Nahid Sırrı Örik'ten eski zaman kadınları
Nahid Sırrı Örik’in ailesine mensup kadınların hikâyelerini anlattığı ‘Eski Zaman Kadınları Arasında’ yazarın anlatıya dayalı bir tarih çalışması olarak okunabilir...
Nahid Sırrı Örik’in ailesine mensup kadınların hayat hikâyelerini anlattığı ‘Eski Zaman Kadınları Arasında’ Everest Yayınları tarafından yayımlandı. İlkin tefrika şeklinde yayımlanan hatıra türündeki eser, yazarın hem gördüklerinden hem de dinlediklerinden hareketle kaleme aldığı anlatıya dayalı bir tarih çalışması olarak okunabilir.
ÖNCE TEFRİKA OLARAK YAYINLANDI
1895 yılında İstanbul’da doğan Nahid Sırrı Örik öğretim hayatına özel dersler alarak başladı. Ardından Âfitab-ı Maarif Rüşdiyesine giden yazar, devamında bir İngiliz ve bir Fransız mektebine gitmiş, sonra Galatasaray Lisesi’ne yazılmış olsa da tahsil hayatını bitirememiştir. İdareci, eğitimci, çevirmen ve yazar olan babasının görevi gereğince Tiflis, Berlin, Paris, Viyana, Roma, Kopenhag gibi şehirleri gören Örik, Türkiye’ye döndüğünde Milli Eğitim Bakanlığı’nda tercüman olarak Ankara’da çalışmaya başladı. 1945 yılında Devlet Kitapları Mütedavil Sermayesi Müdürlüğüne getirilince de İstanbul’a döndü. 1946 yılında yayımlanan ‘Kıskanmak’, bilhassa da 1957 yılında yayımlanan ‘Sultan Hamid Düşerken’ romanıyla tanınan yazar çeşitli türlerde birçok eser verirken gazete ve dergilerde ise sayısız yazıya imza attı. Bunlardan biri de ‘Eski Zaman Kadınları Arasında’ başlıklı, 30 Mart 1956 yılında ‘Büyük Doğu’ dergisinde yayımlanmaya başlayan tefrikası. Ancak 63 sayı sonra dergi kapanınca tefrika da devam etmedi.
'NAHİD SIRRI NEŞTER VURUYOR'
Bununla birlikte yazı dizisi 1958 yılında bazı bölümler eklenmiş olarak İnkılâp Kitabevi tarafından yayımlandı. Everest Yayınları’nın okurla yeniden buluşturduğu bu metinde de 1958 tarihli baskı esas alınarak metin-tefrika arasındaki farklar Bahriye Çeri’ye ait dipnotlarda belirtilmekte. Önsözde açıklandığı üzere bazı eski yazım kuralları ile metindeki bazı tutarsızlıklar giderilmekle beraber metin olduğu haliyle okura sunuluyor.
Kitabın sunuş metni ise Selim İleri imzalı. İleri’nin tespitleri arasında Örik’in üslubuna dair yazdıkları dikkat çekici. Zira yazarın, Tahir Alangu’nun ifadesiyle ‘duygusuz’ tonundan bahsediyor: “Öyle sanıyorum ki, Nahid Sırrı yalnız kendine değil, hayata da duygusuzca yaklaşabilmiş. Şimdi pek kullanılmıyor, neşter vurmak denir ya, Nahid Sırrı olabildiğince soğukkanlı, neşter vuruyor.”
Başka bir deyişle olaylara mesafeli yaklaşan ve kendini yansıtmaktan imtina eden bir yazar söz konusu. Ancak yine İleri’nin altını çizdiği üzere yazarın nesnellikten yana olan tavrı bu kitapta kırılmakta zira yazar “hiç ziyaret edemediği mezarlarında taşları çoktan devrilmiş” olan eski zaman kadınlarının en azından isimlerinin öğrenilmesini diliyor.
BİR TARİH ÇALIŞMASI
Örik’in kitaba dair yazdığı “Not” bölümünde ise kitabı tarih ile roman arasında konumlandırdığı görülmekte: “Bir roman olmayan bu sahifeler tabii tarih de değildir. Fakat bazı taraflarında tarih gibi roman unsurları da bulunduğunu sanıyorum.” Nitekim bu satırlar İleri’nin de dikkatini çekmiş olacak ki türlerin iç içeliğini Örik’in 1958 yılında vurguladığının altını çizmekte. Öte yandan yazar, kitapta anlatılan kadınlardan annesi hariç sadece ikisini şahsen gördüğünü belirtmekte. Bu bağlamda Örik’in duydukları, dinledikleri, araştırdıkları sayesinde metnini inşa ettiği, yani anlatıya dayalı (narrative) bir tarih çalışması kaleme aldığı söylenebilir. Yine ilginçtir ki ailenin erkek fertlerine dair bilgilere eski zaman kadınlarının hayat hikâyeleri arasında “istitrat” ifadesiyle değinilmiş.
Yani, erkeklerin hayatları eski zaman kadınlarının hayatlarında oynadıkları rol ile sınırlandırılmış. Böylelikle, olayları romana benzer bir üslupla tahkiye ederken farklı bir tarih anlayışı da sunmakta. Ayrıca, söz konusu kişiler dönemleri içerisinde ele alınmış. Böylelikle II. Mahmut’tan Cumhuriyet’in erken dönemlerine uzanan bir zaman dilimi söz konusu.
HANE İDARESİ KADINLARDA
Ancak kanaatimce kitabın asıl tarihi yönü döneme dair bilgilerden ziyade, okuru Osmanlı evine, bilhassa da haremliğe konuk etmesi. Erkekler makam, para ve güç peşinde görevden göreve giderken, çoğu kez içki ve safahata düşerken, yeni evlilikler yaparken ‘hâne’ idaresini kadınlar üstlenmekte. Öyle ki erkekler başarısız oldukları vakit onların ekonomik yüklerini dahi kadınlar, genellikle de anneleri üstlenmekte.
Bunun yanı sıra çocuk yaşta tanımadıkları kimselerle görücü usulü evlendirilen kadınların hayata karşı verdikleri mücadele de gözler önüne seriliyor. Eski zaman kadınlarının mecburi evlilikleri, unutamadıkları aşkları, öfkeleri, sevgileri, fedakârlıkları bütün veçheleriyle okura genellikle eski-modern çatışması ekseninde sunuluyor. Bu çatışma ekseninde ailelerinin varlığını korumaya çalışan bu kadınları belki de orijinal baskının kapak fotoğrafı en iyi şekilde somutlaştırmakta.
DÖNEMİN RUHU
Bu fotoğraf Everest baskısının iç kapağında net bir şekilde görülebilir: İki kara çarşaflı ama beyaz eldivenli ve yüksek topuklu hanım ile beyaz takımlı, başörtüsünün üzerine fes takan bir hanım. İleri’nin sözlerine yeniden kulak vermekte fayda var: “Gelgelelim, dönemin ruhu bu kapakta ‘yaşıyor’.” Evet, bu açıdan bakıldığında bu eserinde Örik, ‘duygusuz’ tonundan sıyrılarak dönemin ruhunu ortaya koyan, romancı üslubuyla tarihçi merakını cem eden bir yazar olarak görülebilir.
“(…) Elbette artık mezar taşları bulunmayan, mezar yerleri ebediyen bilinmeyecek olan bu dört hanımın hâlâ isimlerini ve yüzlerini merak ettiğim, tavır ve edaları, birbirlerine muameleleri hakkında düşüncelere daldığım, faraziyeler kurduğum olur…” (s.52)