Müzisyen Tara Mamedova: Kürt müziği varlığını içindeki tutkuya borçlu

Müzisyen Tara Mamedova ile çok dilli müziğine sirayet eden yolculuklarını konuştuk. Mamedova, "Şarkılarım bana, ben şarkılarıma benzemek istiyorum. Yani yaptığım şeyle bir olmanın peşindeyim" dedi.

Abone ol

Jînda Zekioğlu

DUVAR - Göç, topraklarından binlerce kilometre uzakta sığındığın bir ağacın, bir o kadar küçük meyvesinden, o meyvenin kokusundan, o kokunun hafızandaki yolculuğu ile çocukluğuna hasret gidermektir.

Kırgızistan’dan, zorbalıkla trenlere bindirilerek Rusya’nın dağ köylerine sürülen, tren istasyonunda ardından gözyaşı döken köpeği Kaştanka ile ayrılmak zorunda kalan 9 yaşında, boynunda kayısı çekirdeklerinden kolyesiyle atalarının tarihini tekerrür ettiren küçük bir kız çocuğu Tara Mamedova.

Tıpkı büyük nene ve dedelerinin, Ağrı’dan, Van’dan katır sırtlarında sürüldükleri gibi. Sovyet Kürtleri'nin, soğuk ve köklerine düşkün genleri pek şaşırtmıyor. Tara Mamedova da gerek yeteneği gerek diline ve kültürüne olan bağlılığı ile, dört yanını dolaştığı dünyanın içinde kendi yurdunu kalbi bellemiş.

Yakın zamanlarda çıkardığı albümünü bahane edip; çok dilli müziğine sirayet eden yolculuklarını konuştuk.

Tara Mamedova

Kırgızistan'da doğdunuz ve ilk çocukluk yıllarınız orada geçti. Nasıl bir çocukluğunuz vardı göç edene kadar? 

Sarmaşıklarından görünmeyen çok güzel bir evimiz vardı. 300 meyve ağacından oluşan bir bahçe, onlardan 20’si şeftali ağacıydı, en sevdiklerim. Koskocaman bostan ve annemin çiçek bahçeleri. Ve asla unutmayacağım Kaştanka adlı köpeğimiz. Şimdilerde hayalimdeki cennet. Asla unutmam olgunlaşmış şeftali kokusunu ve yerden topladığımız kayısı çekirdeklerini. İlk gerdanlığım kayısı çekirdeklerindendi. Komşular iç içe, sokaklarda çocuk sesleri ve her gün bir düğün sesi. Bilirdik gelen ezginin Kürt düğünü mü, Ermeni düğünü mü, Rus düğünü mü olduğunu. Herkes birbirini sevinçle karşılardı. Herkes birbirinin dilini anlardı. Elegez Kültür Sanat Merkezi’nin müdürlüğünü yapan öğretmen bir annenin, dansla, müzikle büyüttüğü bir çocuktum. Sürekli şarkı söyler, dans ederdim. Yazları Çerkez dedemle yaylaya giderdim; o, tırnaklarıyla müzik yapıp Kürtçe uzun hava okurdu, ben ise ona şarkılarla eşlik ederdim. O zaman ilaç yapmak için çiçekleri bizler toplardık dağlarda, yenilerini ekerdik, fidanları beslerdik. Dikiş nakışı öğretirlerdi o yaşlarda bize. Emek vermeyi, emeğinle gurur duymayı o yaşlarda öğrendik. Çocukluğumu böyle büyülü hatırlıyorum, bir çocuğun dünyasında önemli olan onun aklında kalanlardır.

Zaten göç edilmiş bir ülkeden, yeniden göçe zorlanarak Rusya'ya göç etmişsiniz. Dedeleriniz de Ağrı'dan Kırgızistan'a göç etmiş zaten. 9 yaşında, göç eden bir çocuğun hayatında neler değişiyor?

Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra 1993’te evimizin etrafı atlı adamlarla çevrildi, bize “Çıkın gidin buradan” diyorlardı. Bazı geceler annem telaş içinde bizi toplayıp dağ eteklerine götürüyordu saklamaya. Bizim çocukluğumuz çok güzel olsa da büyüklerimizin içi hiç rahat değildi. Kaç kere göçe maruz kaldıkları ve aslında bulundukları yerin de onların yurdu olmadığını, bir gün aynı şeyleri yaşayabileceklerini biliyorlardı. O zamanlar sadece Kürtler kovulmadı, başka halklar da benzer şeyler yaşadı ama aramızda bir fark vardı. Dedem hep ağlayarak şöyle derdi: “Herkes ülkesine gidecek ya biz? Biz nereye gideceğiz?”

Kırgızistan’dan göç ettiğimizde ben sadece 9 yaşındaydım. Soğuk trenlere bindik gidiyoruz ama nereye? Bizi ne bekler pek bilmiyorduk. Sıcak bir iklimden soğuğa, varlıktan yokluğa yolculuktu. Rusya’nın köy bile denilmeyecek bir dağ başına, Rus romanlarında sıklıkla duyduğumuz Xutorlara düştük. Büyüklerimiz için de kendi elleriyle yaptıkları o evler, bahçe ve bostanlar, o ağaçları terk etmek çok ama çok zordu. Ve en acısı da Kaştanka adlı köpeğimizin trene alınmaması ve biz giderken onun arkamızdan ağlayışıydı. Sadece Kaştanka değil, oradaki masum halk hatta topraklar da bir olup ağladı sanki.

'KEŞKE EŞİT VE ÖZGÜR OLABİLSEK AMA PEK MÜMKÜN GÖRÜNMÜYOR'

İlk gençlik yıllarınızda Paris'e göç etmişsiniz. Kendinizi bir yere ait hissediyor musunuz sahiden? Yoksa, aidiyet duygunuz daha soyut şekiller almış olabilir mi? 

Fransa’ya gitmem diğerlerinin yanında göç değildi benim için, zorunlu değildi. Ailem Rusya’daydı. Fransa’ya gitmeden önce o kısa ömrümde birçok değişik yerlerde yaşadım. Ailemin durumu pek iyi değildi. Abilerim, ablam artık üniversiteli değildi. Artık hayvancılık yapıp küçük kardeşlerine bakıyorlardı. Annemi de hala öğretmenliğe almamışlardı. O sırada Yaroslavl şehrinde Kürt Kültür Merkezi açıldı ve annem beni yetenekli bulduğu ve hayatımın bir şekilde değişebileceğini düşündüğü için oraya yolladı. Yıllarca orada temel sanat eğitimi aldım. Maalesef hiçbir yerde kendimi ait hissetmedim, bunun tabii ki hem pozitif hem negatif yönleri var. Pozitif tarafı gittiğim her yerin dilini kültürünü öğrenme fırsatım oldu ve bu birçok kültürle tanışmama sebep oldu. Çok erken bir şekilde uyum sağlamayı öğrendim. Ama benim rüyalarımda da ruhumda da tek özlediğim yer Kırgızistan Kok-Yangak idi. Çocukluğumun geçtiği evi, bahçesini ve birçok şeyi... Herkesin size yurtsuz insanlar gözüyle bakması da bu aidiyetsizliği besliyor. Bizler kendimizi hiç güvende hissetmedik ve her zaman dolaylı bir şekilde ötekileştirildik, aşağılandık. Keşke dünyada sınırlar olmasaydı, keşke herkes eşit, özgür ve huzur içinde olsaydı ama bu pek mümkün olacak gibi görünmüyor.

Güzel sanatlara yönlendirilmiş olmak en büyük şansınız olmuş. Nasıl buluştunuz müzikle? 

Her şeyi anneme borçluyum. Annem kültürlü, bilinçli ve çok cesur bir kadındı. Göçten dolayı bütün çocuklarını istediği yere taşıyamadı ama hepsini iyi kalpli birer insan olarak yetiştirdi ve benim yeteneklerime çok önem verdi. Bunun için elinden geleni yaptı. Müzik, dans ve tiyatro konusunda benim ilk hocam annemdi. Hayatımızın diğer zorluklarını bize hissettirmeden büyük çaba göstererek eğitmeye çalıştı, beni ve benim gibi yüzlerce çocuğu…

Rusya’da da yeniden öğretmen oldu. Ruslar anneme saygı duymaya başladı ve onu sevdiler. Annem bu güçle yeniden Kürt Kültür Merkezi’ni açtı ve çocuklara kendi kültürleriyle buluşma fırsatı tanındı. Ben böyle bir ortamda büyüdüm ama doğduğumdan beri sanata yakındım, başka hiçbir şey dikkatimi çekmezdi. Her koşulda kendimi içinde buluyordum. Daha sonra Yaroslav’daki eğitim de bunun çok önemli bir devamı niteliğinde oldu. Ve doğal bir şekilde nereye gittiysem hep müzik ve tiyatronun içinde buldum kendimi. Galiba biraz da onunla doğmak lazım.

'ŞARKILARIMA BENZEMEK İSTİYORUM'

Çok dilli müzik yapıyorsunuz? Üstelik coğrafyaları da birbirinden apayrı yerlerin dillerini aynı şarkılarda buluşturuyorsunuz. Sizin müzikte aradığınız duygu nedir? Peşinden koştuğunuz hikâye nedir? Neyin anlatıcılığını yapıyorsunuz?

Yaptığım müzik tam da benim hayatımdır. Ben içinde büyüdüğüm renkleri buluşturmanın peşindeyim. Renkleri en iyi şekilde buluşturmak zor iştir, sanatın her dalında da olmak üzere. Ben başardığımı söyleyemem ama bunun için müthiş bir çaba içindeyim. Her şeyden önce ben sanata karşı dürüst olmak istiyorum. Şarkılarım bana, ben şarkılarıma benzemek istiyorum. Yani yaptığım şeyle bir olmanın peşindeyim. Arkamda gençlerin kalbinde müziğimle ve yazdıklarımla sevgi izi bırakmanın peşindeyim.

Yaşar Kemal’in de dediği gibi: "Dünyadan bir çiçek eksilirse bir renk, bir koku yitmiş demektir. Dünya binlerce çiçekten bir kültür bahçesidir. Bu insanlığın zenginliğidir.” Bu kültürleri, dilleri, kokuları tanımak benim için inanılmaz bir olaydır. Öncelikle dengbêjle sonra Rus Halk Müziği ve Ramans müziği ile, Fransa’da ise caz, pop ve dünya müziğiyle tanıştım. Hepsiyle bağ kurdum. Bu bir şekilde yaptığım müziğe de yansıyor.

Bir söyleşinizde, "Kadın olarak baskının her türlüsünü gördüm" demişsiniz. İsyanınızın da buna dair olduğunun altını çiziyorsunuz. Bir Kürt kadın ve müzisyen olarak bugün hala sektörel bir baskı yaşıyor musunuz? 

Her gün yeniden doğmak zorunda kaldığımız bu zorlu zamanlarda, yılmadan mücadele eden milyonlarca insanın olduğu bu dünya; hayatta kalabilmek, şiddete uğramamak, ‘ben de varım’ demek için mücadele eden milyonlarca kadının hikâyeleriyle dolu.

Maalesef bu dünyada her canlı için hayat zor, hele ki bir kadın olarak çok daha zor. Ben bir kadın olarak hem toplumsal hem ailevi baskılara karşı olan mücadelemi, azmimi annemden öğrendim. Hayallerinin peşinden koşan kadınların mücadelesi çok daha zor. Rusların söylediği bir söz vardır: “Hayallerine inanan insana diz çöktürülemez.” Ben de birçok defa kadın olarak bu baskılara maruz kaldım ve zaman zaman kalmaktayım. Ama hiçbir zaman ne babama ne de çevremdeki eril zihniyete başımı eğmedim. Etrafımızda olan biten her şey beni derinden etkiliyor ama özelikle bitmek bilmeyen kadın ve çocuk cinayetleri!

Sizin aracılığınızla tanıştığımız Kilyana isimli eserin bir öyküsü var. Kilyana'yı nasıl bulduğunuzu, sizin için neler ifade ettiğini öğrenebilir miyiz? 

Kilyana’yı 15 yıl önce Duhok’un bir köyünde genç bir kadından duymuştum. Genç kız Kilyana, Rojhilatlı Kelhûrî’ydi. O dönemde beni çok etkiledi. Sonra yıllar geçti ve o şarkıyı bulamıyordum. Tam 10 yıl aradım! Sonunda değerli sanatçı dostum Tara Jaff yardımıyla Kilyana’ya kavuştum. Kilyana’yı daha hayal ettiğim gibi kaydını yapmadım. Önümüzdeki zamanda yeni bir aranjeyle paylaşacağım.

'AX, AĞRI DAĞI'NA BAKARKEN ÇIKTI'

Ax isimli ilk albümünüzün aynı isimli eseri, Kırgızistan'dan bir trene binerek göç ettiğiniz hikâyenizi anlatıyor. Daha ilginci, bu eseri, dedelerinizin Kırgızistan'a göç etmeden önceki topraklarında Ağrı Doğubayazıt'da yazmışsınız. Ax'ın yeri ve önemi büyük anlaşılan?

Doğubayazıt’a ilk geldiğimde her şeye sarılasım vardı. Toprağa, ağaçlara, kırlara. Sürekli dağ eteklerinde kuzuların sesleri eşliğinde bir ağacın gölgesinde uzanmak istiyordum. Diyebilirsiniz nereden geliyor bu bağ, hiç yaşamadın ki orada? Doğru, hiç yaşamadım ama o hayalle iç içe büyütüldüm. Dedem o bağı bize aktarmıştı, kalbimize o tohumu ekmişti. Ve hiç görmediğimiz yeri özleyerek büyüdük. Bu yüzden oraya gittiğimde 1 saat içinde Ax kalbimden fırlayıp çıktı. Ağrı Dağı’na bakarak yazdım onu. Ax, olması gereken yerde doğdu.

Xewna Giran (Ağır Rüya) albüme ismini de veren eser. Çok etkileyici. Üstelik siz yazmışsınız. Albümlerinizde sıklıkla gördüğüm söz ve beste size ait. Bu eserin hikayesini öğrenebilir miyiz? Nasıl döküldü? 

"Xewna Giran" benim büyümeye başladığım andır. Benim ve yüzlerce kadının hikâyesidir. Bu dünyada hiçbir şey bir annenin sevgisinden ve mücadelesinden büyük ve değerli değildir. "Xewna Giran" benim hikâyem.

Kızım Elenya kansere yakalandığı zaman dünya başıma yıkılmıştı, sarsıldım ve her gün içimde yüzlerce yangın oluşuyordu. Gerçek sevgiyle tanıştım, aşkı öğrendim, dürüstlüğü, mücadelenin en büyüğüyle karşılaştım. Meğerse kalbimin attığı yer evladımın nefesiymiş. Ondan sonra her şey değişti benim için, sesim bile. Hayata bambaşka bakmaya başladım, bir başka şarkı söylemeye başladım, kendi içimdeki gücü gördüm ve ona sarıldım. Yazdıklarım ve bestelerimin de büyüdüğünü gördüm ve hissettim. Ve o büyümeye başlayanlardan biri de "Xewna Giran"dı. "Xewna Giran", sadece mücadeleyi anlatmıyor aynı zamanda nasıl kazanabileceğimizi de anlatıyor.

"Xewna Giran" ve Giran projesi 40 yıllık birikimiyle, kalbiyle, ruhuyla bambaşka bir sound getiren çok değerli, usta Müzisyen Serkan Duran hocam tarafından aranje edildi. Ona tüm kalbimle teşekkür ediyorum. "Xewna Giran" klibini ise çok başarılı, değerli dostum Yönetmen Kıvılcım Akay çekti. Kıvılcım'a da çok çok teşekkür ediyorum.

'KÜRT MÜZİĞİ VARLIĞINI İÇİNDEKİ TUTKUYA BORÇLU'

Klasik Kürt müziğinin günümüzde farklı biçimlerde üretilmesi kimi zaman eleştiri de alan bir konu. Nasıl yorumluyorsunuz bunu?

Klasik Kürt müziğinin bu dönemde farklı biçimlerde üretilmesi çok normal çünkü farklı bir dönemde yaşıyoruz. Bence önemli olan özü, içeriği ve kalitesi. Günümüzde modern alt yapılarıyla Kürt Klasik müziğini muhteşem bir şekilde yeniden yorumlayan Kürt sanatçılar var. Bizim onlara Kürt müziğini bozduklarını söylememiz kanaatimce yanlış olur. Rusya’da halk müziği 30 yıl önce farklı bir şekilde icra edilirdi, şimdi ise bambaşka bir şekilde yorumlanıyor. Folklorumuz bizim kalbimiz ve her Kürt'ün ruhuna sinmiş. Şimdi onu dünyaya tanıtmak için çok iyi bir zaman. Ama bunu müthiş kaliteli bir altyapıyla, introlarla ve yüzümüzü dünya müziğine çevirerek başarabiliriz. Ben ise sadece Kürt halk müziğini icra ediyorum diyemem. Farklı kültürler, o aldığım tatlar, üzerime sinen kokular doğal bir şekilde benim yaptığım müziğe de yansıyor. Ama ben bir Kürt olarak, Kürt ruhuyla ve ana dilimde müziğimi icra ediyorum. İçimden gelen müziği yapıyorum. Ve şimdilerde birçok sanatçı bunu yapıyor. Kürt müziğinin de birçok türü olacak. 100 yıl sonra günümüzde müzik icra eden birçok Kürt sanatçının da bir klasik olacağına inanıyorum.

 “Bir müziğin sözleri Kürtçe üretildiği zaman değil, müziğin kendisi Klasik Kürt müziği olduğu zaman bu Kürt müziğidir” diyor bazı dengbejler ya da Kürt müzikologlar. Bu tür çerçevelere inanır mısınız? Kürtçe müzik üreten genç Kürt kadınlar bu konuda eleştiriliyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

Kürt sanatçılar için daha doğrusu Kürtçe müziği icra eden sanatçılar için hayat hiç kolay olmadı. Her bir Kürt sanatçı kendi çabalarıyla çırpına çırpına üretiyor, Kürt müziği varlığını içindeki aşk ve tutkuya borçlu. Kürt müzisyenler başka ülkelerdeki sanatçılar gibi maddi anlamda güçlenemiyor. Bizleri ayakta tutan tek şey maneviyattır. Ben artık destek yok, yalnızız demekten vazgeçtim. Artık sadece ve sadece elimden geleni yapmayı çabalıyorum. Çünkü beklentiler içine girerken yapabileceğimiz şeyleri yapmaktan mahrum kalabiliyoruz.

Kürt müziğinin içinde sadece teknik, sektörel sorunlar yok. Başta dil olmak üzere ciddi kültürel baskılanma yaşandığını biliyoruz. Tüm bu etkiler müziğinizi nasıl etkiliyor?

Politika çözme sanatıdır ama ne yazık ki işleyişte böyle olmadığını görüyoruz. Hukuk denilen şey insanlığın gerçekliği üzerinden oluşur. Ama ne yazık ki bunun gerçeklikle sahici bir ilişki yok.

Güncel politikayı takip edebiliyor musunuz? Bir Kürt sanatçı olarak, toplumsal siyasetin günümüzdeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

İnsanın varoluşunu esas alan insan hakları değerlerini önemseyen, özümseyen her siyaset değerlidir. Sanat ve kültür alanında daha çok üretmemiz, bu alanlara yönelmemiz lazım. Toplum sanatla iyileşir ve gelişir.

Kimleri dinliyor, okuyor, neler izliyorsunuz? Neler besliyor sizi ve müziğinizi? 

Annemle sürekli şiir okuduk bu aralar uzaktan uzağa. Çocukluğumu çok özledim bu yüzden bu aralar Rus şairleri okuyorum. Şiir okumayı dinlemeyi her şeyden çok severim ve ezberimde çocukluğumdan kalan onlarca şiir var. Ruhuma iyi geliyor.

Uzun bir zamandır gece gündüz Kürt araştırmacılar tarafından derlenen klasik Kürt müziğini dinliyorum. Ayaz Yusîf, Erdewan Zaxoyî, Mihemed Arif Cizrawî ve birçok diğer sanatçıyı. Onları, onların hikayelerini, her şeylerini çok merak ediyorum. Onları anlamadan bilmeden gelişemeyeceğimi biliyorum.