Müzik endüstrisi ekonomi ve hayata dair ne söylüyor?
Bu işlerin içindeki, etrafındaki insanlar genelde bir yerlerde ruhu kırılmış, ekseriyetle kafası da kırık, müziğe, şarkıya, melodiye zaafı olan insanlardır. Tepesinden tırnağına fazla değişmez bu.
“Kazanan hepsini alır, kaybedenin önemi yoktur.” – Benny Andersson ve Björn Ulvaeus (ABBA’nın 'The Winner Takes It All' şarkısından)
Amerikalı iktisatçı Alan B. Krueger’ın, Musiki Eseri Sahipleri Grubu Meslek Birliği (MSG) girişimiyle ülkemizde de yayınlanan ‘Müzikonomi’* (Rockonomics) kitabının kapağında yazarın, çevirmenin (Ergin Özler) ve kitabın ismi dışında şu soru cümlesi bulunuyor: “Müzik endüstrisi ekonomi ve hayata dair ne söylüyor?” Bu cümle beni uzunca düşündürdü. Hayatı anlam(landırm)aya çalışırken her şeyden çok sanata, en çok da müziğe yaslanmaya çalışan bir iktisat mezunu olarak bu soru, çizdiğim yola paralel ve kendime dair de bir şeyler içeriyor. Kitabı okuduğum sürede de hemen hemen her satırında fazlasıyla tanıdık konular ve içeriden anekdotlar gördükçe 25 yıl önce başlayan müzik endüstrisi yolculuğumun zaman tünelinde gidip geldim.
Kitabın anlatımı gayet yalın ve direkt, konuların kalbine dokunuyor, tespitini yapıyor, derdini anlatıyor ve devam ediyor. Yalnızca birkaç bölümün adı dahi hem zengin içeriği hakkında iyi fikir veriyor, hem de bu yazının amacına hizmet ediyor: “Parayı Takip Et: Müzik Ekonomisi”, “Süperstar Ekonomisi”, “Sahtekârlık, Dolandırıcılık ve Müzik”, “Bulanıklaşan Sınırlar: Dijital Dünyada Fikrî Mülkiyet”, “Müzik ve Refah”.
Müzik ve özellikle müzik endüstrisi, genelde Krueger gibi ‘mühim’ alanlarda hatırı sayılır başarıları olan insanların, araştırmalarını adamak, kuramlarını sınamak, ehliyetlerini hizmetine sunmak üzere seçtiği bir alan değildir. Fakat Krueger, yazdığı satırlardan kolayca anlaşılıyor ki ciddi bir müzikseverdi ve kendisininkine benzer konumdaki akademisyenlerin, iktisatçıların ve hatta ABD Başkan Danışmanlarının dokunmaya tenezzül etmeyeceği ‘müzik’ ve ‘müzik endüstrisi’ gibi kaygan bir alanda yazmaya cüret etmişti. Alanında en tanınmış çalışmalarını asgarî ücret üzerine yapmış, iktisat bilimini katı kuramlar ve anlamsız sayılardan ziyade insanların hayatlarını iyileştirmek uğruna inceleyen biri olması da tesadüf değildi kanımca. Formasyonu ve kabiliyeti doğrultusunda da onun için herhangi bir konuda yazmak, her zaman meşakkatli bir çalışmanın ve metodik bir araştırma sürecinin ürünü oluyordu muhtemelen. Müzik uğruna bu zamanı ve emeği vermiş olduğu kitabında müzikten, şarkılardan, şarkı yazarlarından ve müzisyenlerden bahsederken onlara derin bir saygı ve tutkuyla yaklaştığı rahatça algılanıyor.
'MÜZİK İNSANI'NIN KIRILGANLIĞI
Alanının dünyada önde gelen isimlerinden bir olan 1960 doğumlu Krueger’ın, 2019 senesinde söz konusu kitabının yayımlanmasına kısa bir zaman kala intihar sonucu ölümünden haberdar olmak, bugüne kadar çevresinde bu sektör içinden çok sayıda intihar veya istem dışı ölüm gerçekleşen biri olarak beni derinden sarstı. Okuduklarımdan, onu intihara götürenin zihinsel/ruhsal rahatsızlıklar olduğunu anlıyorum. Tıpkı yaratıcı sektörlerin çoğunda meydana gelen intihar vakalarındaki gibi. Kitabın zengin içeriği kadar, yazarının hazin vefatı da ilgimi çekti ve beni bu yazıya sevk etti diyebilirim. Zira Krueger’ın bazı satır aralarında, ifade tercihlerinde şimdi bahsedeceğim türden bir kırılganlık sezinledim.
Bu işlerin içindeki, etrafındaki insanlar genelde bir yerlerde ruhu kırılmış, ekseriyetle kafası da kırık, müziğe, şarkıya, melodiye zaafı olan insanlardır. Tepesinden tırnağına fazla değişmez bu. Müziğin yaratıcısı da, yaratıcının yarattığını umuma en albenili şekilde sunmak için stüdyoda çalışan prodüktör de, kayıt alan ses masalarının arkasında düğme çeviren teknisyen de, sahnede ağır aksamlar taşımak ve kurmakla yükümlü olan bir emekçi de, ensesi kalın bir yapımcı da, hatta aslen bir satış elemanı olan diyelim üçkağıtçı bir menajer dahi müziğe karşı yumuşak karınları, çok iyi gizlemeyi başarsalar da bir yerlerde derin yaraları, dertleri olan paydaşlardır. Müziği üreterek şifa arama kabiliyeti bulunmayan, onun tüketimiyle de tatmin olmayan birçok kişi bu sektöre bir bakıma yara sarmaya, avunmaya girer. Ve sektörün acımasız çarkları ve yozlaşmaya meyilli niteliği, bırakın şifa olmayı, veba gibi tüketir bazılarını.
MÜZİK ENDÜSTRİSİ: TEŞHİR DOLU BİR ZİYAFET MASASI
Müzik endüstrisi denen dışı sizi içi beni yakar canavarın özellikle ülkemizde kendine has bir yeri olduğunu düşünüyorum. Genellikle her ikisi de eşsiz birer illüzyon alanı olan siyaset ve sosyal medya malzemesi olarak önemli bir işleve sahip. Müzik son derece önemli ve hayatın neredeyse hem her anında, hem her alanında var. Üretimi, dolayısıyla arzı bol, dolayısıyla kalabalık ve yer yer kaotik. Ürünlerin bazılarının kendisinde de, onların umuma ileti(şi)mi ve sunumuyla ilgili de birçok sorun ve yoğun bir kakofoni mevcut. Buna rağmen, işin içinde olmayan kamuoyunun, hakkında çok az fikir sahibi olduğu, sanatçılar (‘ünlüler’) tarafından söylenen ve yazılan her şeyi mutlak gerçek ve doğru olarak algıladıkları ve çoğunlukla alkışladıkları bir spektrum söz konusu. Haliyle ne zaman içeriden bir hikâye, bir bilgi paylaşılsa sıradan bir alana nazaran daha fazla ilgi uyandırıyor, zira malzeme var; malzeme bol ve lezzetli. Genellikle teşhir ve temaşanın, mübalağa ve kibrin çekip çevirdiği, niceliğe tapılan ve patlayıncaya kadar tıkınılan bir ziyafet masası, etrafında oturulan. Masadaki seçkinler, kameraların önünde veya sosyal medya hesaplarında iştahla yediklerini sergiler, ara sıra da bilgece kürklerine yedirirken, servis elemanları da tökezleye tökezleye, düşe kalka etraflarında koşturur. Bazen de bazıları düşer ama kalkamazlar. İşte bu kalkamayanlardır, kalkamadıklarında kalkamayışlarıyla yakınındakileri çok şaşırtan. Bir-iki gün haklarında birkaç methiye düzülür, o da şanslılarsa, sonra da unutulur giderler.
Çağımızda ziyadesiyle vahşileşmiş, teknolojiyle birlikte birtakım güç merkezlerine her zamankinden daha fütursuz bir hırsla hizmet eden kanserleşmiş aygıtları menfaat uğruna harlayarak kullanan sanatçılar ve simsarları, birlikte hizmet ettikleri, kendilerine yonta okşaya içinden çıkılmaz bir vakuma dönüştürdükleri bu girdabın yutarak yok ettiği onca dev sanatçının ve naçiz emekçinin hatırası uğruna biraz daha temkinli olabilseler, neden en başta müzikle iştigal ettiklerini bir hatırlasalar nasıl olur acaba?
Bu yazıyı, özellikle yakın dönemde ama aslında mütemadiyen ve istisnasız bir umutsuzluk sonucu kaybettiğimiz onlarca müzik sektörü çalışanına ve müzisyenlere ithaf ediyorum. Ayrıca, beğeniyle okuduğum ve bu işlerle uğraşan, kafa yoran herkese tavsiye edeceğim ‘Müzikonomi’ adlı bu değerli kitabın Türkçe baskısının ülkeye kazandırılmasına önayak olan eski yol arkadaşım Harun Tekin’e teşekkür ederim.
*Alan B. Krueger, MÜZİKONOMİ (İstanbul: MSG & Mundi Yayınları, 2020)