Narin Güran davasına kentleşme perspektifiyle bakmak

Tavşantepe sakinleri belki farkında değildi, fakat artık Diyarbakır’da yaşıyorlardı. Böyle baktığımızda, sadece “Narin Güran cinayetinden” değil, sonrasında yaşanan örtbas etme girişimlerini ve tüm yargı sürecini de içine alacak şekilde “Narin Güran davasından” bahsetmemiz gerekiyor. Ve bu bütünselliği içinde Narin Güran davası, Türkiye’de kentleşme dinamikleri ve yol verdikleri toplumsal dönüşümler açısından çok şey söylüyor.

Bülent Batuman bbatuman@gmail.com

Son dönemde kadına ve çocuğa yönelik şiddet haberleri içinde en fazla kamuoyu tepkisi yaratan cinayetlerden biriydi 8 yaşındaki Narin’in canice katledilmesi. Ve mahkeme 2024’ün son günlerinde kararını açıkladı. Buna göre Narin'in annesi Yüksel Güran, amcası Salim Güran ve ağabeyi Enes Güran'a “iştirak halinde çocuğa karşı kasten öldürme suçundan ağırlaştırılmış müebbet cezası” verildi. Narin’in cesedini taşıdığını ve dereye gömdüğünü itiraf eden komşu Nevzat Bahtiyar'a ise “suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçundan” 4 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Mahkemenin gerekçeli kararı henüz açıklanmış değil ve özellikle Nevzat Bahtiyar’a verilen ceza kamuoyu vicdanını rahatsız etmiş görünüyor. Muhtemeldir ki gerekçeli kararın açıklanması ve olası itiraz süreçleri konuya ilişkin tartışmaları önümüzdeki günlerde yeniden alevlendirecek. Bu yazıda, cinayete ve yargı sürecine dair haberleri takip ederken aklıma takılmış olan ve bütün süreci hep aklımın bir köşesinde tutarak izlediğim soruyu ele almak istiyorum. Ama bu soruyu formüle etmeden önce çerçevesini kurmam gerekiyor.

Yaşanan olay dehşet verici; ve böyle olduğu ölçüde de sıra dışı görünüyor. Ancak ilk bakışta kan donduruculuğunu sıra dışılığından alıyormuş gibi görünen olay, bana kalırsa bu niteliğini tam da sıradanlığından alıyor.

Süreç, 8 yaşında küçük bir kız çocuğunun kayboluşu, aranışı, bulunamayışı ve bulunmasına dair umutların tükenişi ile başladı (Narin, 21 Ağustos’ta kaybedildi, cesedi 8 Eylül’de bulundu). Başladı diye vurguluyorum, zira haftalara yayılan bu sürecin, normal koşullarda bir cinayetin işlenmesi ve açıklığa kavuşturulması ile tamamlanması beklenirdi. Oysa, ilerleyen günlerde bu sürecin yalnızca ilk aşama olduğunu gördük. Narin’in cansız bedeninin bulunmasıyla birlikte çeşitli teorilerle gerekçelendirilen -ve hâlâ sebebini tam olarak bilmediğimiz- cinayetin aslında küçücük bir çevrede -hem kısıtlı bir mekânda, hem de dar bir sosyal çevrede- işlenmesine karşın bir türlü açıklığa kavuşmaması asıl çarpıcı olan nokta. Ve bir cinayet, suçluların tespit edilebileceği kadar çok kanıt içerdiği halde tam olarak açıklanamıyorsa ya çok iyi planlanmış olması ya da çok sıradan olması gerekir. Sıradan.

Burada kastım, söz konusu çevrede sürekli olarak benzer cinayetlerin işlendiği değil. Ama aile fertlerinin karıştığı, fakat kimsenin panik, acemilik, ya da başka bir sebeple açık vermediği bir cinayetle karşı karşıyayız. Narin’in kayıp olduğu haftalar boyunca ailenin kolluk kuvvetlerini yanlış yönlendirmeye çalıştığı, aile fertlerinin organize bir biçimde yanıltıcı beyanlarda bulunduğu, iftiralarla soruşturmanın Suriyelilere yönlendirilmeye çalışıldığı, hatta yangın çıkarıldığı biliniyor. Bunları yapanlar profesyonel suçlular olmayıp sıradan insanlar olduğuna göre (asıl kan dondurucu olan da budur) bu organize hâl çok çarpıcı. Yani sıradanlıktan kastım, bu cinayetin çözülemeyeceğine, işleyenin yanına kâr kalacağına ve hatta belki Narin’in bedeninin bile bulunamayacağına dair paylaşılmış olan bir kanaatin mevcudiyeti.

Narin’in kaybolduğu haberinin medyaya düştüğü günden beri herkes gibi süreci takip ederken kafamı kurcalayan soru, cinayetin dehşet vericiliğine yahut örtbas edilmesine yönelik organize çabalara ilişkin değildi. Aksine, sürecin (cinayetin ve sonrasının) bu sıradanlığına rağmen, cinayetin, en azından suçluların tespitine imkân verecek ölçüde çözülmüş olmasının sebebine ilişkindi: cinayetin işlendiği çevrenin içinden geçtiği kentleşme dinamiğinin bu süreçteki rolü ne?

Yazının başından beri cinayetin işlendiği çevreye ilişkin muğlak ifadeler kullandım. Bu muğlaklığı şimdi netleştirmek gerekiyor. Narin’in kayıp haberi başlangıçta hemen tüm haber mecralarında “Diyarbakır’ın Tavşantepe Köyü” ifadesiyle verildi. Tavşantepe gerçekten de 2012 yılına kadar bir köydü. Bu tarihte çıkarılan 6360 Sayılı Kanun ile büyükşehir belediyelerinin sınırları il sınırlarına genişletildi, köyler mahalle olarak içinde bulundukları ilçelerin belediyelerine katıldı. Nitekim ilerleyen haftalarda haber metinlerinde de Tavşantepe “köy” yerine “mahalle” olarak tanımlanmaya başladı: “Diyarbakır ili Bağlar İlçesi Tavşantepe Mahallesi” şeklinde.

Bana öyle geliyor ki, cinayetin ve ona yerelde (köy/mahallede) gösterilen tepkinin de, giderek ulusal ölçeğe kavuşan tepkilerin içinde gelişip yaygınlaştığı kamusal çerçevenin de bu niteliksel dönüşümle ilgisi var. Yukarıda cinayetin sıradanlığına vurgu yapmıştım. Bu sıradanlığın, yerelde kayıtsızlık ve çaresizlikle beslenen (ataerkil) bir tahakküm sistemi tarafından durmadan yeniden üretildiği açık. Öte yanda ise, toplumsal ilişkilerin ve iletişim ağlarının yoğunlaşarak iç içe geçtiği (Diyarbakır’a ve giderek ulusal ölçeğe genişleyen) kamusal bir ilişki çerçevesi var. Ve uzun bir süre -abartarak söyleyecek olursak ezelden beri- bu ikisi birbirine çok, çok uzaktı. Ama işte 2012’deki dönüşüm (AKP açısından seçim mühendisliği boyutu da olan) basit bir “mülki organizasyon düzenlemesi” olmakla kalmadı. Sonuçlarını 2024 yerel seçimlerine kadar izleyebileceğimiz yeni toplumsal dönüşümleri tetikleyen bir kentleşme eşiği haline geldi. Tavşantepe açısından baktığımızda bu dönüşüm, “ezelden beri” kentsel olandan ve onun içine gömülü kamusal yaşantıdan uzak olan köyü, bir büyükşehir mahallesi haline getirdi. Tavşantepe sakinleri belki farkında değildi, fakat artık Diyarbakır’da yaşıyorlardı. Bu dönüşümün bir yanı, kanıt toplama sürecine teknolojik bir derinlik getirecek olan kamera görüntüleri ve özellikle cep telefonu sinyallerinin daraltılmış baz raporlarıyla takibi iken, diğer bir boyutu da kamusal alan aktörlerinin Tavşantepe’ye hızla ve etkin bir biçimde ulaşmalarıydı. Özellikle Diyarbakır Barosu’nun cinayetin soruşturulması sürecinde oynadığı rol, alınan sonuçta oldukça kritik bir rol oynamış görünüyor.

Böyle baktığımızda, sadece “Narin Güran cinayetinden” değil, sonrasında yaşanan örtbas etme girişimlerini ve tüm yargı sürecini de içine alacak şekilde “Narin Güran davasından” bahsetmemiz gerekiyor. Ve bu bütünselliği içinde Narin Güran davası, Türkiye’de kentleşme dinamikleri ve yol verdikleri toplumsal dönüşümler açısından çok şey söylüyor.

Tüm yazılarını göster