“Adına Soğuk Savaş denilen dönemde yaptığımız bazı müziklerin BBC Dünya Servisi gibi Batı propaganda radyo istasyonları (özgürlüğün sesi olduğunu iddia ederek kılık değiştirtip aslında Dışişleri Bakanlığının bir aracı olduğu ortaya çıkmıştı) tarafından çalındığını duyduğumda sinirlendim. Onların çalmak istemeyecekleri plaklar yapacağıma söz verdim.” -Robert Wyatt
*
Devletlerin resmi tarih anlatısı uluslararası ilişkilere paralel bir şekilde devamlı güncellenerek yazılır. Dünün ‘dostu’ bugünün can düşmanı ilan edilir. Derken yarın denklem tekrar tepetaklak olur. Çünkü tarih bugünün ihtiyaçlarına göre geçmişin sayısız olayı içerisinden yapılan bilinçli bir tercihin ürünüdür. İhtiyaçlarsa bugünün dünyasında sermayenin etrafında inişli çıkışlı ancak istikrarlı bir yörünge çizer.
Karşı propagandanın topluma nüfuz edebilmesi için sanılanın aksine birden fazla kuşağa ihtiyaç yoktur. Bir insan ömrü, iki veya daha fazla ‘gerçeği’ kabul edebilecek genişliktedir. Örneğin düne kadar ABD’nin desteklediği, özgürlük savaşçısı ilan ettiği radikal İslamcı grupların daha sonra şaşırılacak bir hızla Washington’un baş düşmanı gibi lanse edilmesi gayet kolay bir şekilde bir ömür içerisinde gözlemlenebilir.
Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür belki ancak günün ihtiyacına göre değişen resmi tarih anlatısı için nisyan bir mecburiyettir. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte başta ABD ve onun güdümündeki ‘Batı Dünyası’, Sovyetler Birliği’ne yönelik söylemini keskin bir şekilde değiştirdi. Soğuk Savaş olarak bildiğimiz dönemde, ABD komünizm ‘tehdidine’ karşı öyle korkunç bir anti-propaganda örgütledi ki, şeytanlaştırılan pek çok kişi ile yakın bir geçmişte el sıkışıldığı unutuldu. Komünistlere karşı cadı avı, ajanlık suçlamalarıyla pek çok kişiyi ipe götürürken ‘Stalin’ ismini karikatürize ederek şeytanlaştırılan kalıbın dışarısında anmak hayal dahi edilemezdi. Soğuk Savaş döneminde Hollywood’un da katkılarıyla yaratılan paranoyanın vardığı düşmanca tavrın etkilerini bugün dahi farklı çehrelerde gözlemleyebiliyoruz.
İşte 1982’nin İngiltere’sinde yayınlanan bir albüm, toplumun resmi tarihle zehirlenmiş hafızasını allak bullak edip fabrika ayarlarına döndürme gayesiyle bizi inanılmaz bir yolculuğa çıkartıyor. Progresif Rock’ın önemli isimlerinden Robert Wyatt’ın Nothing Can Stop Us (Bizi Hiçbir Şey Durduramaz) isimli albümünde yer alan her bir şarkı bizi zamanda ve mekanda çözümlememizi bekleyen farklı seyahatlere çıkartıyor.
Örneğin Stalin Wasn't Stallin' (Stalin Lafı Uzatmıyordu) cover’ı ile bizi ABD’de Stalin için söylenmiş gospel’lere götürüyor. Böylece kısa sürede unutulan maziye de yaşadığı yer için son derece radikal sayılabilecek bir ‘Stalin’ kılıcı çekiliyor. Orijinal versiyonu Virginia merkezli vokal grubu Golden Gate Quartet’e ait olan şarkının sözleri şu ifadelerle başlıyor:
“Stalin, Berlin’in canavarına onu topraklarından kovana kadar asla rahat etmeyeceğini söylediğinde lafı uzatmıyordu”
Örgütlü bir komünist olan Wyatt’ın şarkıları bizi sadece yapacağımız yolculuklarla değil, aynı zamanda biçim olarak da şaşırtacak. Çünkü belki daha önceden aşina olduğumuz toplumsal mücadeleleri belki pek de aşina olmadığımız müzikal biçimlerde işiteceğiz. O nedenle bugün Müzikli Atlas’ta bırakalım dümenin başına Wyatt geçsin.
ERKEN DÖNEM
Önce kısaca kaptanımızı daha yakından tanıyarak başlayalım. Bristol 1945 doğumlu Wyatt, her ne kadar pek çok enstrümanda kendini gösterse de vokal ve davulda yeteneğini ön plana çıkartır. Genç yaşta caz ritimlerinden etkilenir ve erken dönemde Wilde Flowers grubunun kuruluşunda yer alır.
Her ne kadar Wilde Flowers, Wyatt’ın çıraklık deneyimi olsa da burada yakaladığı ses, yaşamının geri kalanında yaptığı müziği hep takip eder. Kimileri bu avangard, caz füzyon, progresif ve saykodelik rock dokunuşları kategorize etmek için ‘Cantenbury sahnesi’ üstbaşlığını kullanıyor. Wyatt da bu kategorinin olmazsa olmazları olarak sayılıyor.
Wilde Flowers’ın dağılması ile Wyatt da yoluna Soft Machine ile devam eder. Grup ciddi bir başarıya ulaşırken Wyatt’ın hem davulda hem de vokalde olması dikkat çeker. Ancak kısa süre içerisinde grupta çatırdamalar başlar. Müzikal yaklaşım olarak kendi yolunu çizmek isteyen Whatt ilk solo albümünü 1970 yılında çıkarır ve bir yıl sonra da gruptan ayrılır.
Her ne kadar müzikal olarak kendi yolunu çizse de Wyatt 1973 yılında bir kaza geçirir. Bir doğum günü partisinde dördüncü kattan düşerek bacağını sakatlar ve kısmi felç geçirir, o günden sonra hayatını tekerlekli sandalye ile devam ettirir. Bu zorlu süreçte Pink Floyd da Wyatt’ın tedavi masrafları için dayanışma konserleri düzenler.
'BİR CEKET BİR SAVAŞA DEĞER Mİ?'
Geçirdiği sakatlık, ayaklarını kullanamayacak olduğu için özellikle bir davulcu için son derece kritiktir. Ancak yine de çeşitli solo çalışmalar yapar. 1980’lere geldiğimizdeyse siyasileşen Wyatt’ın şarkılarında içerik olarak bambaşka bir hattı benimsediğini görüyoruz. Resmen Büyük Britanya Komünist Partisi’ne (CPGB) üye olan sanatçının siyasileştiği dönemin zamanlaması elbette tesadüf değildir. Sermayenin limitsizce bir kuşatmaya geçtiği neoliberal dönemin perdesini açan isimlerin başında gelen Eski İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher yönetimi ile toplumda ciddi kırılmalar yaşanır. Özellikle İngiltere’nin güney yarımkürede Arjantin ile giriştiği Falkland Adaları Savaşı, hem artan bir milliyetçi söyleme hem de savaşa karşı alınan bir tavra sebep olur.
İşte bu dönemde Wyatt’ın söylediği bir şarkı ülkede büyük yankı uyandırır. Falkland Savaşı’nı etkileyici bir dille ele alan ve sözleri Elvis Costello’ya ait Shipbuilding (1982) isimli şarkının sözleri şöyle başlıyor:
“Buna değer mi? Yeni bir kışlık ceket, eş için yeni ayakkabılar ve oğlanın doğum günü için bir bisiklet. Sadece kasabada kadınlar ve çocuklar arasında dolaşan bir dedikoduydu. Yakında gemi yapacağız.”
Bu sözler, savaş gemileri yapacak tersanelerin yeninden açılması ile birlikte ‘doğacak iş fırsatlarının’ getireceği insani yıkıma değip değmeyeceğini sorguluyor. Devamında ise savaşın başlamasıyla birlikte hükümetin meseleyi oldu bittiye getirip ‘Noel’e kadar bu işin biteceğini’ söylemesi eleştiriliyor.
‘KIZIL BAYRAK’
Gelelim yazının başında da Stalin şarkısıyla birlikte değindiğimiz Nothing Can Stop Us albümüne. Bugün ön plana çıkan şarkı Chic’ten bir cover olan At Last Im Free (Sonunda Özgürüm). Albümün bütünlüğü içerisinde değerlendirildiğinde önemli bir katkı olsa da çıkacağımız yolculuklar açısından daha dikkat çekici şarkılar mevcut. Örneğin çarpıcı bir şekilde Caimanera’ya rastlıyoruz. Küba müziği dendiğinde aklımıza ilk gelen şarkılardan biri olan Caimanera ile Wyatt önce bir Küba’yı selamlıyor.
Ardından isminden de anlayabileceğimiz üzere Red Flag yani Kızıl Bayrak şarkısı, kapaktaki Royce Rolls üzerinde sıkılı yumruğuyla kızıl tulumlu işçiyi görmeyenler için albümün siyasi içeriğini çekinmeden gösteriyor. Bestesi aslında Almanca bir Noel şarkısı olan O' Tannenbaum’dan uyarlama olan bu şarkının sözleri son derece etkileyici. Üstelik bu sözler de bizi farklı bir yolculuğa çıkartıyor: İrlandalı Jim Connell tarafından 1889 yılında yazılan bu şarkı sözleri daha sonra İngiltere’deki emek hareketlerince de benimsenir.
“İleride her şey karanlık görüldüğünde / Genç kuvvetimizin üzerinde dalgalandı. / Nice kahramanlığa ve yemine tanıklık etti, / şimdi rengini değiştirmemeliyiz. / O zaman kaldır kızıl sancağını yükseklere, / Onun gölgesinde yaşar ve ölürüz. / Korkaklar irkilse, hainler alay etse de / kızıl bayrağı burada dalgalandıracağız. / Geçmiş zaferleri ne de güzel anımsatıyor / sonunda huzurun umudunu veriyor; / Bayrak parlak, işaret yalın / insanın hakkı ve insanın yükselişi. / Başlar açık yemin ediyoruz hepimiz, / düşene kadar onu ileri taşımaya / Gel, zindanlar karanlık ve darağaçları zalim. / Bu şarkı bizim veda marşımız olacak.”
ŞİLİ'DEN BANGLADEŞ'E
Albümdeki ikinci İspanyolca şarkı Arauco ise bizi bu sefer Şili’ye götürüyor. Latin Amerika’da Nueva Cancion müziğinin önde gelen ismi Şilili sanatçı Violeta Parra’nın şarkısı Arauco Tiene Una Pena’yı yorumlayan Watt’ın zamanlaması yine tesadüfi değildir. Çünkü Şili’de seçimle başa geçen sosyalist lider Salvador Allende, albümün yayınlandığı tarihten kısa bir süre önce ABD destekli bir askeri darbe ile iktidardan düşmüştür. Bu yüzden halihazırda Şili’de cunta dev ölçekli katliamlar yaparken Parra’nın bir şarkısını seslendirmesi Watt’ın enternasyonalist dayanışmayı güçlendirme arzusundan ileri geliyor.
Sıradaki şarkı ise çok daha hayret verici. Mesela albümün arkasını çevirip içinde hangi şarkılar varmış diye merak edip şöyle bir göz gezdirirseniz eğer ‘Trade Union’ yani ‘Sendika’ isimli bir şarkıya rastlıyorsunuz. Albümün siyasi içeriğini bilseniz bile bu şarkının içeriği ile ilgili yapabileceği en iyi tahmin ne olabilir? Mesela Anglofon dünyada köklü bir geleneği olan işçi baladlarından bir uyarlama olabilir diye düşünebilirsiniz. Ancak şarkıyı dinlemeye başladığınızda Wyatt’ın size bir sürpriz hazırladığını göreceksiniz. Çünkü bu şarkı Bangladeşli sanatçı Abdus Salique ve grubu Dishari ile birlikte seslendiriliyor. Eski bir İngiltere sömürgesi olan bir yerin, Bangladeş’in işçi sınıfının sözlerini albümüne taşıması Wyatt’ın albümünü bir kez daha eşsiz kılıyor.
Albümün son şarkısı ise aslında bir ‘şarkı’ değil. Wyatt son parçada sözü bir komünist şair Peter Blackman’ın Stalingrad şiirine bırakıyor. İngiltere’de özellikle siyah emekçilerin kurtuluş mücadelesi üzerine çalışan Blackman’ın bu şiiri albümü harika bir şekilde sonlandırıyor. Fakat bu şiirin detaylı incelemesini Blackman’dan bahsedeceğimiz ayrı bir yazıya bırakalım.
*
Bir albümde ne kadar fazla ülke ve kişi ismi saydık öyle değil mi? Tüm bunları bir albümde bütünü bozmadan toparlayabilmek bir başarı. Ancak asıl başarı belki de alışılmışın dışında bir müzikal dokunuşla ahengi yakalayabilmek ki Wyatt’ın eserlerinde de bunu hissediyoruz.
Tüm bu şarkıları anti-komünist propagandanın oldukça güçlü olduğu bir ülkede ve zamanda yapmış olmak başlı başına takdiri hak ediyor. Üstelik 1980’lerin sonuna doğru Wyatt’ın Çin Devrimi’nin önderi Mao Zedung’a ithafen ‘Chairman Mao’ yani ‘Başkan Mao’ isimli bir şarkı yaptığını da hatırlatalım.
Wyatt’ın yine son derece etkileyici Gharbzadegi şarkısı ise bizi İran’a götürüyor: Türkçeye ‘Batılılaşma hastalığı’ olarak çevrilen Garbzedegi kavramı İran’daki bir kısım 19. yüzyıl aydınlarınca kullanılsa da Wyatt’ın konuyu ele alış şekli daha da farklı bir anlam taşıyor. Bu şarkının müzikal olarak da bir şaheser olduğunu söylesek abartmış olmayız.
Yarattığı bu toplumsal mücadeleler kompozisyonu böylece daha rahat anlayabiliyoruz. Haftaya farklı yolculuklarda Müzikli Atlas’ta tekrar buluşmak dileğiyle.
*
Yazıda bahsi geçen Robert Wyatt’ın şarkılarına ve esinlendiği diğer sanatçıların eserlerine ulaşmak için çalma listesi:
https://open.spotify.com/playlist/3613MXKtxzlLWtPgZnt2Tx?si=1be78a25c6974544