Mutsuz ve hep yorgun musunuz?
Çekilen ve yaşanılan bu acılar yalnızca bireyle ilgili değildir, modern toplumun yarattığı birey, acı çekmektedir ve bu acıyı yalnızca kendisinin duyumsadığına dair derin bir yanılsaması vardır.
Zeynep Çukadar*
Ne yaparsanız yapsın geçmeyen bir yorgunluk ve mutsuzluk mu yaşıyorsunuz? Öncelikle bu yorgunluk ve mutsuzluk halimizi doğru anlamlandırmak için nereden geldiğine dair bazı şeylerden söz etmek gerekli. Psikolojide nesne kuramı, insan yavrusunun gelişim evrelerini ve her evrede neye ihtiyaç duyduğunu anlamamızı sağlayan bir kuramdır. Ve bu kuram bizlere insanın doğduğu an itibari ile kendisini var edebilmesi için ötekine yani bir anneye, bakıcıya bir diğer deyişle bir ilişkiye ihtiyaç duyduğunu söyler. Öyle ya, doğada en çok desteklenmesi gereken insan, doğduğu anda kendisini var edebilmek için bir diğerine ihtiyaç duyar. Onu koruyacak, kollayacak, besleyecek birine... İnsan aynı zamanda, tüm bu verileri hızlıca, o gelişmemiş ancak her gün büyük bir hızla büyüyen beyni ile algılamaya ve işlemlemeye çalışır. Bir başkası tarafından sevilip sevilmediğini, değer görüp görmediğini bir anlamda aynalanarak hisseden ve korunmaya muhtaç bir varlıktır. En temel ihtiyacı da esasen dokunulma, görülme, duyulma, sevilme, değerli olduğunu hissetme arzusudur. Dokunulmak ve dokunmak o kadar önemli bir ihtiyaçtır ki; herkes mutlaka deneyimlemiştir; eğer hasta olursanız ve karnınız ağrırsa, birinin karnınıza dokunması iyi gelir hatta iyileştirir. Byung Chul Han’ ın Palyatif Toplum ve Günümüzde Acı isimli kitabında da belirttiği gibi "acısı geçsin isteyenin bu arzusu, sizin bedeninizde yer bulur, birinin acınızın geçmesi dileği, sizin bedeninizle, duyduğunuz acının arasına girer ve o dokunuşla acı geri çekilir." Kısacası, insanın doğar doğmaz ihtiyaç duyduğu en temel şey ilişkide olmaktır. Çünkü hayatta kalabilmek için birinin onu beslemesi, sarması, gözlerinin içine bakması, sevgi, güven, şefkat vermesi ve belki de en önemlisi bu ihtiyaçların giderilmesinin düzenli ve tutarlı olması gereklidir. Bu ihtiyaç insan hayatta kaldığı sürece de değişmez. Bunlar olmadığında, yani ilişki olmadığında insan acı çeker…
Oysa günümüz modern toplumunda, mutlu olunması için her koşul sağlanmıştır(!), kişi isterse her şeyi yapabilme şansına da sahipken ve her an nesnelerin dünyasında tüketilebilecek seçenekleri de varken, niye acı çeksin niye mutsuz olsun ki? Böylesi her şeyi yapabilmenin mümkün olduğu dünyada, kişi başarısız, mutsuz, yalnız, sevgisiz hissediyorsa da bunun kabahatlisi tabii ki odur, yani kendisidir(!).
Modern toplum, her şeyi bir tüketim aracına dönüştürmüş, bununla da yetinmemiş, bireyi özgür olduğuna ve ne isterse yapabilme yeteneğine ve koşullara sahip olduğuna inandırmıştır. Ve bu nedenle acı çekmesi, mutsuz olması için bir neden yoktur. Yalnız, başarısız, ilişkisiz hissetmek için de öyle. Yalnız mısınız? Kaydırınnn, biri olmazsa diğeri olur.
Seans odaları başarısızlık, yalnızlık, yetersizlik, değersizlik hisleriyle dolu. İyi eğitimlerden geçmiş, birçok konuda son derece yeterli olan bireyler, bu gerçekliğin dışında hisler taşımakta. Çünkü başarabilirsin sloganı, kişiye isterse her şeyi yapabileceğini, velev ki yapamadıysa gerçekten istemediği için yapmadığını yani kontrolün tamamıyla kişide olduğunu düşündürmektedir. Başarı ve mutluluk için gereken tüm koşullar oluşturulmuştur ve bireyin ayaklarının önüne serilmiştir. Oysa böyle bir dünyada yaşıyor olunduğu ve herkesin gerçekten eşit koşullara ve haklara sahip olunduğu inancı bir illüzyondan ibarettir. Birey ve özgürlük söylemleri, kişilere, yalnızca kendi dürtüsel hazlarının peşinden koşması gerektiğini ve tüm koşulların da zaten hazır halde orda durduğunu, isterse de yapabilir olduğunu, tüm bunlar olduğunda da sevilebilir ve yeterli olduğunu dayatmaktadır. Ancak tüm söylenenler eksiktir ve bu kabulün sorgulanması gereklidir. Devletlerin ve sistemin politikalarını eleştirme özgürlüğünün çalınması demektir ki hatanın yalnızca bireyden kaynaklandığının düşünülmesi, gerçeği değerlendirirken hatalara yol açar, eksiklikleri gözden kaçırmakla sonuçlanır.
İş dünyasında başarılı olmak için kişilerin, hırslı, özverili olmaları, gerekirse gece saatler boyunca başarı için çalışılması gerektiği diktesi ile birlikte ahlaki değerleri bir kenara bırakan rekabet ortamının, takım arkadaşını ezip geçebilmesine alan açtığı ve bunun da başarının bir parçası olduğu, bireysel başarı için her yolun mubah sayıldığı günümüz toplumunda, insanlar yalnızlaşmakla kalmayıp, paranoid ve güvensiz bir şekilde kendilerini var etmeye zorlanmaktadır. Günlerinin çoğunda işte uzun saatler boyunca çalışmakta, büyük şehirlerde işe gitmek ve dönmek için saatler harcamakta ve ancak sonucunda almayı umduğu terfi umutları içinde yorgunluk da yaşamaktadır. Bireyleşme ve özgürlük söylemleri toplumsal bir erim için çaba sarf etmenin, desteklemenin, yardımlaşmanın veya birini sevme eylemlerinin de kıymetinin unutulmasına yol açmıştır. Herkes tek başınadır yani yalnızdır ve kimseye güvenilmemesi gereklidir. Kısacası gemisini yürüten kaptandır ancak bu hali ile kaptanın mutlu olması, acı çekmemesi beklenir.
Pozitif psikolojinin, tüm bu duygularla baş etmenin yolu olarak olumsuz düşüncelerin yerine olumluların konması yönünde girdiği çaba, çeşitli guruların ana davet etmesi, yaşam koçlarının tavsiyeleri ile birleşerek, acının kaçınılması gereken, yanlış, kabul edilmeyen ve elbette istenmeyen bir duygu olduğunu düşündürmektedir. Oysa acı neyin kişiye ait olduğunu gösteren bir duygudur. Bir yerin kesilmesinin, sevilen birinin kaybının acı hissettirmesi, kaybı yaşanılan kişi ile kurulan bağa referanstır, bir anlamda ruhsallığımızda kapladığı yere... Sosyal medya yeni bir meta dünyası inşa etmiş, diğerini, kişinin dünyasına yalnızca gülümseyişiyle taşımış, yalnız olan, sevilmeyen, başarısız olanın kendisi olduğuna inandırmıştır. Bu duyguların bertaraf edilmesi içinse, derinliği olmayan ilişkiler ortaya çıkmıştır. Yalnız ve mutsuz musunuz? Kaydırın. Bulamadıysanız, içinizdeki bu boşlukları anlık hazlarla doldurun. Belki de bu nedenle son zamanların en büyük sorunlarından biri uyuşturucu ve alkol kullanımındaki artıştır. Kısacası artık bir dostu görmek ve o anın dostla, sevilen ile yani özel olanla paylaşılması yerini kişinin yalnız hissetmesinin önüne geçen, günlük, derinliği olmayan, haz odaklı ilişkilere bırakmıştır. Elbette ki bu ilişkiler yumağının kişiyle ilgili olan bir parçası vardır. Ancak bunun yalnızca bireyin kendi sorumluluğunda olduğunun düşünülmesi ve hatta dayatılması, gerçekliğin büyük bir kısmını örtmektedir. Son zamanlarda birçok insanın göç etmek isteyişinin, umutsuz, mutsuz, yorgun ve çaresiz hissetmesinin ardında anlaşılması gereken bu durumun modern toplumun dayatmaları ile olan bağıdır. Çekilen ve yaşanılan bu acılar yalnızca bireyle ilgili değildir, modern toplumun yarattığı birey, acı çekmektedir ve bu acıyı yalnızca kendisinin duyumsadığına dair derin bir yanılsaması vardır. Umut ediyorum ki bu acının yalnızca kendisi tarafından çekilmediği fark edilir ve bu ortak acı bir değişimin mayası haline dönüşür.
Not: Byung Chul Han’ın Palyatif Toplum isimli kitabı ve Özge Soysal’ın İpler Elimizde isimli makalesi bu yazının referansıdır.
* Psikoterapist