Müzik efsanelerinin hüzünlü hikâyesi: Yuhu

90’lı yıllarda kült mekânlarda bir anda beliren ve kısa sürede adından söz ettirmeye başlayan Azeri rock grubu Yuhu’nun “Hazarın Sahilinde” albümü plak formatında yayınlandı. Peki, o yıllarda herkesin tiplerinden dolayı önyargılı yaklaştığı ama sonra müziklerini dinleyince şapka çıkardığı bu abiler kim? Azerbaycan’dan Fransa’ya gitmek isterken kendilerini Beyoğlu’nda bulan ve acımasız bir dünyada varlık göstermeye çalışan müzik efsanelerinin hüzünlü hikâyesini tanıklarıyla okumaya var mısınız?

Abone ol

DUVAR - Rock müziğin Türkiye’de altın yıllarını yaşadığı 1990’lı yıllarda, Beyoğlu hem gece hayatının hem de kültür etkinliklerinin merkeziydi. İlk kez Bilecik gibi küçük bir şehirden İstiklal Caddesi’ne geldiğimde yaşadığım şaşkınlığı dün gibi hatırlıyorum. Daha lisedeydik ve arkadaşım Göksel’e gitar almak için toplanıp bir sürü “Bilecikli” İstanbul’un yolunu tutmuştuk. Hani Ekşi Sözlük’te halen varlığı tartışılan Bilecik’ten, evet, böyle bir şehir gerçekten var. Gündüz İstanbul turuyla geçmiş ama gece olunca bizden önce “İstanbullu” olan memleketlimiz Serkan’ın koluna yapışmış, beni barlarda gezdirmesini istemiştim. 15 yaşımda olduğum için bu pek kolay olmuyordu, “birine bakıp çıkıyorduk” ya da çıkmak zorunda kalıyorduk. İşte o hızlı gece turundan aklımda kalan bir şarkı vardı: “Hazarın Sahilinde”... İlk kez barda değil ama arkadaşın evinde kasetten dinledim Yuhu’yu... Bu ilk tanışmadan bir yıl sonra üniversiteyi kazanıp İstanbul’a geldiğimde 16 yaşımdaydım. İstanbul barlarına girip başından sonuna kadar bir grubu dinlemek, benim için imkânsız gibiydi. Karavan ve Kemancı, elbette kapısını en zorladığımız mekânlardı. Karavan’da biraz daha başarılı oluyordum ama Kemancı’da hiç şansım yoktu! O nedenle Yuhu’yu ilk kez hangisinin sahnesinde ve nasıl izledim çok net hatırlayamıyorum ama davul çalma hayalim nedeniyle grubun davulcusu Cengiz Eyvazov’un hep peşinde oldum. Eskiden Halep Pasajı’nın girişinde olan Metropol isimli gümüşçüde çalışırken kendisini bulmuş, bana ders vermesini istemiştim. Hiçbir tecrübem olmadığını duyunca –bence yeteneksiz olduğumu da anlamıştı- hemen orada Moğollar’ın "Alageyik Destanı" şarkısının ritmini göstermiş ve iki baget alıp evde yastıkla bu şarkıya çalışmamı söylemişti. Hem de hiçbir beklentisi olmadan... Ama hayatın benim için başka planları vardı. Ders alıp davul çalmaya çalışmak 30 yıl sonrasına kalacaktı. Her dersimde kendisini hep şükranla andım. Neyse bir süre sonra ilk dövmemi yaptıracağım zaman araştırmaya başladım. Cengiz Eyvazov’un dövmeci olduğunu öğrendim ve dövmemi ona yaptırmaya karar verdim. Ama yine kader ağlarını ördü ve ben dövmeyi yaptırana kadar o Azerbaycan’a dönme kararı aldı.

Yuhu.

ESKİ ALBÜM, YENİ PLAK YAYINDA

Elbette Türkiye rock tarihinde Yuhu’nun, benim her zaman sorun çıkaran hafızamdan ve hatıralarımdan çok daha büyük bir yeri var. Grubun 1993 yılında Uzelli Kaset tarafından kaset formatında yayınlanan "Hazar Sahilinde" albümü, kısa bir süre önce kasette kullanılan tasarımın birebir uyarlamasıyla plak formatında yayınlandı. Plakta önsözü bulunan Murat Beşer’in Metin Uzelli’yi ikna etmek için söylediği “O albümler bizim gençliğimizin soundtrack’i, onları basmak boynumuzun borcu” şeklindeki sözleri, hepimiz için bir anlam ifade ediyor. Belki de tıpkı Yuhu’nun hiçbir zaman emeğinin tam karşılığını alamadığı gibi, şirket için de plağın astarı yüzünden pahalıya gelecek ama hem Yuhu elemanlarına hem de sevenlerine yaşattıkları mutluluğun bir karşılığı olmadığını düşünüyorum.

Sırasıyla Yuhu albümleri Hazar Sahilinde, Sumgait, Ölüme Çare Yok

NEDEN TÜRKİYE’YE GELDİLER?

Yazıyı okurken grubun geçmişini pek bilmeyenlerin aklında kesin şu soru belirmiştir: “Neden müziklerine Azerbaycan’da ya da başka bir ülkede devam etmediler de Türkiye’ye geldiler?”

Yuhu ile ilgili hep bir şehir efsanesi dolaşır: “Azerbaycan’dan yola çıktıklarında amaçları Paris’e gidip albüm yapmaktır. Ama havalimanında soyulurlar ve beş parasız kaldıkları için gidemezler, Türkiye’de kalırlar.”

Bu soygun hikâyesi, tamamıyla hayal gücü yüksek birinin uydurması... Yuxu diye yazılan ve uyku anlamına gelen Yuhu’nun tarihi ve elemanlarıyla ilgili en kapsamlı bilgiyi Murat Beşer’in yazılarından öğrenmek mümkün. Onun çeşitli yerlerde ve albüm kapağında yazdığı yazılardan öğrendiğimize göre; sıkı bir The Scorpions hayranı olan basçı İbrahim Eminov, sevdiği bu grup gibi müzik yapıp dünyaya açılma hayali kurmaktadır. Ekibe ilk olarak gitarist Namık Nagdaliyev ve davulcu Cengiz Eyvazov dâhil olur. Azerbaycan’da yavaş yavaş ismini duyurmaya başlayan grubun karşısına bir gün “Pascal” isminde Fransız bir kadın çıkar. Organizasyon işleri de yapan bu menajer, onlara Fransa’da albüm yapacağını söyleyerek, İstanbul’a gitmelerini salık verir.

.

'YUHU İYİ Kİ İSTANBUL’A GELMİŞ'

Ceplerinde çok az parayla ve çok büyük hayallerle İstanbul’a gelirler. Fransa işinde bir gelişme yoktur, hanutçuluğa varacak kadar başka işler denerler ama birbirinden naif bu insanlar için İstanbul’daki hayat çok zordur. Bir şekilde yolları Beyoğlu’na düşer. Bu süreçte solist Cesur Nemetov da onlara katılır. Tual Bar, Karavan, Kemancı derken Uzelli Kaset’ten ilk albümleri “Hazar Sahilinde” (1993) çıkar. Sefalet yakalarını bırakmaz ama 10 şarkılık ikinci albümleri “Sumgait”i (1994) de çıkarırlar. Birçok Türk rock grubuyla aynı sahneyi paylaşırlar.

O isimlerden biri olacağını tahmin ettiğim Kronik grubunun kurucusu ve gitaristi Özer Sarısakal’ı aradım hemen. Tünel’de aynı stüdyoya gittiklerini, bu vesileyle grup elemanlarıyla tanıştıklarını söyledi. Aynı zamanda program yaptığı radyoya da onları konuk etmişliği varmış. Yuhu’nun 90’lı yıllarda rock müziğe önemli ve güzel bir etkisi olduğunu belirten Özer, “Aynı sahnelerde çaldık bir dönem. Zamanla bazı elemanlarla daha da yakınlaştık. Müziklerini de karakterlerini de sevdim. Yuhu iyi ki İstanbul’a gelmiş. Gerçi vize, pasaport gibi bürokratik işlemlerle çok boğuştular. Bu da onlara yapılmış ayıplardandı.”

Cesur, Rusya’ya döndükten sonrabu kez solist Zahur Abdullayev ile 2001’de son albümleri “Ölüme Çare Yok” yayınlanır. Bir süre herkes kendi yolunda hayatına devam ederken Uzelli Kaset, “Hazarın Sahilinde” albümünü tekrar yayınlamaya karar vermiştir. Bu haber kulaktan kulağa yayılmış ve “Üstüne bir de grup yıllar sonra konser verir mi” diye konuşulurken grubun kurucusu İbrahim’in vefat haberi gelir.

Yuhu elemanları, İbrahim Eminov’un vefatından önce bir arada (soldan): Cesur Nemetov, İbrahim Eminov, Cengiz Eyvazov...

KISA SAÇLI VE SADE ROCKERLAR

Plakla birlikte sahip olabileceğiniz posterin çizeri Aptulika, İbrahim’in vefatının hemen ardından bir yazı kaleme alır. Kendisinin de izniyle o yazıdan bazı bölümleri aktarmak istiyorum: “30 yıl önce onları ilk duyduğumda kelimenin tam tekmil anlamıyla şaşkına dönmüştüm. Enstrümanlarını dünya çapında ustalık derecesinde çalan, besteleriyle rahatlıkla yabancı gruplarla boy ölçüşebilecek bir grup vardı karşımda. Hele ilk dinleyişte vurulduğum ve etkisi bugün de artarak süren "Hazer’in Sahilinde" isimli baladları blues tarzının nefis bir örneği olmanın ötesinde doğuda yapılabilecek ders niteliğinde bir örnekti, hâlâ da öyledir. Böylesi başarılı bir grubun iki ‘hatası’ vardı (Tırnak için de yazdım ki benim için hata falan yoktu). Birincisi grup elemanları kısa saçlı ve sade insanlardı. İkincisi de grubun Azeri lehçeleriydi. Bu yüzden rock bar alışkınlıkları içinde pek önemsenmediler. Ha yanlış anlaşılmasın grubun hatırı sayılır bir dinleyici kitlesi vardı ama konser organize edenler, radyo programı yapanlar, medya (fanzinler de dâhil) ve rock barların ‘high society’si pek göremeyecekti. Onların Azeri lehçelerine gelince, bunun bizim ülkede sorun olması da ilginç hani. ‘Türkçe rock yapılır’ iddiasında olanlar, kalkıp Sovyet dönemi Rusya’sından gelen Azeri gruba burun kıvırıyorlardı. Ama dedim ya gene de Yuhu’ya tutkun önemli bir kitle de vardı ülkemizde.”

Bir dönemin eşsiz ruhunu yansıtan Hazarın Sahilinde plağında, bir de Aptulika tarafından çizilen grup posteri bulunuyor.

'BÖYLE GİTMEZ, BU GRUPLARI TANITMAK GEREK'

“Hazarın Sahilinde”nin plak olarak tekrar yayınlandığı haberini, yazar Doğu Yücel’in sayfasında gördüm. Orada duygularını çok güzel ifade etmişti. Hafızası oldukça kötü biri olarak “Bir insan bu kadar detayı nasıl hatırlar” diye düşünmeden edemedim. E o zaman bu hafızadan faydalanmak da benim boynumun borcu oldu. Doğu’nun Yuhu ile tanışma hikâyesi aslında grubu ilk kez gören ve dinleyen onlarca kişiyle çok ortak nokta barındırıyor. Aptulika’nın anlattıklarını da doğrular nitelikte. O nedenle Doğu’nun Gazete Duvar için yazdığını yazıya burada olduğu gibi yer vermek istiyorum:

“Hazar Sahilinde’yi bütün yerli albümleri destek için aldığımız için çıktığı günlerde edinmiştim ve anında grubun hayranı olmuştum ama İzmir’de yaşadığım için onları izleme şansı bulamamıştım. İstanbul’a geldiğim bir gün Beyoğlu Balık Pazarı’ndan geçerken bir baktım, bir afiş: Yuhu Karavan’da! İnanamamıştım ve tabii hemen mekâna gittim. Benim gözümde grup çok üst bir seviyedeydi, ‘Herhalde yüzlerce hayranları olur’ diye düşünüyordum. Karavan’daki masaları dolu görünce sevinmiştim ama grubu yakından izlemek istediğim için sahne önünde ayakta durulan kısımda yerimi aldım. Mekâna giren Yuhu elemanlarını gördüm sonra, sıradan insanlar gibiydiler. Murat Beşer’in plak içindeki yazıda dediği gibi Sait Faik öykülerindeki ‘kılıksız’ adamlara benziyorlardı. DJ Nikki Wild’ın radyo programına konuk olduğumda Nikki ‘Ben adamları gördüğümde manav sanmıştım’ demişti. Bunu da küçümsemek için söylemiyoruz tabii ki, tam tersine bu duruşlarında bence çok rock’n roll bir tavır vardı. Zaten çalmaya başladıklarında olay tamamen değişiyordu. Birçok virtüöz gitarist izlemiştim aslında o döneme dek ama Namık Nagdaliyev bir başkaydı, hiç zorlanmadan Malmsteen gibi çalıyordu. Hatta bu durumu Aptülika’nın Flash TV’deki Rokoko programında sorduğunu hatırlıyorum. ‘Seni Malmsteen’e benzetiyorlar’ demişti Aptülika, Namık ise ‘Evet duydum ama ben Malmsteen’i dinlememiştim’ diye yanıtlamıştı. Bu diyalog, Namık’ın ve diğer Yuhu elemanlarının doğal yeteneğini ortaya koyan bir örnek bence.

Gitarist Namık Nagdaliyev, grubun Türkiye’de kalarak müzik hayatına devam eden tek ismi oldu. Funda Arar, Haluk Levent, Barış Akarsu gibi birçok isimle çalıştı. “Aliye”, “Bir İstanbul Masalı” gibi dizilerde Kıraç’ın söylediği şarkıları besteledi.

O konserle ilgili aklımda kalan en canlı sahne ise maalesef gruba yeterince ilginin gösterilmemesiydi. Grup, Karavan’da meğer düzenli çalıyormuş, belki de ben sönük bir kitleye denk gelmiştim ama yine de garipti. Yuhu, Balık Pazarı’ndaki Karavan’ın küçücük sahnesinde dünya devi bir grup gibi bir performans çıkarıyordu, çoğunluğu kendi şarkılarından oluştuğunu hatırladığım bir repertuarla sert ve melodik müzik ziyafeti veriyordu ama kitlenin çoğu masalarda bira tokuşturuyor, en fazla uzaktan şarkılara eşlik ediyorlardı. Bu sahne, rock kitlemize dair yaşadığım ilk büyük hayal kırıklığıdır ve ‘Böyle gitmez, bu grupları tanıtmak gerek’ diyerek müzik gazeteciliğini daha ciddi düşünmeme sebep olan andır. Tam da bu yüzden yıllar yıllar sonra Yuhu’nun plağının çıkmasına çok sevindim. Bence; ilk iki albüm ‘Hazar Sahilinde’ ve ‘Sumgait’ dünya rock-metal müziği içinde parmakla gösterilmesi gereken şaheserlerden ikisidir. Üçüncü albümde de birkaç parça için bunu söyleyebilirim. Benim şu anki dileğim ve hayalim diğer iki albümün de plaklaştırılması ve hatta grup hakkında bir belgesel yapılmasıdır. Film de olur! Neden olmasın?”

Türkiye’de uzun bir süre gümüşçülük ve dövmecilik yapan davulcu Cengiz Eyvazov, şu anda ülkesinde dövme yapmaya devam ediyor.

'AZERBAYCAN’IN HEM GURURU HEM HÜZNÜ'

Evet, neden olmasın? Şu anda grubun kurucusu ve basçışı İbrahim hayatta değil ama hayranları halen onların bir konser vermesinin hayalini kuruyor. Azerbaycanlı oyuncu ve yazar Gülay Hüseynova ile işte tam bunu konuştuk. “Ben üniversitedeyken (2006-2010) cep telefonlarına mp3 özelliği daha yeni yeni geldiği zamanlardı; iyi müzikten anlayan her genç telefonuna önce ‘Yuhu’ parçalarını, hafıza kartında yer kalırsa da başkalarını indirirdi” diyen Gülay, bugün de Azerbaycan dinleyicisinin “Yuhu” özlemi içinde olduğuna dikkat çekiyor ve ekliyor: “Grup üyeleri gibi grubun biz hayranları da o tarihi konserin hayalini kurmaktayız.”

Yukarıda bahsettiğim Fransız menajere içten içe kinlendiniz değil mi? Sanki Yuhu’yu kandırmış ve ortada bırakmış gibi geliyor. Açıkçası baştan ben de öyle düşündüm ama öyle olmadığını Gülay’dan öğreniyorum: “Yapımcı kadın, grubu Fransa’ya götürmek için Türkiye’deki albümü yayınlayan müzik şirketiyle anlaşma yapar. Fakat Azerbaycan’dan gerekli olan evraklar verilmediği için Yuhu Fransa’ya gidemez. Bu yüzden grup Türkiye’de kalıp çalışmaya başlar. Ve İstanbul’da meşhur bir rock grubuna dönüşürler. Grubu canlı izleyenler, Sovyet Azerbaycan’ı gibi ciddi ve bir nevi de klasik resmi bir ülkeden böyle kendine has ve zamanının ötesinde bir grubun çıkmasını şaşkınlıkla karşılıyor ve anlatıyor. Tanıdığım birçok Türk müzisyenleri Yuhu’nun Türkiye’de rock müziğin gelişmesinde ciddi bir rol oynadığını düşünüyor. O zamanlar Yuhu, bilinen bazı rock gruplarının oluşmasına da sebep olmuş.

Yuhu grubu, her bir Azerbaycanlı için hem büyük bir gurur hem de hüzündür. Dünya çapında ünlenecek potansiyelleri varken bir takım tersliklerle karşılaşıp belki de hayatlarının şansını kaçıran müzik devleri... Yuhu’nun hikâyesini bilen herkesin kafasında zaman zaman bu soru hep döner durur: Acaba Fransa’ya gitselerdi nasıl olurdu?” Gülay’ın bu sorusunun cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğiz.

93 yılında Uzelli Kaset tarafından kaset formatında yayınlanan Hazar Sahilinde albümü, kasette kullanılan tasarımın birebir uyarlamasıyla şimdi plak formatında yayınlandı.

'HAYALLERİN VE RÜYALARIN İZİNDE'

Buraya kadar Yuhu’nun “eski tüfekler” için ne ifade ettiğini mevzu yaptık. Peki, onları canlı dinleme şansı bulamayanlar bu grubu sevdi mi? Sevdiyse neden sevdi? Bu soruları, bizden sonraki kuşaktan olup tutkuyla rock ve metal müzikteki gelişmeleri takip eden geçmişi de yalayıp yutan Orçun Onat Demiröz’e sormak istedim. Beni şaşırtmadı:

“Aslında hisleri ustalıkla yoğuran ve incelikle müziğe döken bu Azeri grubu; hayalleri peşinde Türkiye'ye sığınan Don Kişotlar olarak görmek gerekir. Karavan ya da Kemancı gibi bir dönemin ünlü rock mekanlarında bu grubu izleyenleri de hayli şanslı saymak gerekir. Benim gibi 1990’lı yıllardaki rock ‘n’ roll ortamına yetişememiş ve o dönemlerin müzik ortamlarında yaşanan hikâyeleri de sonradan öğrenen Y kuşağı çocukları, Yuhu’yu muhtemelen bu şanslı kişiler vesilesiyle duymuş ve dinlemiştir. Ancak Yuhu ülkemizde hala değeri tam olarak anlaşılabilmiş ve yeterli sayıda kişiye ulaşabilmiş bir grup değil. Oysaki müziklerinde Marillion, Yes, Camel gibi grupların derinliği ile Scorpions, UFO, Blue Öyster Cult gibi grupların coşkusu mevcut. Grubun Azeri lehçesi de etnik açıdan oldukça ilgi çekici ve ufuk açıcı. Kendi adıma özellikle 'Sumgait' albümündeki müzikal işçilik, yakaladıkları çok çeşitlilik ve estetik, az ama öz diskografilerindeki zirve noktasıdır. Bu albümde yer alan Dünya Değişmiyor, Hayalperest, Uyan Yuhu’dan ve Aldattın Beni Sen gibi besteler ışıl ışıl parlayan zamansız klasikler gibidir, dinleyenin direkt kalbine giden cinstendir.

Geçtiğimiz günlerde grubun 1993 yılında yayınlanan ilk albümü 'Hazar Sahilinde’nin plağı basıldı. Umarım bu plak, grubun tekrar hatırlanmasını ve daha genç kuşaklar tarafından da ilgi görmesini sağlar. Çünkü Yuhu’nun müziğinde sizi rüyalara davet eden ve içinizi ısıtan bir güzellik var. Ayrıca Yuhu; Kino ve Nautilus Pompilius gibi kült Sovyet gruplarını keşfetmek açısından da biçilmiş kaftandır.”

.