkiye'nin Ermeni meselesiyle yüzleşmesindeki yerini Barış Akademisyeni, felsefeci Prof. Dr. Zerrin Kurtoğlu Şahin ile konuştuk.
Ermenilerin Müslümanlaştırılması nasıl bir ortamda ve hangi şartlarda gerçekleşti?
Aslında “Müslümanlaştırılma" kavramı, ortama ve şartlara ilişkin bilgi veriyor. Kavram, Ermenilerin kendi özgür iradeleriyle Müslümanlığı kabul etmediklerini, buna zorlandıklarını zaten ifade ediyor. Müslümanlaştırma politikası, soykırımın tamamlayıcısı olmuş. Böylelikle çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu bazı Ermenilerin Müslüman olmak koşuluyla canları bağışlanmışsa da soyları bağışlanmamıştır. Zira Müslümanlaştırılma dayatmasına boyun eğerek biyolojik varlıklarını sürdürmenin güvencesine kavuşan Ermeniler, kendi kültürel ve sosyal bağlarından kopartılmış ve böylece aslında ruhları çalınmış, yok edilmiş, kültürel olarak ölüme yazgılı atomik bireylere dönüştürülmüştür.
Bu olgu, dönemin kimlik tahayyülüne ilişkin olarak da bilgi veriyor. Kimlikler etnik değil dinsel referanslarla tanımlanıyor demek ki. Bir Ermeni’nin Müslümanlaştırılması onun etnik kimliğinden de arındırılması anlamına geliyor. Bu durum, öncelikle İttihat Terakki’nin Türkçülük politikasının yeniden düşünülmesini gerekli kılıyor. Zira anlaşılıyor ki Türk kimliğinin asli kurucu öğesi Müslümanlık! Bu kavrayış Cumhuriyet döneminde de değişmiyor… Halen Müslümanlık hem Türk kimliğinin asli öğelerinden biri, hem de koruyucu bir zırh! Öte yandan Ermeniler için de durum farklı değil! Onların da büyük bir kısmı etnisiteleriyle dinlerini özdeşleştirmiş durumdalar. Benim açımdan Hıristiyanlığın Ermeni kimliğinin mütemmim cüzü oluşu daha anlaşılır bir durum. Zira iktidar Ermenileri tam da buradan yaralamıştır. İktidar sizi nerenizden yaralarsa, kimliğiniz odur çünkü! Ferda Balancar tarafından derlenen 'Sessizliğin Sesi' kitabında babasının ailesi Müslüman olan bir Ermeni gencin dediğidir: “Benim için asıl önemli olan Ermeni olmak değil, Hıristiyan olmak. Ben zaten Ermeniyim. Bu doğal hal zaten, ama iyi bir Hıristiyan olmak benim için her şeyden daha önemli.”
Müslümanlaştırılmış Ermeniler konusu ilk ne zaman gündeme geldi ve bu konunun gündemleşmesi neden bu kadar geç oldu?
Tahmin edilebileceği gibi zor bir konu bu! Öncelikle can havliyle dinsel inancını değiştirmek zorunda kalan birinin yaşayacağı travma hesaba katılmalı! İnanç böyle bir şey değildir ki… O inanma direşkenliğidir. Bireysel ya da toplu olarak hakim dinsel inancın idari, siyasi veya dinsel temsilcilerinin denetiminde kelime-i şahadet getirerek Müslümanlaştırılan kadınlar (Müslümanlaştırılan pek az erkek var) ikili bir zulme maruz kalmışlar. İlki, inancının mekanı olan kalbi ile yaşantısı arasında müthiş bir yarılmadan, parçalanmadan kaynaklanan zulüm ki çoğu Ermeni kadının Müslümanlaştırılma işleminin Müslüman biriyle evlenme ya da evlendirilmesi ile katmerli bir yalnızlığa ve suskunluğa gömülmesine ve Fethiye Çetin’in anneannesi gibi ancak ölüm döşeğinde kendisi ile ilgili hakikati, o da ancak fısıldayarak ifade edebilmesine neden olmuştur. İkinci zulüm tam da ataerkil bir toplumda yaşayan kadınlar olmalarından kaynaklanan bir zulümdür. Soyun kadın değil erkek üzerinden kurgulanması nedeniyle Müslümanlaştırma politikasının özel olarak kadınlar üzerinde uygulanması nedeniyle, Müslümanlaştırılmış Ermeniler meselesinin bir kadın meselesi olduğu söylenebilir. Nitekim Müslüman erkeklerden çocuk sahibi olan Ermeni kadınlar, kendi çocuklarından bile sırları saklamak zorunda kalmışlar. Her ne kadar İslam evrensel bir din olarak kendisini sunsa da ve yine her ne kadar Ermeni kadınlar Müslümanlaştırılarak mühtedi (İslam dinine geçmiş) olmaya zorlansa da mühtedilik, toplumsal olarak muteber bir durum değildir. Buna bir de kadın olmaklığı eklediğinizde suskunluğun aslında ne büyük bir yabancılaşma ve içe kapanmanın ürünü olduğunu anlayabilirsiniz.
Hesaba katılması gereken ikinci olgu, bu meselenin Ermeni soykırımı ile ilgili olduğudur. Ermeni soykırımı konuşulmadan bu konunun konuşulması mümkün değildir. Soykırımı ne zaman konuşmaya başladıysak, bu konu da ufkumuza o zaman girdi. Hrant Dink bu ufkun mimarıdır. Hrant’ın inşa ettiği ufkun sınırları, ‘Nenemin Masalları’, ‘Anneannem’, ‘Nenem bir Ermeniymiş’, ‘Ermeni Kızı Ağçik’, ‘Müslümanlaştırılmış Ermeni Kadınların Dramı’, ‘Türkiye’de Ermeni Kadınları ve Çocukları Meselesi’, ‘Hoşana’nın Son Sözü’ , ‘Torunlar’ gibi sözlü tarih çalışmaları vasıtasıyla giderek genişledi. Artık pek çok insan kendi Ermeni anneannesinden söz eder oldu. Yani suskunluk katmanları yavaş yavaş çözülüyor diyebilirim.
Ayrıca Müslümanlaştırılan Ermenilerin Müslümanlaştırılmaya direnen Ermeniler nezdindeki konumu da hesaba katılmalıdır.
Müslümanlaştırılmış Ermeniler'in yaşadıklarıyla ilgili olarak veya yaşadıklarının sonucunda eski kimlikle birlikte ortak bir hafıza ya da ortak bir kültür oluşturabildiklerinden bahsedebilir miyiz?
Ben onca travmadan sonra ilk neslin bunu yapabildiğini sanmıyorum. Bir yandan ailenizin erkekleri katledilmiş, pek çok aile ferdinizi tehcir sırasında kaybetmişsiniz, öte yandan kayıplarınızın acılarını bile yaşayamadan kayıplarınız için kendisine yakaracağınız, merhametini isteyeceğiniz tanrınızı da bizzat sizin öldürmeniz isteniyor… Ermeni anneannelerin, babaannelerin hikâyelerini ancak ölürken fısıldamaları, onların eski kimliklerine sadık kaldıklarını gösteriyor bana.
Ermenilerin Müslümanlaştırılmasının yani bunun zorla ve kimliği inkar mecburiyetinde olmasının/yaşanmasının sonraki kuşaklardaki etkileri nelerdir?
Sonraki nesiller için durum farklı. Onlar zaten yaşamlarının büyük kısmını bu sırdan korunarak geçirdiklerinden eski kimliği bilmiyorlar. Hatta büyük bir kısmı bu sırrı öğrendikten sonra bile, belki kendileri Müslüman inanca doğduklarından, belki de Müslümanlığın koruyucu zırhına hâlâ ihtiyaç olduğundan, yeni kimlikleriyle çatışma yaşamıyor gibi görünüyorlar. Tanıdığım bir Ermeni torun, dedesinden (annesinin babası) “bizim ailedeki son Ermeni” diye bahsetmişti. Bazıları da eski kimliği ile yeniden ilişkilenerek Hıristiyanlığı seçiyor. Ortak hafıza dediğiniz şey, ortak tarih bilinci ise, hiçbir çocuk ya da torun, ebeveyninin hafızasındaki kayıtlara ilgisiz kalmıyor… Ve doğrusu da bu… Ama buna rağmen kendi yurtlarında, diğer yurttaşlarla birlikte barış içinde yaşama iradesi gösteriyorlar… Şunu da söylemem gerek: Sonraki nesillerin Türkleştirilmesine halen devam ediliyor. Mesela eğitim kurumlarımız, gayet resmi, gayet milli ve gayet militarist tarih yazıcıları tarafından Türklük ve Müslümanlık filtresinden geçirilerek yazılan milli ders kitapları vasıtasıyla Türkleştirmeye ve Müslümanlaştırmaya devam ediyor.
Hıristiyan Ermenilerle Müslümanlaş(tırıl)mış Ermenilerin birbirlerine bakış açısı nedir?
Aslında az önce söylediğim gibi, bu konudaki suskunluğun nedenlerinden biri de bu! Hıristiyan kalmış Ermeniler nezdinde de mühtedilik muteber değil! Bu yüzden ciddi bir itibar kaybına uğramış durumdalar… Ama daha da ötesi onlar, Müslümanlaştırılmış Ermenileri soykırımın kayıpları arasında sayıyorlar. Müslümanlaştırılanlara gelince, onların bir kısmı zaten kimliklerini halen açık etmiyorlar. Bunun değişik korkularla ilgisi olabilir. Eski kimliğini ifşa edebilenler ise sanırım bu eski kimliğe sahip çıktıkları ölçüde Hıristiyan Ermenilerle olan yabancılaşmalarını aşabiliyorlar. Ama bu topraklarda yaşayanlar için az önce söylediklerimi tekrarlayacağım: Bu topraklarda yaşayan Müslümanlaştırılmış veya Hıristiyan kalmış Ermenilerin çoğunluğu, dinsel ya da etnik milliyetçiliğin her türden zulmüne maruz kalmış insanlar olarak, milliyetçilikten arınmış bir kimlik hafızasıyla diğer yurttaşlarla bir arada yaşama iradesi göstermekteler.
Bu konunun konuşulmasının önemi nedir ve bu konunun gündeme gelmesinin ülkedeki siyasal ortamı nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Her türden yüzleşme iyidir, tedavi edicidir. Hep beraber Zamyatin’in deyişiyle “ruh çıkarmaya” ihtiyacımız var. Konuşmak, yüzleşmek politik ve ahlaki şizofrenilerimizden ve paranoyalarımızdan kurtulmak için elzemdir. Başınızı kuma gömdüğünüzde, üç şey olur: 1) Kumun içinde nefes alamazsınız, 2) Başsız, kafasız bir beden olarak öylece kalakalırsınız ve 3) Sizden başka herkes her şeyi görmeye devam eder. Bu konu ve bağlı olduğu soykırım konusunun, devletçe kriminalize edilmeden konuşulabilmesi hem demokratik değerler açısından çok önemlidir hem de suskunluğa mahkum edilen anneannelerimize, babaannelerimize, dedelerimize ve onların hikayeleriyle bizi buluşturan Hrant Dink’e insanlık borcumuzdur. Üstelik hâlâ bu ülkede susarak, korkarak, kendi içine kapanarak yaşamaya çalışan ve neredeyse her gün resmi/gayrı resmi kanallardan taciz edilen, acısı katmerlenmiş, yarası şifa bulmamış, ortalık yerde ama kayıp, anayurdunda göçebe yaralı bir halk var. Milliyetçilik denilen ölümcül mikroba karşı bağışıklık kazanmak için bu yüzleşmeye hepimizin ihtiyacı var...
* Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler Konferans Tebliğleri kitabında yer alan Ayşegül Altınay'ın Açılış Konuşması'nda terimin farklı Müslümanlaşma deneyimlerine yer verebilmek adına parantez ile kullanıldığı belirtiliyor.