Bu haftanın gündemini süsleyen Maurizio Catellan’ın Art Basel Miami’de duvara yapıştırdığı 120 bin dolarlık muz, 12 milyon dolara çürüyen köpek balığının satıldığı dünyada, fındık fıstık. Fuarda muzun üç edisyonu satıldı, ikisi 120 bin dolara, üçüncüsü 150 bin dolara...
Her şeyin gerçek fiyatı, onu edinmenin zorluğudur.
Adam Smith
New York Magazine’in Pulitzer ödüllü (ve bu yazıda ödülü kendisine olan hayranlığımdan dolayı adı çokça geçecek) Jerry Saltz, uluslararası sanat platformlarından Artsy “Estetikten yatırıma: Sanat koleksiyonerlerini yönlendiren altı etken” isimli makaleyi yayınlandığında, pardon ama bu altı sebebi unutmuşsunuz diyerek şu sıralamayı yapmıştı:
1. Başka insanların satın aldığını almak
2. Kâr etmek
3. Açgözlülük
4. Havalı çocuklar kulübüne dahil olmak
5. Kültür zulası yapmak ve nüfuz sahibi olma çabası
6. Önceden bütün senaryosu yazılmış müzayedelerde, neredeyse hepsi aynı küstah erkeklerden oluşan yaklaşık 55 kişilik bir erkek sanatçı topluluğunun eseri olan aşırı pahalı çeşitli b.klara mide bulandırıcı fazlalıkta para harcamak.
Bu, Jerry Saltz’ın ne ilk ne son keskin eleştirisi oldu. Ünlü eleştirmen, uzun süredir sanat eserlerinin fiyatlarının aşırı abartı bir hale geldiğine ve keza sanat dünyasının dengelerinin bozulduğuna dikkat çekiyordu. (En son, eleştirdiği etkinliklerde yaptığı üzere, Art Basel Miami davetiyesini yaktı.) Yine geçtiğimiz kasım ayında Art Review’un “2019’un En Güçlü 100” (sanat) kişisi yayınlandığında bütün listenin tamamen para ilişkisine dayalı olduğunu söyleyen Saltz, sanat piyasasının riyakarlık içinde olduğunu, akademisyenlerden küratörlere, galerilere, pek zengin, şişman koleksiyonerlere kadar herkesin bir danışıklı dövüş içinde olduğunu ve her şeyin bir karikatür haline geldiğini söylemişti.
SANAT YATIRIM İÇİNDİR ŞEKERİM!
Bir zamanlar “Sanat sanat için midir? Yoksa halk için midir?” gibi romantik tartışmalar yapılırken, 2019’da geldiğimiz noktada, sanat dünyasının bir piyasaya (Daha önceki Fakirlerin gözü sanata değmesin yazımda “piyasa” lafını kullanmamı beğenmeyen romantikler de vardı bak ?) hatta artık birçok katakullinin ve milyon dolarların döndüğü bir pazara dönüştüğü ile ilgili bir hayli zamandır yazılıp çiziliyor, konuşuluyor, çekimler yapılıyor.
Türkiye’de 2015 yılında Pera Müzesi’nde solo sergisini görme şansına eriştiğimiz yaşayan popüler çağdaş sanatçılardan, en prestijli çağdaş sanat ödüllerinden Turner Prize sahibi Grayson Perry’nin sanat “piyasası” hakkında fikir sahibi olmak isteyenlere eğlenceli bir giriş olarak tavsiye ettiğim kısa ve öz anlatımlı kitabı “Playing to the Gallery”de (Tribünlere Oynamak) çağdaş dünyada sanatçı kimdir, neye sanat eseri diyoruz (ya da bir şekilde diyorlar), ne ilgi görüyor konuları esprili bir dille anlatılıyor. İşte bu kitabın ilk bölümünün başlığı size piyasa hakkında bir fikir verebilir: “Ne Kadar?!” Perry, bu bölümde “Modern Venedik (Ticaret) Sırlarını” da açıklıyor: “Yarı düzgün bir fikir bölü hırslı bir simsar çarpı Sizin yerinize eserinizi yapacak stüdyo asistanları eşittir. Dünyadaki serbest fon sahipleri ve oligarkların parasına ulaşım.”
Görüşten çok detaylı analiz ve rakam görmek isteyenler olursa, Noah Horowitz’in aynı zamanda bir tez olan “Art of the Deal-Contemporary Art in a Global Financial Market” (Anlaşma Sanatı-Küresel Finansal Piyasasında Çağdaş Sanat) kitabı, sanatın nasıl gönül bağı odaklı koleksiyonerlik anlayışından giderek çıkarak daha ağırlıklı bir yatırım aracı haline dönüştüğünü size anlatır. Kitap, galerilerin, koleksiyonerlerin, yatırımcıların nasıl stratejilerle bir koleksiyonun, sanatçının, eserin fiyatını artırdığını günümüz örnekleri üzerinden anlatıyor ve sanat dünyasının bir estetik, bir anlatımdan çok finansal bir makineye dönüştüğünü rakamlar ve tablolarla gözler önüne seriyor. Farklı kollar ve sağlam isimlerle çalışarak uygun bir fiyata elde ettiğin koleksiyonun, sanatçı serisinin fiyatını artırmak için onun prestijli hale gelmesini sağlar ve farklı ülkelerde birkaç müzede göstertir, güçlü bir basın ve reklam çalışması yaptırır (haber çalışmaları, dedikodular, fısıltılar, ünlü bir galeride konuşturacak bir sergi) eserlerin bir kısmı ünlü bir müzayede evinde çok yüksek fiyata sattırır (hatta belki de arka planda kendi sattığını kendin alır) ve pazarın ilgisini çekersin. Sonra gelsin sanatçının her eserine milyon dolarlar...
Elbette tüm sistem simsar, galerici, koleksiyoner, müzayede evleri üzerinden dönmüyor. Bu milyon dolarları ustalıkla kendine çeken, sanatı bir üretim, yaratıcılık meselesinden çok bir iş gibi gören sanatçılar da var. Bu yıldız çocuklar, bugün yaşayan en pahalı sanatçılar. İki örnek vermek gerekirse, bunlardan biri, dev çelik heykellerinden tanıyabileceğiniz ABD’li Jeff Koons; diğeri de 1991’de bir köpek balığını cam bir vitrine koyup esere “Zihnen Hala Yaşayan Birinin Fiziken İmkansız Ölümü” gibi dahi bir isim veren, bu işi simsarı Charles Saatchi sayesinde vitrinin içindeki balığın çürüyüp bozulmasına rağmen (!) 12 milyon dolara satan İngiliz sanatçı Damien Hirst. Jeff Koons en son bu yıl Tavşan heykelini 91 milyon dolara sattı. Damien Hirst ABD’de Lehman Brothers’ın battığını açıkladığı 2008 ekonomik krizinin ilk gününde, Sotheby’s müzayede evinde sadece kendi eserleri için açılan 2 günlük müzayededeki satışlardan 201 milyon dolar hasılat yaptı. Bu arada Hirst’ün köpekbalığını “pazarlayan” Charles Saatchi’nin bugün dünyanın en önemli koleksiyonerlerinden ve Londra’da dünya çağdaş sanatına yön veren galerilerden birinin sahibi olmanın yanı sıra yine dünyanın en büyük reklam ajanslarından olan Saatchi & Saatchi’nin sahibi olduğunu hatırlatalım da bu büyük rakamlar nasıl oluyor da kabul ettiriliyor, bir fikir versin!
Jeff Koons, Damien Hirst, Takashi Murakami gibi yaşayan en pahalı sanatçıların asla eserlerini kendilerinin yapmadıklarını ve bunun herkesçe bilindiğini; sadece “fikir” ürettiklerini, üretimlerin tamamen asistanlar tarafından yapıldığını da not düşelim. Keza, bu isimler her seferinde farklı bir fikir de üretmiyorlar. Yarattıkları “markaların” belirli serileri var ve bu serilere ait işler üretilip koleksiyonerlere satılıyor. Piyasada gelinen noktada eserlerden çok sanatçılar birer markaya dönüşüyor ve herkes “o markadan” almak istiyor. Jerry Saltz, Damien Hirst’ün işleri için, “Damien Hirst, Damien Hirst’ler yapıyor. Prada ve Gucci gibi. O markaya sahip olmak için insanlar daha fazla para ödemeye hazır,” diyor. Harvardlı ekonomi profesörü Don Thompson, sanat dünyasındaki bu gidişatla ilgili analizler yapan kitaplarından biri olan “The $12 Million Stuffed Shark: The Curious Economics of Contemporary Art” (12 Milyon Dolarlık Doldurma Köpekbalığı: Çağdaş Sanatın Tuhaf Ekonomisi) sanat ticaretinin dünyadaki en az şeffaf ve en az düzenlenmiş ticari faaliyet olduğuna dikkat çekiyor. Thompson’a göre sanat eserleri artık koleksiyonerler için “statü malları” ve bunu çok iyi bilen simsarlar da ona göre davranıyor. Thompson’ın kitabında bahsettiği hikayelerden birinde, 1960 yılında ünlü ressam Willem de Kooning aynı zamanda arkadaşı olan, modern zamanların ilk dişli sanat simsarlarından Leo Castelli için “O o* çocuğuna iki tane boş teneke bira kutusu verin, onları da satar,” demiş. Birkaç ay sonra o konuşma anında orada olan ünlü pop-art sanatçısı Jasper Johns iki boş Ballantine Ale bira kutusunu heykel olarak üretmiş ve evet, Castelli o heykelleri koleksiyonerler Robert ve Ethel Scull’a satmış. O bira tenekesi heykelleri şu an Almanya’da bir müzede sergileniyor. Sanat şakaya gelmiyor.
Kitaplara ek olarak son bir bu sefer de görsel referans da adını Oscar Wilde’ın “her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen” çıkarcı tanımından alan belgesel, The Price of Everything (Her Şeyin Fiyatı). Belgesel, dünyanın en ünlü iki müzayede evleri Sotheby’s ve Christie’sin milyon dolarlık açık artırma görüntüleri ile başlayıp farklı fikir ve görüşlerden sanatçılara, simsarlara, müzayedecilere, eleştirmenlere yer veriyor. Sanatın parlak çocuğu Jeff Koons havalı stüdyosunda heyecanlı heyecanlı fikirlerini anlatırken, yaşlı ressam Larry Poons, kırsalda, her şeyden uzaktaki stüdyosunda üzeri boya içinde sanat piyasasından sıtkının sıyrıldığını anlatıyor. Diğer bir sahnede ise soyut resimlerin ressamı Alman Gerhard Richter, resimlerinden birini göstererek “Bu bir ev fiyatında. Bu hiç de adil değil. Bu resmi seviyorum ama bu bir ev değil,” diyor ve resimlerini özel koleksiyonlarda değil, her kesimden insanın görebileceği müzelerde görmeyi tercih ettiğini söylüyor. Bu arada Richter’in 1986 tarihli Abstraktes bild (1986) işi 46.3 milyon dolara satılarak Richter’i yaşayan en pahalı Avrupalı ressam yapıyor. Yine Jerry Saltz ile bağlayalım; bu filmde de yer alan eleştirmen, bugün eserlerin o kadar pahalı hale geldiğini ki artık kurumların bu eserleri satın alamadığını, dolayısıyla en değerli eserlerin özel koleksiyonlara katıldığını, bu sebepten New York, Londra, Şangay’da birilerinin malikanesinde, süper lüks dairesinde asılı olduklarını ve hiçbirimizin bu eserleri göremeyeceğini söylüyor.
UCUZA MUZ
Attığım başlığa bu kadar uzun lafın sonunda geldiğimde, diyeceğim o ki, bu haftanın gündemini süsleyen Maurizio Catellan’ın Art Basel Miami’de duvara yapıştırdığı 120 bin dolarlık muz, 12 milyon dolara çürüyen köpek balığının satıldığı dünyada, fındık fıstık.
Fuarda muzun üç edisyonu satıldı, ikisi 120 bin dolara, üçüncüsü 150 bin dolara. Bu 120 bin dolarlık muzlardan bir tanesini alan Billy ve Beatrice Cox’un aile servetlerine bakalım: Billy Cox, 2007'de Wall Street Journal'ın yayıncıları Dow Jones & Company'nin hisselerini 5 milyar doların üzerinde News Corp.'a sattığı bildirilen Bancroft ailesinin bir üyesi. O ve karısı, yirmi yıldan fazla bir süredir sanat koleksiyonu yapıyorlar. Siz semt pazarına gidip muzun kilosunun hesabını yapmıyorsanız, Floridalı Billy Cox da kendi semtinin pazarı Art Basel’de 120 bin doların lafını etmeyecek herhalde.
Muzdan nemalanmak isteyen birçok yerli yabancı bayat reklamcının yanında bir de performans sanatçısı gitti muzu yedi, Cox çifti neye para verdi derseniz, onun da cevabı sertifika. Maurizio Catellan zaten sansasyonel işleriyle tanınan (Bkz. Göktaşı çarpmış da yerlere düşmüş Papa; 18 karat altından klozet) bir fikir adamı. Parisli galerisi Perrotin, muzun yaratacağı sansasyonu çok iyi bilip muza Instagram hesabı bile açan bir pazarlama ustası. Geldik mi şimdi bu yazının başındaki ticari hesaplara?
Andy Warhol’un “Fabrika” adında hakikaten fabrika gibi çalışan bir stüdyosu vardı ve bir sürü Warhol baskısı üretildi. Bugün kara borsada orijinal mi sahte mi bilinmeyen yüzlerce baskı dolaşıyor. Bu baskıların orijinalliklerini onaylamak için kurulan Andy Warhol Authentication Board’un yaptığı iş, baskılara bir şekilde, bir zaman aralığında Warhol’un elinin deyip değmediğini, sanatçının kendisinin işi onaylayıp onaylamadığını tespit etmek. Yani, buradaki kilit, “sanatçının varlığı”. Dolayısıyla 2019’daki Muz hikayesinde de Catellan’ın fikri olması, dalından koparıp getirdiği belki 1 dolarlık ya da 50 sentlik muzu 120 bin dolara satmaya yetiyor.
Cattelan’ın eserini satan galerinin kurucusu Emmanuel Perrotin, New York Times’a yaptığı açıklamada, eserin gerçek değerinin (içinde -muz nasıl kuruluyorsa?- kurulum için bir el kitabı da içeren) orijinallik sertifikasında olduğunu vurgulamış. Perrotin, “Bütün sanat çalışmaları çok paraya mal olur. (Koleksiyonerler) bir fikir alıyorlar, bir sertifika alıyorlar,” demiş.
Bu pek popüler lifli ve sapsarı hikayenin sonuna gelirken bir göz dağı verelim... Netflix yapımı çağdaş sanat odaklı korku filmi Jake Gyllenhaal’un oynadığı Velvet Buzzsaw’da snop, gözlerini para bürümüş Los Angeles’lı sanat aktörleri, dairesinde ölü bulunan bir adamın aslında çok değerli bir sanatçı olduğunu keşfederler. Daireden çıkarılan ve sanatçının hayatı boyunca gün yüzü görmemiş yüzlerce resim, birden aç gözlü sanat piyasasında dolaşmaya başlar. (Dikkat, spoiler geliyor!) Bu piyasayla alakası olmayan sanat için sanat yapan tok gözlü sanatçının resimleri canlanarak aç gözlü simsar, eleştirmenler, küratör ve galericileri boğar, yiyip yutuverir! Muzu mu yersiniz küratörleri mi bilemem ama hepinize afiyet olsun!