Etnomüzikolojinin ve dolayısıyla sosyal bilimlerin kapsayıcılığını korumak için galiba burada biraz “tersomüzikolojik” bir yaklaşım sergilemek gerekiyor. Ez cümle, bu videolardaki icralar müziksiz birer ilahi değiller, bu ilahiler a capella —yani herhangi bir çalgı kullanmadan ve sadece insan sesi kullanarak— icra edilmiş ilahiler.
Hiç duydunuz mu bilmiyorum ama uzunca bir süredir müziksiz ilahi
diye bir “tür” dolaşıyor internette. Birazcık Türkçe bilgisi ve
mantık yardımıyla, bu türün müziksiz bir şekilde dini konularla
ilgili yazılmış şiirleri dümdüz okumak şeklinde icra edildiğini
düşünürsünüz. Ve benim gibi yanılırsınız!
Zira sosyal fenomenleri incelerken ve dolayısıyla da sosyal ve
beşeri bilimlerde düz mantık çoğu kez duvara çarpmanıza yol
açar. Bunu söylerken bir yandan da bu türün temelinde bir
mantık hatası olduğunu ve fakat yine de bu yanlış kullanımın
yaygınlaşıp kendisini bir tür olarak dayattığını rahatlıkla
söyleyebiliriz. Yaygınlaşmış diyorum çünkü eğer YouTube’da
“müziksiz ilahi” diye bir arama yaparsanız karşınızda 63.000
civarında kayıt bulursunuz. Bu çıkan sonuçları dinleme sayısına
göre sıralarsanız da müziksiz ilahilerin dinlenme sayılarının
milyonları aştığını görürsünüz.
Kursuma varsam 2015 ǀ Müziksiz İlahi
Kursuma varsam dursam kapıya
Hoş geldin diyen olur mu?
Ben filancayım açınız desem
Eski talebedir diye bakan olur mu?
Anadolu’daki geleneksel sözlü müzik türlerinin denklemini
basitçe şu şekilde gösterebiliriz:
Tür = güfte (yani şiir veya söz) + beste (yani melodi veya
müzik)
İlahi de bir müzik türü olarak neredeyse Anadolu’daki diğer tüm
gelenksel sözlü türler gibi (Muharrem Ertaş’ın deyimiyle)
havalandırılmış bir şiirden oluşur. Oyun havası, uzun hava, kaşık
havası vs… örneklerinde kullanılan hava kelimesi, aslında melodi
demektir. Muhtemelen sözün yani şiirin hoş bir melodi sayesinde
havada daha uzun süre askıda kalabilmesini sağladığından dolayı
kullanılmaya başlamış bir kelimedir. Bestelenmiş bir şiiri,
melodisini mırıldanmadan olabildiğince uzatarak okumaya
çalışırsanız ne dediğimi daha rahat anlayacaksınız. Ne kadar
uğraşırsanız uğraşın anlam ve ifade kaybı olmadan kelimeleri bir
melodiyle beraber söylediğinizdeki gibi eğip bükemediğinizi ve
dolayısıyla da uzatamadığınızı göreceksiniz.
ETNOMÜZİKOLOJİ VE MÜZİĞİN TANIMI
MESELESİ
Etnomüzikologlar müziğin çoğunluk tarafından kabul edilmeyen
türlerinde dahi bir 'müziklik' hali olduğunu kabul ve iddia
ederler. Ve hatta işi ileriye götürüp neredeyse bir kişinin bile
müziklik atfettiği herhangi bir türün "müzik" olduğunu düşünüp
bunları çalışmaya değer bulurlar. Etnomüzikolojide müzik tanımını
bu kadar geniş tutulmasının en temel sebebi evrensel bir müzik
tanımının zorluğundan ve biraz da beyhudeliğinden ileri gelir.
Evrensel bir müzik tanımı yapabilmenin zorluğunun temel
sebeplerinden birisi müzik kelimesinin Antik Yunan Medeniyeti’nden
doğan Yakın Doğu ve ‘Yakın’ Batı adlı geçimsiz kardeşlerin zihinsel
iklimine ait bir kavram olmasıdır. Yani müzik dediğimiz kavramın
işaret ettiği anlamlar kümesi, bu kelimenin tarihsel ve kültürel
olarak evrildiği, Yakın Doğulu ve Batılı sosyal bağlamlardan
ibarettir. Örnekler çok ama mesela, "Amerikan Blackfoot
yerlilerinin dillerinde müzik anlamına gelen hiçbir kelime yoktur,
bizim anladığımız anlamda müzik kelimesine en yakın kelime
Paskan'dır. İşin ilginç tarafı bu kelime dilimize kabaca dans diye
çevrilebilir ve anlamı da dini ve yarı-dini ortamlarda icra edilen
müziği, dansı ve diğer aktiviteleri de kapsayacak kadar
geniştir."*
Evrensellik probleminin yanında dikkatimizden kaçırmamamız
gereken önemli bir mesele de yöresellik meselesi yani Doğu ve
Batı’nın yekpare birer anlam bütününden oluşmuyor olmasıdır. Bu da
bu üst anlam birimlerini oluşturan alt anlam birimlerinde de müzik
kelimesine atfedilen anlamların farklı olması demektir. Geçen
haftaki yazımda da belirttiğim üzere çoğunluk ve/veya baskın
sınıflar, azınlıkların ve/veya alt sınıfların seslerini gürültü
olarak algılama eğilimindedirler. Bundan dolayıdır ki çoğunluk
tarafından yapılan bir müzik tanımının azınlıkların müziklerini yok
sayma ihtimali her zaman vardır.
KENDİ YAPTIĞI MÜZİĞİ YOK SAYMAK
Bu yazıyı yazma sebebim, müziksiz ilahilerin bize
etnomüzikologların müziklerle kurdukları kapsayıcı tavır ve buna
karşılık bazı insanların müziklerle kurdukları dışlayıcı tavır
dışında bir tavrın var olduğunu bize göstermesi. Bu iki kutbun
dışında, demek ki kelimenin her anlamıyla müzik icra ettiği halde
kendi yaptığı ‘müziği’ müzik olarak görmeyen bir anlayış daha var.
Müziksiz ilahi dinleyenler ve söyleyenler, icra ettikleri ilahilere
müziksiz diyorlar çünkü müziğin günah olduğunu düşünüyorlar.
Kuran'ın ve hatta ezanın müzik olup olmadığı meselesi biraz daha
farklı bir mesele, zira bu metinlerin kutsiyeti Allah'tan ve Hz.
Muhammed'den ve bin yılı aşkın bir ortak kabulden kaynaklı. O
yüzden yine makamlı bir melodiye ve ağırlıklı olarak kelimelerin
prozodisinden kaynaklı bir müzikal nabzı olduğu halde ve teknik
olarak aynen müzik gibi notaya alınabildiği halde sözlerin ve bu
sözleri okumanın (İkra’) önemine atfen bu icralar okumak
kelimesiyle karşılanır. Yani ezan ve Kuran müzikal bir şekilde icra
ediliyor olsa da, inananlar tarafından söze atfedilen sonsuz önem
nedeniyle, şarkı gibi söylenmeyip aynen bir metin gibi
okunuyorlar.
Fakat insanlar tarafından yazılmış ilahilerin Kuran ve ezan gibi
bir dokunulmazlıkları olmadığı için ve tamamen sözlü müzik
türlerinin kalıpları çerçevesinde üretildikleri ve icra edildikleri
için Etnomüzikolojinin ve dolayısıyla sosyal bilimlerin
kapsayıcılığını korumak için galiba burada biraz “tersomüzikolojik”
bir yaklaşım sergilemek gerekiyor. Ez cümle, bu videolardaki
icralar müziksiz birer ilahi değiller, bu ilahiler a capella —yani
herhangi bir çalgı kullanmadan ve sadece insan sesi kullanarak—
icra edilmiş ilahiler.