Müzisyenler, daha iyi bir hayat için yurt dışına göç ediyor
Türkiye'den yurt dışına göç edenler arasında müzisyenler de var. Çoğu, yıllarını verdikleri Türkiye'deki kariyerlerini ve sahneleri bırakıp daha iyi bir hayatın peşinden Batı ülkelerine taşınıyor.
DUVAR - Türkiye’den yurtdışına göç edenlerin sayısı her geçen yıl ciddi bir oranda artıyor. TUİK’in istatistiklerine göre yılda 100 bine yakın insan, dünyanın farklı ülkelerine, farklı nedenlerle göç ediyor. Ekonomik zorluklar, istikrarsızlık, düzenli ve insani bir hayat özlemi, daha iyi ve kazançlı çalışma koşulları arayışı, toplumsal gerilimler ve tabii ki siyasi baskının etken olduğu bu büyük göç dalgasına her meslekten insanlar gibi müzisyenler de katılıyor. Müzik sektöründeki çalışma koşullarının zorluğu, verilen emek karşılığında alınan ücretlerin Batı standartlarının çok altında oluşu, güvencesiz, sigortasız ve örgütsüz iş ortamı gibi nedenleri göz önüne aldığımızda geleceklerini başka ülkelerde kurmaya çalışan müzisyenleri görmek şaşırtıcı değil. Bu müzisyenlerin birçoğu, sanata ve sanatçıya özel bir önem verilen, sanatçının çeşitli güvenceler altına alındığı ve üretme, sergileme koşullarının çok daha iyi olduğu ülkelere gitmeyi tercih ediyor.
EN ÖNEMLİ NEDEN GÜVENCESİZLİK VE ÜLKE GÜNDEMİ
Klarnet sanatçısı Saygın Akbudak, Türkiye’deki yoğun ve parlak müzik kariyerini bırakıp eşi ve çocuğuyla İngiltere’ye taşınma kararı alanlardan. Birçok sanatçıyla birlikte Türkiye’nin her yerinde konserlere çıkan, albüm kayıtlarında çalan, klarnet dersleri veren ve bu konuda bir de eğitim kitabı yazan Akbudak, iki yıl önce bir anda karar vermiş gitmeye: “Bir gece eşim Twitter’a bakarken gündemden bunalıp bana ‘Avustralya’da bir öğrencin vardı, bizi çağırıyordu, onu arasana” dedi. Taşınalım gibi hiçbir şey söylemedi. O gece benim müzik ile para kazanabileceğimi düşündüğüm Almanya’ya gitmenin yollarını araştırmakla başladı serüvenimiz. Daha sonra Ankara Antlaşmasının şartlarını nispeten daha kolay karşılayabileceğimiz ve dil konusunun daha az engel olacağını düşündüğümüz için İngiltere’ye gitmeye karar verdik.”
Akbudak ve eşi, çocuk sahibi ebeveynler olarak kadın cinayetleri, çocuk tacizleri, tecavüzleri, suçluların gerekli cezaları alamaması gibi olumsuzluklardan etkilenmişler. “Çocuğumuzu başka bir yerde, bir nebze olsun daha iyi bir ortamda yetiştirebilir miyiz sorusuydu aslında her şeyin başlangıcı” diye özetliyor bu durumu sanatçı.
‘ÇOCUĞUMUZ ‘İMKÂN VARKEN NEDEN GİTMEDİNİZ?’ DERSE…’
Yine Londra’da yaşayan bas gitarist Cem Tuncer de çocuğunun geleceğini düşünerek göç edenlerden. Tuncer, “Çocuğumuz 2013 yılında doğduktan 1 yıl sonra aldık bu kararı, büyüdüğünde ‘elinizde imkân varken neden gitmediniz?’ sorusu ile önümüze çıkarsa oğlumuzun yüzüne nasıl bakacağımızı, ona nasıl cevap vereceğimizi bilemediğimiz için, harekete geçmeye karar verdik” diye anlatıyor karar verme sürecini. Orada bir yapım şirketi kuran Tuncer, canlı müzik piyasasından çekilmiş. Kendi müziğini tasarlama sürecinde olan sanatçı, ayrıca başka müzisyenler için kayıtlar yapıyor.
Danimarka’da yaşayan ve müzik çalışmalarını profesyonel olarak sürdüren Fuat Talay, siyasi nedenlerle yurt dışına gitmek zorunda kalanlardan. Üniversitede müzik eğitimi aldığı dönemde siyasi faaliyetlerinden dolayı DGM’de yargılanıp beklemediği bir şekilde hapis cezası alınca göç eden Talay, Türkiye’deki yıllarında çeşitli kültür merkezlerinde hem ders veriyor hem de grup çalışmalarında yer alıyormuş. “Sırtımda bir tek bağlamayla çıktım” dediği yurt dışına gittiği dönemde bir süre Stockholm’de yaşayan sanatçı, burada ülkenin ünlü müzisyenleriyle tanışma ve birlikte albüm yapma fırsatı bulmuş. 2000 yılında Danimarka’ya taşınan ve Türkiye’de yarım bıraktığı müzik eğitimini tamamlayan Talay, dünyadan ve Türkiye’den çok sayıda müzisyenle sayısız projede yer almış: “Daha sonra Norveçli müzisyen Mads Nordheim le birlikte Anadolu müziğini elektronik müzikle birleştirmeye çalıştığımız ‘Sufisticated’ adlı bir albüm yayınladık. Bu arada Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşayan birçok Kürt ve Türk kökenli sanatçıyla da tanıştım ve farklı çalışmalarda onlarla da bir araya geldik. Bunların arasında Şivan Perwer, Sabahat Akkiraz, Nizamettin Ariç, Civan Haco, Azeri sanatçı Alim Kasımov, Iraklı Aida Nadeem, İranlı Naser Rezazi, Dılşad Said, Danimarkalı grup Savage Rose ve Maria Kynne ilk aklıma gelenler. İsveç Kültür Bakanlığı’na bağlı bir kurumun isteği üzerine geleneksel bir halk müziği albümünü ‘Back to Anatolia’ adıyla Sabahat Akkiraz’ın eşliğiyle Hakan Vreskala ve İsmet Demirhan’la yayınladık. Daha sonra bu albümün turne konserlerini yaptık. Danimarka da yaşayan nefesli sazlar icracısı Cahit Ece ile de birlikte uzun yıllardır otantik Anadolu müziği konserleri düzenliyoruz.”
Konuştuğumuz müzisyenler genel olarak müzik yapmak için Avrupa ülkelerindeki koşulların iyiliğinden söz etseler de Cem Tuncer’e göre Londra’da olmak bir müzisyen için büyük bir fark yaratmıyor. Tuncer, müzik yapmak isteyenin bunu her koşulda yapabileceği görüşünde: “Yurtdışına müzisyen olarak gitmenin en ilgi çekici riski, bizim Türkiye’de her şeyi bildiğimizi ve her şeyi çalabildiğimizi düşünüyor olmamız. Bu, hem eğlenceli, hem de büyük risk. Sanat olarak ilgi çekici özgün ve köklerinize bağlı bir şey yapıyorsanız bunu nerede yaptığınızın bir önemi yok şu dönemde, yani ‘yurt dışına geldim ve sanatımı gerçekten nefes alarak burada yapıyorum’ demek saçma. Şöyle düşünün: dünyanın dört bir yanından iddialı müzisyenler geliyor ve bir arada çalıyorsunuz zaman zaman. Bulunduğunuz ülkede size ait bir dinleyici kitleniz varsa ve bu kitleyi istediğiniz zaman bir araya getirebiliyorsanız sanatınızı fevkalade yapabilirsiniz.”
Ancak Tuncer de özellikle müzisyenler açısından tanık olduğu bir farkın altını çiziyor: “Burada ne kadar iyi veya ne kadar kötü icracı olursan ol, günün sonunda yaratıcılığınla ve özgün çalışmalarınla ortaya ne koyduğuna bakıyorlar. Kibir ve ego yok buradaki müzisyenlerde. Her birey birbirinden ne öğrenebileceğinin ve neyi paylaşabileceğinin peşinde.”
‘HER ŞEYİ VE BİR KARİYERİ GERİDE BIRAKIP GİTMEK…’
Saygın Akbudak, müzik piyasasında çok iyi tanındığı aktif profesyonel hayatını bir anda geride bırakmanın büyük bir risk olduğunu kabul ediyor ancak ülkenin içinde bulunduğu durumun bu riski almasını kolaylaştırdığını söylüyor: “Tabii belirli bir yaştan sonra bu zamana kadar oluşturduğun kariyerini bırakıp sıfırdan başlamak, kendini tanıtmak zorunda olmak, yeniden bir çevre oluşturmak için zamana ihtiyacın olması beni yıpratmadı dersem yalan olur. Pandemi koşullarını saymıyorum bile. Ben yapı itibariye hayatta her şeyin kötüsüne de kendimi hazırlamaya çalışan biri olarak bunu biraz daha hafif atlatmış olduğumu sanıyorum. En azından fikri olarak. Beraber müzik yaptığım arkadaşlarımı, profesyonel konser ve turne ortamlarını bırakacak olmak daha Londra’ya taşınmadan beni fikren epey yıprattı. Maalesef ülkenin hem politik hem ekonomik durumu aynı zamanda her konudaki baskıcı tavır, aldığım kararın riskini düşünmemi büyük ölçüde göz ardı etmemi sağladı.”
Akbudak, Londra’ya taşınmadan önce hâlihazırda orada yaşayan ve yine Türkiye’den göçmüş olan müzisyenlerle ve organizatörlerle bağlantı kurmuş. Akbudak, “2018 yılında Hüsnü Arkan ve Birsen Tezer ile Avrupa turnesinin bir ayağı olarak Londra’da bir konser vermiştik. O zaman burada tanıştığım bir kaç arkadaştan da fazlasıyla gerçekçi bilgiler almıştım” diyor. Londra’ya pandeminin ortasında taşınan Akbudak, Londra’da ilk olarak kimi albüm kayıtlarında klarnet çalmış. Sanatçı, pandemi koşullarının hafiflemesiyle birlikte belirli bir müzik çevresiyle tanışma ve çalışma fırsatı bulmuş: “Burada şu an birkaç farklı projede yer alıyorum, bu projelerin hem canlı performanslarını hem de albüm kayıtlarını yapıyoruz. Yine yakın zamanda buraya yerleşen Erhan Öztürk ile bir ‘Gypsy Jazz’ projesini kaydediyoruz. Uzun yıllardır burada olan, Kürtçe ve Türkçe eserler seslendiren Suna Alan ile hem kayıt hem konserler yapıyoruz, aynı zamanda. Turquazz Culture platformunun bir projesi olarak sadece doğaçlamalardan oluşan yaklaşık ikişer saatlik performanslar gerçekleştiriyoruz. Bir de Levent Canen, Erdal Yapıcı ve Buğrahan Kut gibi Türkiye’de de tanınan çok değerli müzisyen arkadaşlarımla rutin sahne performansları gerçekleştiriyoruz. Ayrıca konuk müzisyen olarak dâhil olduğum Bedük konseri de buradaki en enteresan ve eğlenceli deneyimlerimden biri oldu.” Akbudak, müziğin dilleri aşan diline de Londra’da tanık olmuş: “Buraya geldikten yaklaşık iki ay sonra kayıt için bulunduğumuz bir stüdyoda İspanyol bir perküsyoncu, İtalyan bir bas gitaristle doğaçlama bir şeyler çaldık ve bitirdiğimizde İspanyol arkadaş davulundan kalkıp gelip sarıldı. O anki paylaşma, bir araya gelme ve çoğalma hissini sanırım tarif edemem.”
‘MÜZİSYEN OLMAK AVRUPA’DA BÜYÜK AVANTAJ’
Fuat Talay, Avrupa’da müzisyen olmanın kendisi için büyük bir avantaj sağladığını belirtiyor. Müzisyen olmanın avantajlarını daha ilk günden itibaren yaşadığını söyleyen sanatçıya göre bunun nedeni müziğin evrenselliği. Talay ayrıca, müzisyenlerin koşulları açısından Danimarka ile Türkiye arasında kıyas yapmanın neredeyse imkansız olduğunun altını çiziyor: “Tabii ki Danimarka’da içinde olduğumuz koşulları Türkiye ile kıyaslamak çok zor. Burada verdiğiniz emeğin karşılığını alabiliyor olmanız, ekonomik anlamda da çok zorlanmamanız, piyasaya dönük çalışmanızı zorunlu kılmıyor mesela. Sanatınızı istediğiniz şekilde icra edebiliyor ve bunu sunma imkânını bulabiliyorsunuz. Müzisyenlerin örgütlülüğü de oldukça iyi durumda, gerek dernekler bazında gerekse sendikal anlamda. Devlet desteği ve telif hakları gelirleri de sanatsal çalışmalarınıza oldukça yardımcı oluyor.”
İngiltere’de yaşayan Olcay Bayır, yukarıda görüşlerini aktardığımız örneklerden farklı olarak müzik kariyerine zaten İngiltere’de başlamış olan bir sanatçı. Türkiye’deki sanat ve müzik ortamını da takip eden Bayır’ın, çoğunlukla Türkçe ve Kürtçe beste ve türkülerden oluşan albümleri dikkat çekiyor. The Guardian tarafından, “İngiliz dünya müziği sahnesinin en iyi ve en ilgi çekici şarkıcılarından biri” olarak gösterilen Bayır, Alevi ve Kürt bir ailenin çocuğu olarak küçük yaşlarda ailesiyle birlikte İngiltere’ye göç etmiş. Ailesinin kimliğinden dolayı gördüğü baskıdan ve ekonomik nedenlerden dolayı ülkelerini terk ettiğini belirten sanatçı, Türkiye’deki çocukluğunda da müzikle yakında ilgiliymiş. Babası ve ağabeyini ilk öğretmenleri olarak gören Bayır, daha sonra Londra Middlesex Üniversitesi’nde Klasik Batı Şan / Opera bölümünde eğitim almış.
‘PANDEMİDE MADDİ DESTEK ALIP ALBÜM YAPTIM’
Konuştuğumuz diğer müzisyenler gibi Avrupa’da müzisyen olmanın avantajlı olduğunu düşünen Olcay Bayır, şunları söylüyor: “Ben müzik hayatına burada başlamış bir müzisyen olarak değerlendirebilirim sorunuzu. Tabii her şeyde olduğu gibi artılar ve eksiler var elbette. Ancak ben eksilerini çok yasamadım açıkçası. Yaptığım müziği Avrupa’da daha iyi ifade edebildiğimi düşünüyorum. Çünkü müzik anlayışım, tarzım ve yaptığımız aranjmanlar, Avrupa dinleyicisi ile şimdiye kadar çok güzel kucaklaştı ve ilgi gördü. Dünya müziği Avrupa'da yeri olan ve bilinen bir müzikal yaklaşım, Bunun çok etkisi var elbette. Evet, sanatımı burada rahatlıkla icra edebiliyorum.”
Bayır, Türkiyeli müzisyen meslektaşlarının büyük zorluklar yaşadığı pandemi döneminde İngiltere’de Help Musicians Uk’den ödenek alarak ‘Inside’ adlı bir mini albüm hazırlamış ve yayınlamış. İngiltere’de de müzisyenlerin zorluklar yaşadığını belirten sanatçı, özellikle konser yapılamamasının büyük sorunlar yarattığını söylüyor. Pandemi kısıtlamalarının ölçülü bir şekilde esnetildiğini söyleyen sanatçı, yakın dönemde İngiltere’nin farklı şehirlerinde konserlere başlayacağını ve BBC Radio 6 ile bir program hazırlayacağını belirtiyor.
Bayır, Londra’da müzik yapmanın, dünyanın farklı yerlerinden gelmiş olan müzisyenlerle birlikte çalışma imkânı sunduğunu da hatırlatıyor: “Avrupa'da kendi müziğime dışarıdan bakabilme imkânı buluyorum. Dünyanın birçok yerinden müzisyenlerle çalışıyorsunuz, elbette çok kolay bir şey değil. Ben etnik bazlı müzik yaptığımdan, benim müziğimin müziğin dışında boyutları da var. Çalıştığım müzisyenlerin kültürel boyutunu anlaması zaman ve enerji alan bir şey. Ancak yaratıcılığınızı çok besleyen de bir şey farklı ülkelerden müzisyenlerle çalışmak. Kendine farklı bir aynadan bakmak gibi bir şey.”