“Zaman maman yok. Yaşam ve ölüm var. İnsanlar ve hayvanlar var. Düşüncelerimiz var. Evren var. Ama zaman yok. Keyfine bak. Şimdi kendini daha iyi hissediyor musun? Ben daha iyi hissediyorum. İşler iyiye gidecek. İyi günler.” Dün Erlend Loe’nin bu satırlarını okuyordum kitap kulübümüzde yazarın 'Naif. Süper' kitabını beğenmeyen kulüp üyelerini ikna etmeye çalışırken. Ne anlatmaya çalışıyor yani, bir derinlik yok deyip duruyorlardı. Konunun derinlik olmadığını söyledim onlara. Hayat dümdüz, sıradan ve güzel. Naif. Süper. İlla kutlanacak bir şey olmadığında, herhangi bir başarı yakalanmadığında, zengin olunmadığında, sadece herhangi bir masada oturup herhangi insanlar olan eşle dostla muhabbet edildiğinde de hayat güzel ve ilginç.
Birkaç aydır Instagram akışıma düşüp duruyordu resimleri. Naif sanatın kurucusu, Gürcü ressam Niko Pirosmani’nin sıradan insan portreleri. Öyle, tek başına duran bir balıkçı. Üstünde kırmızı bir kıyafet var, sarı hasır bir şapka... Bir elinde kovası, diğer elinde balığı, bileklerine kadar suyun içinde, bize bakıyor. Arkası simsiyah balıkçının, ondan o kırmızı ve sarıyla bir aziz gibi parlıyor. Dümdüz, sıradan bir balıkçı. Aklıma gelip duruyor. Bir sabah erken uyanıp trene atlayıp üç buçuk saat yol gidiyorum. Sırf balıkçının resmini bizzat görmeye. İşte Niko Pirosmani’nin kerameti: Gündelik, sıradan motifleri, ilgi çekici, benzersiz ve zamansız simgelere dönüştürebilmek.
BİR MİLYON GÜL
İsviçre’nin en önemli çağdaş sanat merkezlerinden Fondation Beyeler’de 1862-1918 yılları arasında yaşamış, Gürcistan’ın ulusal sanatçısı Niko Pirosmani’nin sergisi, eylül ayından beri devam ediyor. Sanatçının eserlerinin bu müzede satılan baskılarının en küçüğü bile 50-60 İsviçre Frangından başlıyor. Pirosmani hayatta olsaydı, kendi resminin baskısını alamazdı; çünkü bugün Gürcü banknotlarının bile üzerinde resmi olan sanatçı, sefalet içinde öldü.
Kendi kendini yetiştirmiş bir ressam olan Pirosmani, Gürcistan’ın Kakheti Eyaletinin Mirzaani köyünde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. 1870 yılında anne-babalarının vefatının ardından iki kız kardeşiyle birlikte Tiflis'e taşınmış ve burada zengin bir ailenin yanında hizmetçi olarak çalışmış. Rusça ve Gürcüce okuyup yazmayı ve kendi kendine resim yapmayı burada öğrenmiş. 1882'de bir resim atölyesi açarak meyhane ve dükkanların tabelalarını boyamış. Pirosmani’nin şansı 1912’de dönmüş ve ressam, Rus şair Mikhail Le-Dentu ve avangard sanatçılar Kirill ve Ilya Zdanevič tarafından keşfedilmiş. Bir yıl sonra Pirosmani’nin dört resmi Moskova'daki 'Mishen' (Hedef) sergisinde Marc Chagall, Natalia Goncharova, Mikhail Larionov ve Kazimir Malevich'in eserlerinin yanında sergileniyormuş bile. Koleksiyoner Ilya Zdanevich Pirosmani’nin 50 resmini satın almış; hatta Paris’te sanatçı için bir sergi organize etmeye çalışırken I. Dünya Savaşı patladığı için bu proje yarıda kalmış.
Peki hayattayken ünü yakalamış, eserleri Paris’e kadar gitmiş Pirosmani nasıl sefalet içinde ölmüş? Çok güldüğüm bir detay olarak, İngilizce, Fransızca ve Almanca Wikipedia’larında sanatçının genel olarak hayat hikayesi ve sanatından bahsedilirken, Türk Wikipedia’sında ağırlıklı bilgi, sanatçının sefalet içinde ölümüne yol açan magazinel hayatı. (Sonuçta ülkedeki kara para sorununa sosyal medyada dedikodu yaparken uyanmış milletiz!) Beyeler’deki 50 resimden oluşan sergide de bir resmi bulunan Fransız aktris ve şarkıcı Marguerite de Sèvres’e olan aşkı, Türk Wikipedia sayfasından aldığımız bilgiye göre, Pirosmani’yi finansal olarak bitiriyor. Söylenen o ki, Pirosmani Fransız güzele aşkını ilan etmek için varını yoğunu satıp bir milyon gül almış! Naif sanatın, sıradan insanları resmeden sanatçının şatafatlı jesti... Sonra da bir daha doğrultamamış belini.
YAŞAM VE ÖLÜM, İNSANLAR VE HAYVANLAR
Magazinden sanata geri dönüş yaparsak, her ne kadar böyle şatafatlı bir hareketin sahibi olsa da, Pirosmani’nin resimleri, o bir kerelik şatafattan çok uzak. Şehirden çok doğaya ve kırsala düşkün olan Pirosmani’nin resimlerinde dingin bir hayat süren Gürcü halkı ve onların günlük yaşamları var: Köylüler, esnaf, işçiler ve (biraz da eleştirel bir tonla) soylu grupları ve bol bol hayvan. Özneleri gibi kendileri de sade olan Pirosmani resimlerinde detaya ve duygulara yer yok. Genelde koyu arka fonlarda blok renklerden oluşan ve çoğu zaman dümdüz size bakan insan ve hayvan figürleri var. Böyle 'sıradan' dedikçe belki de resimlerin de sıradan olduğu hissiyatı geliyordur ama öyle değil. Bütün o sıradanlıkta sıra dışı bir netlik ve saflık var. Bu bir nevi büyülü resimler sayesinde sanki Gürcistan’dayız, sanki o anlattığı köydeyiz. Eşeği üzerinde hasta bakmaya giden doktor, (o dönem pek de sıradan olmayan bir konu olarak) kamusal alanda meydan okurcasına bira içen dolgun bir sarışın kadın, yemek masaları etrafında, askerler, köylüler... Daha detaylı resimlerinden birinde mesela, kalabalık bir kutlamadayız: Birileri dans ediyor, birileri yemek yiyor, başka birileri o yemekleri yapıyor; arkada bambaşka bir hikaye dönüyor. Hayat o durgun gözüken resimlerde akıp gidiyor ve bu resimlere bakıp bir ülkeyle tanışıyoruz sanki...
Pirosmani'nin eserleri, 2007’de Türkiye'de Pera Müzesi'nde sergilenmiş; hatta 2007-2010 yılları arasında Türkçe ve Gürcüce Pirosmani dergisi bile yayımlanmış. Geçmişe dönemeyiz, İsviçre’ye de gelemeyiz derseniz, sayılı vizesiz seyahat edebileceğimiz ülkelerden Gürcistan’da, Tiflis, Gürcistan Sanat Müzesi’nde Pirosmani’nin 146 eserini görebilirsiniz. Daha da meraklılara, ressamın memleketi Mirzaani’de Niko Pirosmanashvili Müzesi önerilebilir. Böylece hem Pirosmani’nin resimlerini hem de ilham aldığı o sıradan köy hayatını görmüş olursunuz. Zaman maman yok. Yaşam ve ölüm var. İnsanlar ve hayvanlar var. Bence, naif, süper.