Yapıtlarını İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ermenistan gibi coğrafyalarda da üretip sergilemiş Benji Boyadgian'ın sanat anlayışı, güncel olanın muğlaklığının ürettiği her yer ve zamanda oluş yanılsamasını, mümkün olan en nazik marazları ile, sakince önümüze koyuyor. İstanbul'daki Öktem Aykut galerisinde ilk kez kişisel sergi açan sanatçının iki yapıtı, İstanbul Modern koleksiyonuna alındı.
İstanbul Şişhane Aybastı Sokak'taki Öktem Aykut sanat galerisi, geçen günlerde Ermeni asıllı Kudüslü sanatçı Benji Boyadgian'ı (1983), farklı yakın dönemlere ait kavramsal sanat eserleriyle 'Çözülmeler' başlığında ağırladı.
İlk kişisel sergisi dün sona eren Boyadgian, 20 Aralık'tan bu yana galerinin konuğu idi. Tankut Raşit Aykut ve Doğa Öktem idaresindeki galeri, mimarlık eğitimi de almış sanatçıyı bu kez de İsviçre'de 10 - 16 Haziran'da 24'üncü kez düzenlenecek uluslararası The Liste sanat fuarına (https://www.liste.ch/en/home.html), ilginç bir yerleştirme projesi ile götürmeye hazırlanıyor.
Buna ek olarak bir güzel haber de, Pera'daki geçici mekânında ziyaret etmeyi sürdürdüğümüz İstanbul Modern sanat müzesinden gelmiş durumda. Öğrendiğime göre sanatçının iki eseri, sergiyi gezen kurum direktörü Levent Çalıkoğlu'nun kararı ile, müzenin kalıcı koleksiyonuna çoktan dahil edilmiş durumda.
İşte ben de (geçen haftaki Pi Artworks - 2 Mart'a dek izlenen Yuşa Yalçıntaş 'Yuka' sergisi özel içeriği anonsumu, galeri yönetimi ve sanatçının hoşgörüsüne sığınarak, bir hafta daha öteleyip) bu vesile ile sizlere Boyacıyan ve sergisini biraz daha hatırlatmak istedim.
Paris'te yüksek mimarlık eğitimi almış Boyacıyan'ın, galerinin iki katına saçtığı yapıtları, ilk bakışta bilgi ve imgenin sessizce birbiri içinde yoğrulduğu, anonimleşmiş, ser verip sır vermez, ketum görsel veriler olarak algılanabiliyor.
Oysa, Kudüs'te yaşayıp çalışan sanatçı, yapıtlarında ezelî çatışma mağduru, 'yarık' hafızalı çok kültürlü coğrafya ve mekânların sosyolojisini bile isteye dert edinen, edindiren bir figür. Yani, 'organik' meseleler üzerinden, yine organik, özgün, eleştirel anlatılar ortaya koyuyor.
Çözülmeler, galerinin bize evvelce verdiği çok faydalı bilgiye dayanarak söylersek, üç ayrı proje neticesi ortaya çıkan eserleri bir araya getiriyor; zemin karolarındaki süsleme örüntülerinin suluboya ile yapılmış uçarı yorumlamaları; artık yalnızca bir hayalet olarak algılanabilen bir Roma su kemeri boyunca yapılmış yürüyüş ve yok olmakta olan bir manzara karşısında, yerinde üretilmiş çizimler…
Bu üç seri beraberce, Ortadoğu’da görsel ile kültürel olanın geçişkenliğini aktarıyor. Zemin karolarındaki geleneksel süsleme örüntülerinin suluboya yorumlamaları, bölgedeki farklı kültürlerin ortak mirasını görselleştiriyor.
Boyadgian’ın bu ortak geçmişi çıkarsız bir ilgiyle ele alışı, bu süsleme örüntülerine içkin estetiğin yoğun ahengini açığa çıkartıyor. Fakat ilk bakışta güçlü şekilde sezilen bu ahenk, eserlerdeki renk çözülmeleri ile yeni hayatlara ve açık uçlu süreçlere işaret ediyor.
Sakin Sular isimli video ve ona eşlik eden, farklı malzeme ve kağıtlar ile üretilmiş çizimler, nehirleri, çayları, kanalları, su birikintileri ile gölcükleri betimlerken; suyu kültürel olarak tanımlanmamış bir şekilde temsil etmeye girişiyor. Video ve çizimler, su yollarını, tarihsel olarak egemen olmuş anlatıların onlara biçtiği anlamlardan azade biçimde görünür kılmaya çalışıyor.
Çini mürekkep ile in-situ çizilmiş manzara eskizleri ise, yok olmakta olan bir vadinin kaydını tutuyor. Modernite öncesi kullanılmış gündelik yaşantı mekânları, soğuk, tekdüze ve hüzünlü bir atmosferde ifade buluyor. Çizimler, bu vadideki yapılara yönelik şartlanmış okumalarımızı geçersiz kılmayı hedefliyor; olgusal bir durumun tanığı olmayı tercih ediyor.
Bu üç serinin beraberce sergilenişi, anlaşılır bir ihtiyaç olarak kabul edilse bile, kültürlerin tarihinin belirli hizalar ekseninde açığa çıkarılma girişiminin gereksizliğini ve sonuçsuzluğunu vurgulamakta. Bu eserler, hafızanın somut fakat uçucu doğasını görünür kılmakta."
Bu bilgilere güvenle yaslanarak, bir başka deyişle daha, sanatçıyı okumak istersek, kendisinin surete bıraktığı her asıl, izleyicisinden dünya ve aidiyet bilgisini sınamasını talep eder gibi geliyor. Uçuculuğun, kalıcılıkla zamanda yaptığı melankolik, o beyhude bilek güreşi var, Boyacıyan'ın sergisinde. Hakikat, tüm şüpheli öznelliği ile, galeri duvarlarındaki unutkan manzaralarda, zemini dolduran mozaik hatırlayışlarda ve hatta projeksiyondaki filmde, bile isteye erteleniyor.
Sanatçının, neredeyse tümü 'an'a asılı birer mülteci gibi, kendine ebediyen sığınacak güvenli bir bellek aradığı mistik işlerinde, ister izlenimci, isterse sembolik veya zanaate dayalı, mükemmeliyetçi mekaniklikte olsun, garip bir ayakta kalmışlık hissi var.
Bu ise, eserlere bir tür umarsızlık, üzerine abanan her tür sahiplenmeyi reddeder bir özgürlük, bir dokunulmazlık vaat ediyor. Tam da bu nedenle sergi, kendini meydana getirirken, sanatçının yukarıdaki alıntıda harika biçimde tariflenen 'çıkarsız'lığından çok büyük ölçüde besleniyor.
Ama pek çoğu tamamlanmamışlık kederi de taşıyan bu eserler, bu koşulların ürettiği bir sırdaşlığın yüksek sesine de sahipler. İzleyici karşısına dikilmiş, yarım yamalaklıklarından utanmadan, ısrarla duruyorlar. Örneğin, sergideki, kâğıtların belli belirsiz kısımlarına üflenmiş 'Refractions' desenlerine baktığınız ve anlamlandırmaya çalıştığınız sırada, aynı anda, imgelenen mekânların da, bizzat kendi kendilerini hatırlamaya çalıştığı izlenimine kapılmanız, işten bile değil.
Bir nevî koma hali, eskiyi yeniden, yeniyi eskiden ayıklama gayretinin saçmalığını yüzünüze vuran, tükenmez bir 'şimdi'lik hali bu. Hatta bu desenlerde, tıpkı sevgili Murat Akagündüz (muratakagunduz.com) ve belli serileriyle Hakan Gürsoytrak (gursoytrak.com) imgelerindeki o bellek, varlık ve temsiliyet meselesinin rüzgârı da esmiyor değil.
Yapıtlarını İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ermenistan gibi coğrafyalarda da üretip sergilemiş Benji Boyadgian'ın sanat anlayışı, güncel olanın muğlaklığının ürettiği o her yer ve zamanda oluş yanılsamasını, mümkün olan en nazik marazları ile, sakince önümüze koyuyor.
Bu sebeple de, sanatçının sergisinde - iyi ki sergilendiği Türkiye gibi - birtakım dil, kültür ve alışkanlıkların, bizlere ya sürekli unutturulmaya / silinmeye ya da dayatılmaya / katılaştırılıp resmîleştirilmeye çalışıldığı coğrafyaların, o sürekli dönüştürülmekten bitkin hali, mağdur ama mağrur sakinliği var.
Hatta yersiz yurtsuzluk, zaman dışılık hissiyle, sergi akla, bizim Edith Piaf'ımız sevgili Sezen Aksu imzalı, 2005 tarihli Bahane albümünde yer almış olan 'Tebdil-i Mekân' şarkısı ve sözlerini de getirmiyor değil:
Nereye gitsem yanımda götürüyorum çilelerimi
Valizimde taşıyorum keşkelerimi bilelerimi
Havalanmıyor, oyalanmıyor ruhum ne çare
Üstüne hasretle dolduruyorum filelerimi
Neresinden başlasam, eskisi gibi kolay olmuyor
Kelimelere itimadım kalmadı işim çok zor
İri yarı, kötü kalpli, boyalı, geçgin kadınlar gibi
Dil, çöplerini naylon torbalarında saklıyor
Tebdil-i mekanda ferahlık yokmuş aslında
Acının yüzölçümü yeryüzünden çokmuş aslında
Soranlara "eh işte idare ediyor" dersin
İyi niyetli değilseler üstü kapalı geçersin
Dilersen ara beni ya da yaz bana arada bir iki satır
Ya da yazma ne bileyim hani yani tutarsa tersin
Neresinden başlasam, eskisi gibi kolay olmuyor
Kelimelere itimadım kalmadı işim çok zor
İri yarı, kötü kalpli, boyalı, geçgin kadınlar gibi